Pazar Mart 16, 2025

Neo-liberalizm, yükselen faşizm ve radikal İslam- Derya Barış

PEGİDA'yla DAİŞ, Altın Şafak'la Taliban, Boko Haram'la El Kaide kardeştir; neo-liberalizm ise bunların ebeveynidir. Neo-liberalizmi anlamadan radikal İslam'ı ve Avrupa'daki faşizmi anlamak, Batı'daki faşizan eğilimlere bakmadan radikal İslam'ı algılayabilmek mümkün değildir.

Charlie Hebdo saldırısı, 'ama'sız ve 'fakat'sız kınanması gereken bir katliam. Hebdo'ya dair söylenecek herhangi bir söz, bu saldırının korkunçluğundan bir şey kaybettirmeyecek nitelikte. Özellikle son zamanlarda Hebdo'nun cinsiyetçi, ulusalcı ve göçmenlere karşı yaklaşımları düşünüldüğünde "Je Suis Charlie/Ben Charlie'yim" demek zorlaşırken saldırının ardından asıl okunması gereken radikal İslamın ve buna koşut olarak, biri bir diğerinin nedeni olmamak üzere, Avrupa'daki faşizm metnidir.

Charlie Hebdo'nun son zamanlardaki içeriğini, Chomsky'yi anti-Amerikancı ilan etmesi de dahil, Fransa muhalefetinin Hollande iktidarından sonra kapıldığı ulusalcı-refleksif rehavet olarak yorumlamak pek mümkün. Hebdo katliamı ardından gerçekleşen ve eli kanlı pek çok devlet başkanının da katıldığı "Teröre Lanet Yürüyüşü" Fransa'da yaşayan emek ve demokrasi güçlerince ulusalcı bulunmuş, Türkiye'deki "cumhuriyet mitingleri"yle eş değerde tutulmuştur. Peki, katliamı lanetleme biçimiyle bu katliamı yaratan temel sebebin benzerliği var mı?

Üç kişilik radikal İslamcı bir grubun gerçekleştirdiği bu katliamı tekil olarak görmek bizi pek çok hataya düşürecektir. DAİŞ, Taliban, El-Kaide ve Boko Haram kuşkusuz bu saldırının geniş çerçeveden bakıldığında görülecek fikirdaşlarıdır. Avrupa ve Amerika tarafından pompalanan neo-liberalizm balonunun patladığı en büyük deliklerden biri radikal İslamdır.

Taliban'ın, Pakistan'daki feodal beyler ve topraksızlar arasındaki çelişkilerden beslendiği ilk elden söylenebilir. Ancak mercek altında incelendiğinde, bu ne anlama gelir? Herhangi bir komplo teorisi kurmaktan imtina ederek, topraksızların tüm bu çelişkiler, İslam'ın ganimet ve savaş söylemi, finanse edilen büyük bir örgüte katılımı gayet rasyonel değerlendirilebilir. Neo-liberal güçlerce bu çelişkilerde güçlerin kendi müttefikleri aleyhine Taliban'ın finanse edilmesi, kontrollü kaos fikirlerini de akla getirmektedir. Gel gelelim, neo-liberalizmin kendi silahı yine kendini vurmuştur. Küçük bir örnek hatırlamakta yarar var: Pakistan'da güç sahibi olan Taliban, oje süren kız çocuklarının elini keseceğini söylediğinde dönemin Fransız cumhurbaşkanı Sarkozy, buna müdahale edilmesi gerektiğini, bunun alenen Batı'yı aşağılamak olduğunu belirtmiştir.

El-Kaide, dünyadaki tüm radikal İslam dendiğinde, 11 Eylül saldırısı da düşünüldüğünde akla ilk gelen örnektir. Amerika'nın Sovyetler aleyhine desteklediği bu örgüt, istenen işlevini bitirdiğinde bu sefer de Ortadoğu'da kullanılmak üzere manipüle edildi. Batılı değerlerin nefreti ve vatanperverlikle de pompalanan bu örgüt, Suriye'de El Nusra, Nijerya'da Boko Haram'ın üremesinde etkin oldu. Sadece Nijerya'da uzun zamandır süren iç savaş ortamı değil, neo-liberalizmin dünyayı sömürmesi, çevresel felaketler de göz önüne alınmalıdır, Büyük sermayeye sağlanan ucuz iş gücü, keskinleşen sınıf çelişkileri, feodal sistemin devamı, topraksız kalan köylülerin ve ucuz iş gücü olan işçilerin bu örgütlerin militanı haline gelmesi göz önüne alındığında bu örgütlerin gayet sınıfsal zeminlerde hareket ettiğini de gösteriyor.

DAİŞ ayrı ve uzun bir yazı gerektirir, Rojava'yı anlamadan DAİŞ'i anlamak mümkün değildir, DAİŞ sadece radikal İslamcı değil aynı zamanda Rojava'daki insanlık devriminin de karşı-devrimcisidir ve Türkiye'nin de büyük katkılarıyla serpilip boy atmıştır. Bu vesileyle bu da başka bir yazının işaret fişeği olsun.

Dönelim 'Batı' cephesine. Batı'da son yıllarda yükselen faşizmi görmemek, görmek istemeyenler için bile çok zor bir hal aldı. Yunanistan'daki seçimler yaklaşırken ırkçı Altın Şafak Partisi'nin yüzde 6-7 bandında oy alması, ekonomik krizlerin ve Yunanistan'daki işsizlik oranları da göz önüne alınarak değerlendirilmelidir. Yunanistan'da yükselen olası SYRİZA iktidarına karşı antifaşist birleşik hareket tarafından sokaklardan silinen ancak oy oranı azımsanmayacak ölçüde olan Altın Şafak, ırkçı söylemler geliştirmesi ve göçmen nefreti gibi arka planlarla Ortadoğu'nun faşizminden ayrışmakta, ancak Avrupa'nın yükselen faşizminin tipik bir örneği olmaktadır.

Almanya'da derin devlet tarafından desteklendiği bilinen PEGİDA hareketi ise, kendini sistem ve devlet karşıtı olarak tanımlamakla bilinen faşizm söylemlerinin dışına çıkıyor. PEGİDA'nın bu karşı çıkışı gençler arasındaki işsizlik, halktan alınan verginin artması ve enflasyonken, neo-Nazi söylemleriyle destekledikleri eylemlilikleri, Avrupa'da yaygın olan göçmen nefretinden nasibini almaları ve isimlerinde de belirttikleri gibi Batı'da İslam'ı engelleyecekleriyle kanıtlanan İslamofobileri faşist özelliklerinin canlı kanıtları oluyor. Ne var ki, Almanya'daki birleşik antifaşist hareket PEGİDA'nın sokaklarda olmasını bile engelliyor.

Yazının başında da belirtilen Charlie Hebdo katliamının ardından gerçekleşen 'Terörü Lanetleme Yürüyüşü'nün ardından Fransa'nın duvarlarında 'Araplara ölüm!', 'Müslümanlara ölüm!' yazılamaları görülmeye başlandı. Sokaklarda başörtülü bir kadının şiddete ve tacize maruz kaldığı doğrulandı. Sarkozy cumhurbaşkanlığında Romen göçmenlerin sınır dışı edilmesi için hazırlanan yasa tasarıları Fransa'nın yakın tarihinin yüz karası kararları.

Peki Avrupa'daki faşizmin şekillendiği göçmen ve mülteci karşıtlığı nereden şekillenmekte? PEGİDA'nın kullandığı kalıplar en güçlü ifade eden örnekler: "Göçmenler bizim mallarımızı, emeğimizi, işimizi çalmaya geldi. Onlar insan değil, hayvandan bile aşağıdalar." İlk olarak dikkate değer olarak görülen satır araları elbette ki işsizliktir, enflasyon ve vergi yüküdür; toptan bahsetmek gerekirse sınıf çelişkileridir. Bu da bize sınıfsal çelişkilerin derinleşmesinin devrime veya faşizme yol açtığını hatırlatıyor: Rojava'da devrim, Avrupa'da yükselen faşizm.

Uzun lafın kısası: PEGİDA'yla DAİŞ, Altın Şafak'la Taliban, Boko Haram'la El Kaide kardeştir; neo-liberalizm ise bunların ebeveynidir. Neo-liberalizmi anlamadan radikal İslam'ı ve Avrupa'daki faşizmi anlamak, Batı'daki faşizan eğilimlere bakmadan radikal İslam'ı algılayabilmek mümkün değildir.


70018

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

materyalist bilgi teorisi ve komünist partileri

 

“İnsan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar.” Marks

 

İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, insanın bilgisi  üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.

HER GÜN DÖRT İŞÇİ, BEŞ KADIN

“Son kötü günleri yaşıyoruz belki

İlk güzel günleri de yaşarız belki

Kekre bir şey var bu havada

Geçmişle gelecek arasında

Acıyla sevinç arasında

Öfkeyle bağış arasında//

Biz kırıldık daha da kırılırız/

Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”[1]

 

ÇİN: KARMAŞIK BİR SORU(N)…[1]

“ben hiç başlamamış bir dündeyim.

yağmur yağacak...

hiç başlamamış bir yarın çok var.

hiç bitmeyen bir dün de çok var...”[1]

 

Arif Dirlik’in, “Sadece bir ulus değildir; bir uygarlıktır,” notunu düştüğü Çin’in geneli veya özelde ise “bugünü” hakkında yazmak kolay değil.

Binlerce tarihsel bağıntı ve güncel referanslarıyla Çin, çoklu bir örnektir.

SINIF KONUŞMAZSA MEYDAN ÇAPULCULARA KALIR

Sayfalar