Münih Mahkemesi’nde Yargılayanlar Yargılandı!

15 Nisan 2015 tarihinde gerçekleştirilen uluslararası bir operasyonla tutuklanan 10 devrimci hakkında açılan “dava”, 28 Temmuz 2020 tarihinde sonuçlandı. Alman Mahkemesi tarafından Müslüm Elma 6 yıl 6 ay, Erhan Aktürk 4 yıl 6 ay, Sinan Aydın 3 yıl 6 ay, Haydar Bern 3 yıl 4 ay, Banu Büyükavcı 3 yıl 6 ay, Musa Demir 3 yıl 4 ay, Deniz Pektaş 5 yıl, Sami Solmaz 3 yıl, Seyit Ali Uğur 4 yıl 6 ay, Mehmet Yeşilçalı 2 yıl 9 ay “hüküm” verilmiştir.
Sonda söyleyeceğimizi başta söylersek; Siyasi olarak yargılanan ve teşhir olan ise Alman yargı kurumu olmuştur. Alman ve Türk devletlerinin elele yürüttüğü “dava”, duyarlı kamuoyu nezdinde onlar aleyhine sonuçlanmıştır…
Alman Mahkemesi, 10 devrimci ve komünisti Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist üyesi olarak gösterip, 129 a/b şıklarınca tutuklayıp, haklarında gerici yasalar üzerinden hüküm vermeyi amaçlamıştır. Böylece bir kez daha son yıllarda Almanya’da -ve diğer emperyalist ülkelerde de- demokratik hakların gasp edilip, faşistleşme eğilimi içerisine girilmesi gündeme gelmiştir.
Öyle ki, uluslararası finans kapitalin girdiği kaos ve sarmal durum, burjuvaziyi ve onların baskı ve tahakküm aygıtını daha katmerli bir rotaya zorlamakta, yasama, yargı ve yürütme kurumları bu minvalde hareket etmektedir.
Kaldı ki 10 devrimcinin üyesi oldukları iddia edilen Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist hakkında Almanya’da yasaklama kararı yoktur. Hatta bu örgütün sempatizanı, taraftarı olduğu için Türkiye’de baskı gören birçok kişinin iltica talepleri kabul edilmiştir.
Ama diğer taraftan aynı “örgütün üyesi” oldukları gerekçesiyle Münih Mahkemesinde 190 kişi aleyhine dava açılmıştır. Alman Mahkemesinin tutumu bununla da çelişmektedir.
Daha açık deyimle, 129 a/b yasası aslında temelde iltica yasasına ters düşmekte, demokratik haklarla çelişmektedir.
Alman ve Türk Devletinin işbirliği sonucu açılan “dava”
Türkiye ve Almanya’daki hukuki konumları farklı olmasına karşın 10 devrimcinin tutuklanması, burjuva hukukunun günümüz konjonktüründe artık nasıl çetrefilli bir hal aldığını da göstermektedir.
Tutsak edilmelerine gerekçe olarak gösterilen 129a/b yasası, burjuva demokrasisinin giderek daraldığını ve baskı unsurunun da giderek tırmandığını gösteren yasalardan biri olarak ortaya çıkmaktadır.
11 Eylül saldırısının akabinde başta ABD olmak üzere diğer emperyalist ülkelerde de ardı ardına anti-demokratik yasalar çıkartıldı var olan anti-demokratik yasaların uygulanmasına ise yeniden başlandı.
Almanya’da Hitler faşizmi sonrası yeniden uygulanmaya başlayan 129a/b yasası bunun sonucudur.
Öyle ki, bir dönemler (1950’lerden-1990’lara kadar) burjuva hukukunca yasadışı olarak tanımlanan yasalar ve uygulamalar, giderek yasal bir hal aldı ve uygulamaya konuldu.
Bir dönemler yasak olan faşist partilere izin verilmeye başlandı. Hatta artık bu faşist partiler açıktan seçimlere katılmakta ve oluşturulan hükümetlerde yer almaktadırlar. Yabancı düşmanlığı ve ırkçılık körüklenmeye ve devletlerin resmi doktrini halini almaya başladı. Tüm bunlara bağlı olarak geçmişte kurulan yabancı dernek, kitle örgütleri ve kuruluşların faaliyetlerinde zorluk ve engeller de çıkarılmaya başlandı. Hatta bu kuruluşlara temelsiz gerekçelerle baskınlar yapılır oldu.
İşte Almanya’da “Münih Komünistler Davası”nın dayandırıldığı 129a/b maddesi de bu doğrultuda çıkarılan ve yürürlüğe konulan yasalardan biridir. “Anti-terör güvenlik yasası” tanımıyla uygulamaya konan bu yasa üzerinden Müslüm Elma Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist yöneticisi, diğer tutsaklar ise üyesi olma iddiasıyla “mahkum” edilmek istenmişlerdir.
Her biri ayrı hapishanelerde ve tek tek hücrelerde tutularak total izolasyon uygulamasına maruz bırakılmışlardır. Böylelikle birbirlerinden ve diğer tutsaklardan ayrı tutulmuşlardır. Kimseyle görüştürülmeyerek tek başlarına kalmaya zorlanmışlardır.
Günde 30 dakika havalandırmaya çıkarılmış, günün geri kalanında ise hücrelerde tutulmuşlardır. Ortak davadan yargılanmalarına rağmen, ortak savunma yapmaları engellenmiştir. Kısacası fiili ve psikolojik baskıyla yıpratılmak istenmişlerdir.
Dışarıda verilen haklı ve kararlı mücadele ile Türkiyeli ve Alman demokrat ve devrimci kuruluşlarla enternasyonal dayanışma oluşturulmuştur.
Ve bu minvalde yürütülen kampanya ve etkinlikler ile dava giderek kamuoyuna yansıtılmış ve bunun sonucu mahkeme salonunda izolasyon kaldırılmış, tutsakların mahkemede birbirleriyle görüşmeleri sağlanmış, avukat ve aileleriyle açık görüşme hakları elde edilmiştir.
Kamuoyunun desteği dışarıda verilen kararlı mücadele sonucu sağlanmıştır. Dava duyarlı ve politik kesimlere iletilerek onların desteğine ulaşılmış; giderek daha kitlesel boyutlarda yürütülen bir mücadeleye dönüştürülmüştür.
Öyle ki, dava tutsakların kararlılığı ve dışarıda verilen mücadele ile, II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra Almanya’da topluma yansıyan en etkin politik mahkeme olarak anılmaya başlanmıştır.
Böylece, demokratik yapı ve kuruluşlar ile duyarlı kamuoyunun sahip çıktığı bu dava, beraberinde tutsakların tutarlı ve kararlı tutumları ve yaptıkları savunmaları ile bizzat Alman burjuvazisinin yargılandığı bir mahkemeye dönüşmüştür.
Tutsaklar ve onları destekleyen kurumlar nezdinde, ideolojik ve politik arenada yargılanan ve mahkum edilen Alman burjuvazisinin yargı kurumu olmuştur.
Bu davanın diğer bir özelliği Alman yargı organına lanse edilen iddianamenin özünün Türk yargı kurumu tarafından hazırlanmış olmasıdır.
Ancak Almanya’nın resmi makamlarınca dikkate alınan bu karşı devrimci iddianameyi hazırlayan Türk savcı ve emniyet mensupları Fethullah Gülen Cemaati bağlantısı iddiasıyla bizzat TC tarafından “terörist” ilan edilmiş, bazıları hapsedilmiş, bazıları ise aranmaktadır.
Günümüz Türkiye’sinde yasama, yargı ve yürütme kurumlarının tümden lağvedildiği bir dönemde, bugün aranır durumda olanların hazırladığı uydurma iddianameyi kriter almak Alman Devleti’nin yargı mekanizmasının düştüğü halin de bir göstergesidir.
Alman yargısı, TC faşizmiyle işbirliği içinde komünistleri yargılamak istemiş, büyük bir tantanayla ve gösteriyle başlatılan “yargı”lama sonucu “dağ fare doğurmuş”tur. Alman yargısı ilk başlardaki kimi iddialarını geri çekmek zorunda kalmıştır. Dava oldukça uzun sürmüş ve sonuçta tutsaklara “ceza” verilmiştir. Dolayısıyla bu durum, 129 yasası ve a ve b bendlerinin kapitalizmin istikrarlı döneminin burjuva normlarına bile nasıl ters düştüğünün göstermektedir.
Kapitalizmin içinde bulunduğu durumun hukuku…
Girilen ekonomik ve siyasi kriz yumağı derinleştikçe ve daha üst boyuta tırmandıkça, mevcut devletler sömürüyü daha fazla artırmaya ve demokratik hakları daha fazla gasp etmeye başlamıştır.
Bunun sonucu burjuvazinin siyasi baskıları da artmakta ve bu durum devlet erkini daha saldırgan kılmaktadır. Beraberinde burjuva hukuku da lağvedilmektedir. Bu “dava” da bu minvalde açılmıştır. Ve diğer demokratik kurumlara da davalar açılmaktadır.
Kısacası baskı ve saldırı furyası had safhaya tırmandırılmaktadır…
Ancak Münih dava tutsakları “dava” karşısında secde etmemişlerdir. “Davanın” muhtevasını ve ardında yatan nesnel durumu teşhir etmişlerdir. Davanın sonuna kadar 5 yıl 3.5 ay tutsak edilen Müslüm Elma, Türkiye’de de cunta koşullarında 17 yılı aşkın bir süre hapishanelerde tutulmuştur. Toplamda ise 22 yıl çeşitli hapishanelerde kalmıştır.
Tüm bu süre içerisinde hapishanelerdeki direnişlerde ön saflarda, aktif olarak yer almıştır. Taviz vermemiş ve direniş geleneğini sürdürmüştür.
Hapishanelerde geçirdiği dönemlerde yapılan saldırı ve baskılara karşı direniş geleneğiyle hareket etmiştir. Açlık grevleri ve ölüm oruçlarında aktif yer almıştır. Hapishane koşullarında birçok tutsakta olduğu gibi, Müslüm Elma’da da sağlık sorunları baş göstermiştir. Almanya’ya iltica ettiğinde sağlık tedavisine başlanmıştır.
Almanya’daki tutuklama da tutuklananlar açısından sağlık sorunları oluşturmuştur. Müslüm Elma’da bu süreçte Polistemi Vera isimli kan hastalığı oluşmuştur.
Kısacası Türkiye zindanlarından miras hastalıklarına Alman burjuvazisinin zindanları da bir başka hastalığı dahil etmiştir…
Uluslararası kapitalizmin yargı, yasama ve yürütme kurumları agresif bir hal almıştır. Nitekim bunun sonucu kendi yasalarıyla bile bağdaşmayan tutuklamalar ve hücrelerde tecritte tutmalar, saldırganlıklarının açık ve bariz göstergeleridir. Amaç demokratik kitle örgütlerini yıpratmak ve baskı altına almak, o saflarda yer alanları sindirmek ve etkisiz kılmaktır.
Elbette ki bu baskı ve saldırı, salt göçmenlere yönelik değildir. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde baş gösteren işçi ve gençlik hareketlerinde görüldüğü gibi bu ülkelerin halkı da hedef alınmaktadır. Sisteme ve rejime yönelebilecek olası hareketleri şimdiden bastırmaktır.
Bu, tüm burjuva katmanlarının karakteristik yapılarının sonucudur.
Münih dava tutsakları da Alman mahkemelerinde yaptıkları savunmada uluslararası kapitalizmin mevcut durumu ve izlediği politikalar ve gerçekleştirdikleri saldırılara dikkat çekerek bu gerçeğe vurgu yapmışlardır.
Artık kronikleşen krizin harmanladığı kısır döngüden bir türlü çıkamayan sistemin mahkemeleri ve işletilen hukuk sistemi de iyice çığırından çıkmıştır.
Bu durum ırkçılıkla, gelişigüzel baskın ve tutuklamalarla, sistemin ortaya çıkmasına zemin sunduğu koronavirüsle, girilen faşistleşme süreci vb. gelişmelerle daha net bir şekilde açığa çıkmaktadır. Ama ezilen sınıfların sömürüye karşı ve demokratik haklar için mücadelesi de ivme kazanıyor. Ve bu mücadele daha ilerilere taşınacaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın!
Son Haberler
Sayfalar

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”
Siyaseti, somut şartların somut tahlili sonucunda izlenecek yol ve yöntem olarak tanımlamak mümkün.Somut şartların somut tahlilini yapıyorsanız,yani olguya objektif bakma kaygınız varsa,günümüzün Kürdistanını tanımlarken kullanmanız gereken kavramlar Kürd uluslaşması ve ulusal birlik,ulusal kongre,ulusal ordu,ABD,AB,Rusya,Çin,BM,dış dinamikler,enerji ve petroldur.“Çözüm süreci” adı verilen TC’nin Kürdistan ulusal kurtuluş hareketini çözme,Kürd özgürlük hareketinin de “ava gideni avlama” projesinde yukarıdaki kavramlardan sözeden yok.Tedavüldeki kavramlar silahsızlanma,Türkiye partisi,halkla

IŞİD değil, Türkiye saldırdı!
Kobanê’de üç ay gibi uzun bir süredir Kürt halkının onur savaşı verdiği biliniyor. Halk hem onur, hem de namus olan kimlik ve topraklarıyla birlikte, elde etmiş olduğu kazanımlarına büyük bir irade ile sahip çıkıyor.

Bir Bölündü İki Oldu Ya da Tarihsel Tekrar
Abartmak ile kucumsemek kardestir...Her ikisi de isci sinifi mucadelesine zarar verir...Tum mesele dogada, siyasette, felsefede, toplumda, bireyde, herseyi oldugu gibi, objektif, eksi ve arti yanlariyla dengeli degerlendirebilmektir...
Cunku hersey, buna biz de dahil, her zaman kutbun iki yanini icinde tasir..
Dialektik bize her zaman birin ikiye bolundugu gercegini soyler; bu birin kaderidir, onun ic yapisinin, ic celiskilerinin kacinilmaz sonucudur..

Mandela halkına ihanet mi etti?
Tarihteki pek çok acı örnekten de bilindiği gibi, liderlerine körü körüne bağlanan ve onların her söz ve hareketine tanrısal anlamlar yükleyen halkların sonu kahredici bir hayal kırıklığı ve çoğunlukla da yıkımdır.

PKK’limisin?-Dursun Ali Küçük
1-PKK Bağımsız ve demokratik Kürdistan için yürüttüğü direnişle var oldu.

Teorinin Maddi Güç Olması
Çin’de kültür devrimi sırasında „Felsefe Bir Sır Değildir“ adlı bir broşür yayınlanmıştı. Burada, kitlelerin Mao’nun düşüncelerinin pratiğe uygulanışının birebir örneklerine yer verilmiştir. Özellikle kırsal alanda köylülerin bu düşünceler sayesinde üretimi nasıl geliştirdiklerinin ve sosyalizmin adım adım inşasının örnekleri verilir. Ve köylüler şöyle der:

TKP/ML: “Hindistan’da halkları kurtuluşa götürecek tek güç HKP(M)’dir”
Yoldaşlar,
Hindistan Komünist Partisi (Maoist)’in kuruluşunun 10. yılını TKP/ML olarak en içten devrimci duygularımızla selamlıyoruz.

Dersim Seferi Yine Hüsranla Bitecek!
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Dersim’e gideceği, (çok zayıf bir olasılıkla da olsa ki, asla inandırıcı değil ) 1934 yılında yasayla ismi değiştirilen “Dersim” ismini geri vereceklerini ve Seyit Rıza ile yoldaşlarının mezar yerlerini açıklayacağı konuşuluyor..

İslami görünümlü faşist yapılanma: TC
“Yeni Türkiye”nin bir özelliği de uzun toplantılar yapılması oldu.Milli Güvenlik Kurulu'nun 10 saat 20 dakika süreyle tarihinin en uzun toplantısını yaptığı, Bakanlar Kurulu toplantısının 8.5 saat sürdüğü açıklanıyor. Ancak işin ilginci AKP'nin “yeni Türkiyesi”nde bu toplantıların uzun sürmesi de (artık iyice kanıksandığı üzere) bir propaganda malzemesi olarak sunuluyor! Gerçekte toplantıların bu kadar uzun sürmesi iktidar partisinin içinde bulunduğu sıkışmışlığın ürünü olmakla birlikte, “havuz medyası” bu durumu bir başarı hikayesi olarak sunuyor!