NEDEN KAYPAKKAYA

“Kemalist diktatörlük, Türk şovenizmini körüklemeye girişti! Tarihi yeni baştan kaleme alarak, bütün milletlerin Türk’lerden türediği şeklinde ırkçı ve faşist teoriyi piyasaya sürdü. Diğer azınlık milliyetlerin tarihini, kitaplardan tamamen sildi. Bütün dillerin Türkçeden doğduğu şeklindeki “Güneş Dil Teorisi” safsatasını yaydı. “Bir Türk dünyaya bedeldir!”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” cinsinden şovenist sloganları ülkenin her köşesine, okullara, dairelere, her yere yaydı. Böylece, çeşitli milliyetlere mensup işçiler ve emekçiler arasına milli düşmanlık ve kin tohumları saçtı; işçilerin ve emekçilerin birliğini ve dayanışmasını baltaladı. Türk işçi ve emekçilerini, kendi şovenist politikasına alet etmek istedi! Kemalist diktatörlüğün milli meselede izlediği çizgi, tam anlamıyla Türk şovenizmidir ve bilindiği gibi, faşist diktatörlüklerin bir özelliği de hâkim ulus şovenizmini körüklemek, milli düşmanlıklar yaratarak ve kışkırtarak, emekçi halk kitlelerini bölmek, birbirine düşürmektir”. İbrahim KAYPAKKAYA
Deniz, Mahir ve İbrahim’in görüşlerini yayınlarken; yorum yapmadım. Amacım yeni nesil saflarını belirtirken birilerin etkisinden kalmadan Mahir’i, Deniz’i ve İbrahim’i birebir kendilerinden öğrenmek idi. Buna rağmen İbrahim’i öne çıkarttığım eleştirileri aldım. Haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Ben İbrahimci olduğum kadar, o kadar da Mahirciyim, Denizciyim, Mustafa Suphiciyim, Yılmaz Güneyciyim, Mazlum Doğancıyım, İrfan Çelikçiyim, Pir Sultancıyım, Şeyh Bedrettinciyim, dünyanın neresinde olursa olsun zalime karşı kim ki isyan bayrağını dalgalandırmışsa ben onun yanındayım.
Deniz, Mahir, İbrahim bize Türkiye devriminin rotasını göstermişlerdi. Yani hasta olan Türkiye’ye doktor gözüyle reçete yazmışlardı ve bugün görülmüştür ki Türkiye’nin iyileşmesi için İbrahim’in yazmış olduğu reçete uygulanırsa bu hasta ayağa kalkar, yani devrim olur. Mahir, Deniz, İbrahim her türlü revizyonist akımlara karşı silahlı mücadelenin önemini öne çıkarttırmışlardı. Yani ihtilalcıdırlar, üçünün de amacı aynıydı, devrim yapmaktı. Mahir ve Deniz bugün yaşamış olsaydılar, onlarda İbrahim’in söylediklerini onaylardı. Çünkü onların amacı devrim yapmaktı.
Mahir Çayan ve arkadaşları Deniz, Yusuf ve Hüseyin’i idamdan kurtarmak için, Kızıldere eylemini gerçekleştirmiştir. Aralarında ki devrimci ilişkiler, siper yoldaşlığı ve ruhuyla da kendilerinden sonra gelenlere örnek oldular. Onlar sisteme savaş açarken farklı kulvarlarda da olsa birbirlerini sahiplenmenin en güzel örneklerini gösterdiler. İbrahim ve arkadaşları, Nurhak dağlarında Sinan Cemgil’leri ihbar eden muhtarı bizzat kendisi cezalandırdı. Tıpkı Deniz’lerin idamını engellemek için iki hareketin ortak pratikteki sergilediği tutum gibi. İbrahim, Mahir, Deniz reformist ve parlamenterist mücadele anlayışına baş kaldırarak, Türkiye devrimci hareketine, yeni bir çığır açarak, mücadeledeki kararlılığı ile düzene doğrudan savaş açmıştır. O dayanışma ruhunu bugünde yoğun bir şekilde yüreğimizde hissetmeliyiz.
Mahir, Deniz ve İbrahim devrimci zoru da dönemin sosyalist hareketinden farklı bir şekilde ele almaktadırlar. “Savaş siyasetinin başka araçlarla devam ettirilmesidir” ilkesinden hareket ederler. İbrahim zoru, uluslar arası komünist hareketin tecrübelerinin izinden gidip, ülkenin üretim ilişkileri ve özgül koşulları çerçevesinde ele alarak “halk savaşı” yöntemini benimser. Dolayısıyla kendi sistematiğiyle, dönemin küçük burjuva fokocu hareketleri arasındaki anlayış farkını ortaya koyar.
İbrahim’in sistematiği, Mahir Deniz ve 71 devrimciliği içinde şu ayırt edici yönlere sahiptir:
1. Kemalizm’den köklü bir kopuş.
2. Kürt sorununda Marksist analiz.
3. Devrimci zoru, halk savaşı pratiğinde ele alma.
4. Ülkenin tarihini Marksist açıdan analiz etme
5. Kitlelerden kitlelere anlayışının amansız bir takipçisi olma.
İbrahim Kaypakkaya yıllar geçtikçe fikirleri, düşünceleri eskimek şöyle dursun, doğruluğu sosyal pratiğin içinde her gün daha fazla ispatlanan bir önderdir. Kürtlere ve Alevilere karşı uygulanan katliamlar ve soykırım politikası bile Kemalist politikanın faşizmin ta kendisi olduğunu göstermeye yeter. Kemalizm’e ‘ilerici’ diyenler onun baskılarına destek verdiler. Kemalist politikanın iğrençliğini ve halk düşmanı olduğunu İbrahim Kaypakkaya daha 1970’lerin başında ortaya koydu. Bugün T.C. Kaypakkaya’nın adından dahi korkuyorsa asıl gerçeklik buradadır.
Egemen sınıflar TC’nin kuruluşundan bu yana Kürt ve Alevi sorununu baskıcı ve katliamcı bir politikayla çözme yolunu seçtiler. Kurtuluş Savaşı sırasında Kürtlere ve Alevilere karşı Kemalistler ikiyüzlü bir politika izledi. Önce onların ulusal haklarını ve inancını tanıyacaklarını bildirdiler. Böylece savaş içinde Kürt’lerin ayrılmasını önlediler. Alevilerin de desteğini aldılar. Ancak Kemalistler hâkimiyeti sağlayınca, Kürtlerin ulusal istemleri ayaklar altına alındı. 1925 yılında bizzat Mustafa Kemal tarafında çıkarılan özel bir yasayla Aleviliği yasakladılar.
TC’nin ikiyüzlü politikasının anlaşılmasından sonra peş peşe patlayan Kürt ve Alevi İsyanları kanlı bir şekilde bastırıldı. Bu isyanlarda on binlerce Kürt ve Alevi kıyımdan geçirildi. Özellikle Şeyh Said ve Dersim İsyanlarında yüz bini aşkın Kürt ve Alevi katledildi. O günden bu yana da Kemalist katliamcı politika katı bir şekilde sürdüre geldi. Bugün bile Kemalizm’i aklama çabaları çırpınışları devam ederken, İbrahim Kaypakkaya Kemalizm’in faşizm olduğunu çok genç yaşında görmüş ve buna uygun bir komünist duruş sergilemişti. O cesareti, direngenliği ve düşünsel yapısıyla örnek bir Komünist olmuştur.
Kemalizm Kürt ve Aleviler için katliamlar ve baskı demekti. Türkiye’de tüm emekçilere yapılan baskı Kürdistan’da daha bir katı kitle katliamları, sürgün seri idamlar şeklinde uygulandı. Bazı burjuva aydınlarımızın ve kimi küçük burjuva solcularımız için ‘ilerici’ ve ‘demokratik’ olan Kemalizm aslında faşizmin ta kendisi idi. Bugünkü AKP hükümetinin, Kürt’lere ve Alevilere yönelik politikası, 1920’den buyana uygulanan Kemalist politikasının kendisidir.
Mahir de Deniz de İbrahim kadar ihtilalcıydılar. Bu düzenin yıkılması için bedel ödediler. Bugün yapılması gereken onların yarım bıraktığı davayı sürdürmektir. Devrimcilere düşen görev: Hastayı iyileştirmektir. 1970’lere takılıp kalmak değildir. Mahir’leri Deniz’leri İbrahim’leri doğru anlamaktır.

Barış Aydın
Barış Aydın özellikle devrimciler ve aleviler hakkında yazılar üreten aydınımızdır.
barisaydin@kaypakkaya-partizan.net(Hazırlanıyor)
Son Haberler
Sayfalar

Devrimci Pratik ve Militanlaşma
Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I
Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!
Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.
Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?
"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,
Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Bugün Galatasaray Meydanında bariyerler bir genişledi ve arkasından geri daraldı.
Meydana gelmeden meydana açılan her yol denetim altına alınmış, polis denetiminden ve üst aramasından sonra meydana girdik... Arkasından heykelin olduğu yere geldim, orası da bariyer ile çevrilmişti, ön taraftan giriş yerine yan taraftan giriş açılmıştı, oradan da üst aramasından geçip oturma eyleminin olacağı heykel çevresine geldik. Heykel, cumhuriyetin 50. Yıl heykeli. 100. Yıl heykeli yapıldı mı bir yerlerde bilmiyorum...
Bariyer içinde bariyer ve onun içinde izin verilen sınırlar içinde acılarımızı haykırmak!

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – II
II.Bölüm:
Laz Nihat’ın başında bulunduğu ekip, öylesine şuursuzca bir gözü kapalılıkla kontraya tabi hareket etmekteydi ki düşünün, düşman operasyonlarının sürmekte olduğu bir arazide, başta ben olmak üzere, kendilerinden yana tavır almayacaklarına kanaat getirdikleri bir grup gerillayı silahsızlandırarak, öylece araziye terk etmeyi bile göze alabildiler…

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – I
Aslında bu konuyu yıllar önce kaleme aldığım “Dersim Dağlarında” ve “Mao Zedung Değerlendirmeleri” isimli kitaplarımda, yaşanan somut örnekler üzerinden irdeleyip, kendimce, genel yaklaşımın ne olması gerektiğini, özlü bir perspektif olarak ortaya koymuştum. Ancak ne var ki bu kitaplarda ki tüm diğer konular olduğu gibi, bu konu da ‘meşru muhatapları’ olması gereken kişi ve yapılarca; ‘üç maymun’ seçeneğiyle karşılanmaya devam ediyor.

TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!
Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.

Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...
"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"
Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.
Yıllardır tanırım seni.
Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.
Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.
Akraba desem, değil.
Komşu desem, hiç değil.

TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”
” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”
– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?
– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.

Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi
Ah... kuzucuğum ah...
Ne oldu bize böyle.
Ne oldu.
Her şey tıkırında giderken...
Neler yaşadık böyle.
Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne
Veyahut da.... veyahut da...
"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.
Yoksa... yoksa...
Daha dün bir; bu gün iki