Pazartesi Ocak 20, 2025

Nerede Mücadele Varsa Kaypakkaya Oradadır!

 

Bugün coğrafyamızda devrim ve demokrasiye dair bir söz söylemenin Ortadoğu topraklarının bütününden bağımsız olmadığını vurgulamak gerekiyor. Bu topraklar propaganda edildiğinin aksine Ortadoğu’ya aittir. Diğer bir ifadeyle Türkiye toplumu, bütün başlıca çelişmeleriyle bir Ortadoğu toplumudur. Kemalist faşizmin “Batılılaşma” hedefiyle yarattığı sanal gerçeklik beraberinde kendisine ilericiyim diyenlerde bile topluma yabancı bir şekilleniş yaratmış durumdadır.

Bu şekilleniş köksüzdür, tarihi kendinden başlatır ve “efendiler biz bize benzeriz”de somutlanan -suigenesis (kendine özgü)- bir durum olduğunu ileriye sürer.

Bu ise Türkiye toplumunda ve bu toplumun “aydın”larında, kendi “doğu”sunda olan toplumlardan (Ortadoğu halklarından) daha “ileri”de olduğu yanılsamalı bakış açısının ortaya çıkmasına yol açar. Bu “üstün”lük düşüncesi beraberinde kendisi dışındakilerin ilerici, devrimci bir “şey” yapamayacağı ön kabulüne varır. Yani Ortadoğu halkları ilerici hamleler yapamazlar! Devrim onların ne haddine!

Bu bakış açısı, bu topraklarda TC devletinin hem kendi hem de DAİŞ ve artıkları aracılığıyla yürüttüğü savaş politikalarına karşın Kürt halkının kazanımlarının da dar bir bakış açısıyla değerlendirilmesine neden olur. Oysa yaşanan süreç, TC devletinin izlediği işgal ve ilhak saldırıları, bunun karşılığında başta Kürt halkı olmak üzere bölge halklarının direnişi böylesi dar bir bakış açısıyla değerlendirilebilecek bir durum değildir.

Yaşanan süreci, TC devletinin saldırganlığını ve bölge halklarının direnişini hem tarihsel hem de güncel bir bütünlük içinde okuyabilmek için bu noktalara dokunmak gerekir. Bu başlıklara değinirken sübjektivizmden uzak durmak, dogmalara düşmemek bir hayli zordur. Çünkü “baktığımız yerden okumak” ve “dar kalıplarımızı bir bariyer ve savunma aracı haline getirmek”, genetik bir “hastalık” gibidir.

Örneğin Rojava’da yaşanan ulusal demokratik devrim sürecini, “devrim” olarak tanımlamaktan uzak durmak, dahası bu süreci “emperyalizmle işbirliği” olarak görüp küçümsemek ve uzak durmak bu bakış açısının ürünüdür. Bunun en başta gelen nedeni yukarıda işaret ettiğimiz üzere ezen ulus milliyetçiliğinden kopamayan sosyal şoven bakış açısıdır.

 Devrimci Dayanışma ve Mayıs

Mayıs’ın bu topraklarda ölümsüzleşenlerle kazandığı anlama ve 71 devrimci çıkışına değinmek için 1960’lardan 68 kuşağına kadar dünyada dalgalanan isyan ve direniş gerçekliğini görmek gerekiyor. Paris’ten Rojava’ya bir akışın olduğunu göz ardı etmemek ve -süreçlerdeki hata ve eksikliklerimizle beraber- bütünlüklü bir yaklaşım sergilemek gerekiyor. Çünkü gün, tarihin birikiminden şekilleniyor.

Kaypakkaya yoldaşı dönemdaşlarından ayıran en önemli özelliği tarihi kendisine rehber edinmesidir. Kürtleri, Ermenileri, ezilen kimlik ve inançları, Kemalizm’i berrak bir şekilde değerlendirmesinin ve devrimin yolunu-yöntemini belirlemesinin temel etkeni; tarihin arka planına olan hakimiyetidir. Bu nedenledir ki 71 çıkışında diğer devrimci önderlerin kaçırdığı ve göremediği noktaları açıkça ortaya koymaktadır.

31 Mayıs 1971’de katledilen Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alpaslan Özdoğan; 6 Mayıs 1972’de idam edilen 71 devrimci çıkışı önderlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan; 18 Mayıs 1973’te Amed zindanlarında işkencelerle katledilen TKP-ML’nin kurucusu ve 71 çıkışının güncel aynası İbrahim Kaypakkaya; 1977’nin 18 Mayıs’ında katledilen PKK kurucu kadrolarından Haki Karer; tarihe “Dörtler” olarak geçen ve 1982’de Amed zindanlarında yaşanan işkenceye karşı bedenlerini ateşe veren Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Mahmut Zengin ve Eşref Anyık; 9 Mayıs 2017’de bu tarihsel mirası yüklenerek yolunu berraklaştıran Ulaş Bayraktaroğlu…

Onlar Mayıs’ın birer simgeleridirler. Mayıs şahadetlerinde hesap sorma bilinciyle şekillenen dayanışma pratikleri, bugün Ortadoğu topraklarında her alanda devrimin ve demokrasi mücadelesinin dayanışmanın ötesinde bir pratiksel anlam kazandığını vurgulamaktadır.

Burada yaratılan her değer, tarihin farklı dönemlerinin özgünlüklerini ortaya koymanın yanında bir bütünselliği de vurgulamaktadır.

Kaypakkaya; Kürt, Ermeni, Rum… Öteki Olabilmenin Adıdır!

71 kopuşunun özgünlüğü; elbette bütünlüklü bir devrim programı olarak Kaypakkaya’nın pratiğinde var olmuştur. Ama asıl soru, Kaypakkaya’nın bu özgünlüğünün ne kadarının Kaypakkaya’ya atfedildiği ya da daha önemlisi biz ardılları da dahil; Kaypakkaya’nın özgünlüğünün pratiksel anlamda ne kadar var edilebildiğidir.

Yıllardır her dönemde tartıştığımız, belki son on yıldır Türkiye devrimci hareketinin bir bölümünün pratiğinde somutluk kazanan ve turnusol kâğıdı görevi gören Kürt ulusal sorunu mesela. Açıkça ifade edebiliriz ki; Kaypakkaya, tarihin arka yüzünü gören ve güncelleyen bir metottur.

Bu nedenle o, başlıca çelişkiler olarak ifade ettiğimiz bir dizi toplumsal sorununun arka perdesini görmenin ötesinde sistematik bir biçimde ortaya koymuştur. Ve bu bilinç netliği Kaypakkaya’yı bir yanıyla Kürt yapan olgudur.

Yukarıda da belirttiğimiz ifadelerden yola çıkarak denilebilir ki, süreçleri bir bütün okumak ve yönelim belirlemek Kaypakkaya’yı Kaypakkaya yapan temel taştır. Bu nedenle, devrimi ülke sınırlarına hapsetmek, tarihsel noktaları sadece bir değer biçimiyle ele almak, Paris’ten Rojava’ya diyalektik bir bağ kurmamak …  Kaypakkaya’yı anlamamakla eşdeğerdir.

Özcesi nerede bir direniş, nerede bir mücadele varsa Kaypakkaya oradadır. Orada olmak zorundadır. Bu çizginin en somut ifadesi Nubar Ozanyan’dır. Ozanyan, Türkiye’de, Paris’te, Filistin’de, Karabağ’da ve Rojava’dadır.

Nerede baskı ve zulüm varsa orada, devrimci direniş saflarındadır. Filistin’de Arap, Karabağ’da Ermeni, Rojava’da Kürt’tür! Kaypakkaya’nın ve mayıs şehitlerinin mirası Nubar Ozanyan’ın pratiğinde yaşatılmıştır/yaşatılmaktadır.

4384

Özgür Gelecek

Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Özgür Gelecek

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Sayfalar