Cumartesi Eylül 21, 2024

Prof. Dr. Korkut Boratav CHP’den Sermaye Sınıfıyla Hesaplaşmasını İstiyor...

Marksist iktisat Profesörü Korkut Boratav, gazeteci İrfan Aktan’a verdiği mülakatta, sürece ilişkin gerçekten de çok değerli ve devrimci sol-sosyalist ve komünist politik öznelerce dikkate alınması gereken çok önemli siyasi ve iktisadi analizler yapıyor, saptamalarda bulunuyor. 

Örneğin kendisine sorulan şu soruya verdiği yanıtta olduğu gibi:

Yoksulların, alt sınıfların bu kadar derin bir kriz yaşadığı dönemde nasıl oluyor da ideolojik hegemonyayı yine de iktidar sağlayabiliyor ve buna karşı güçlü bir sol alternatif çıkmıyor?” (abç)

Somut bir teşhis yapmak zor. Bunun cevabını ne sen verebiliyorsun ne de açık-seçik ben verebilirim. Parlamenter sistemin bazı özellikleri var; devrimci örgütlenme sistemlerini dışlıyor, ister istemez kitle partilerine prim veriyor. Sosyalist ve devrimci partiler de bu zehrin içine giriyor. Ayrıntıya girmenin de isim vermenin de gereği yok ama kendisine Marksist diyen, devrimci veya Leninist olduğunu iddia eden legal üç-dört parti var; fabrikalarda ne kadar temsilcileri var? Galiba 2020 yılında, kargoculardan başlayarak, kendiliğinden sınıf hareketleri patlak verdi. Migros depolarını yöneten sermayedarın evini buldular ve orayı kuşatmaya başladılar. Sınıf mücadelesi böyle yapılır. Ama hangi parti bunu sürükledi? Yok! Bunun cevabı yok, çünkü parti yok (okur hatırlayacaktır muhtemelen; konunun bu boyutu, gerek legal parti sorunu işlenirken kullanılan “ofis partileri” ve keza gerekse bir başka yazıda ki “tabela devrimciliği” ifadeleriyle, tarafımdan da dile getirilmişti. BN.) Meselenin bir diğer boyutu ise demin söylediğim ideolojik hegemonya. Kitleler kurtarıcı arıyorlar. Yani kişiler önem taşıyor. Parlamenter sistemin yapısı için de bile muhalif kitle lider arıyor, örgüt aramıyor, örgüt bulamıyor.”

Sınıf mücadelesi”, “sınıf içinde örgütlenme”, “sınıfı örgütleme” ve “devrimci siyasal mücadele yürütme” iddia ve derdi olan her politik özne bakımından, Boratav hocanın bu sözleri yorum gerektirmeyecek açıklıkta olup, öğreticidir de.

Söz konusu böylesi değerli ve öğretici örnekler çok olduğundan, daha fazla örneklemeler yapmadan, doğrudan mülakatın kendisinden okunmasını salık vermek, sanırım çok daha isabetli olacaktır.

Tabii mülakatta maalesef ki her şey böyle düzgün ve de “kitabın ortasından” denilebilecek kadar doğru ve isabetli değil. Bunlar içinden belki de en öncelikli olarak öne çıkarılması gerekeni; “Bütün gidişata baktığınızda, önümüzdeki birkaç yılda emekçi sınıfların hayatı nasıl şekillenecek?” (abç) sorusuna verdiği yanıttaki şu belirlemesidir:

Siyasette büyük ittifaklar gerekecek. Büyük ittifaklarda da Türkiye’nin devrimcilerinin aktif rol alması lazım. CHP içinde de DEM Parti içinde de… Bu iki büyük örgüt olmadan bir sınıf ittifakı mümkün değildir. Bu iki akımın da kendilerine özgü ideolojik saplantılarından arınmaları lazım. Kürt hareketi için (…) bilgim yok. Ama CHP için; sınıf programı yapacaksan, sermaye sınıfıyla hesaplaşmayı göze alacaksın. İkincisi, emeğin kayıplarının telafisi için de hesaplaşmadan olmaz. Üçüncüsü, neo-liberal reçetenin sana sunduğu durgunlaşmayı aşmak için dinamik ve yine emeği gözeten bir inşa programına geçmelisin. (…)” (abç)

Sayın Boratav CHP’yi emekçi sınıflardan biri, birkaçı veya belki de tümünün partisi olarak mı görüyor acaba? Gerek yukarıda altı çizili olan ve gerekse birkaç paragraf yukarıda, bir başka soru vesilesiyle ifade ettiği; “… muhalefet sermayeyi ve uluslararası sermayeyi ürkütmeme derdinde.” (abç) şeklindeki bu sözleriyle, sanki de böyle görüyor gibi.

Acaba sayın Boratav da mı diğer bir takım küçük-burjuva sol hareketler ve keza kendilerini “sol-Kemalistler” olarak tanımlayan, örneğin bugün artık tamamen bir kontra hareketi olarak da özüne rücu etmiş olan Doğu Perinçek kliği gibi, Kemalist hareket ve iktidarını orta burjuvazinin hareketi ve iktidarı olarak değerlendiriyor? 

Şayet böyle görüyorsa, Marksist bir iktisatçı profesör açısından, dünü ve bugünüyle CHP gibi köklü bir devlet ve sistem partisine ilişkin böylesi bir sınıf temsiliyet analizi, sizce de çok vahim bir yanlış değil midir? 

Varsayalım ki tarih sahnesine çıkışı ve iktidarının o kısacık ilk dönemleri itibariyle, orta burjuvaziyi temsil ediyor olan CHP, sürecin sınıfsal güçler denkleminde, Mao Zedung’un yorumladığı kriterlere uyarlı olarak da “halk sınıf ve tabakaları kapsamında” olmuş olsun. Ama bir Marksist olarak Boratav Hoca bilir ki iktidarını oturtup, artık başta işçi ve köylüler olmak üzere tüm emekçiler ve keza başta Kürtler olmak üzere tüm diğer azınlık milliyetler ve farklı inanç grupları üzerinde tam bir ırkçı-faşist diktatörlüğe evrildiği o an itibariyle o artık halk sınıf ve tabakalarından biri olma özelliğinden sıyrılarak; halk sınıf ve tabakalarıyla arasında antagonist çelişkiler olan bir sınıfa veya sınıflar blokuna mensup olur.

Normal koşullar da “orta” da olsa, sınıf olarak o, emekçi sınıf ve katmanlar kategorisinde değil; emek-sermaye denkleminde, sermaye sınıfı kategorisindedir zaten. Sermaye sınıfı kategorisinde ilk başlarda sermaye büyüklüğü oranlaması üzerinden “orta sıklet burjuva” bir kesimin devlet iktidarını ele geçirip, tüm kamu imkanlarını kullanır hale geldikten sonra da hâlâ büyük burjuva statüsüne geçmeyerek, orta burjuvalığa devam ediyor olması, herhalde ki “hayatın olağan akışına ters bir durum” olsa gerek. (Sayın Boratav şayet böyle bir görüşe sahipse; bu, yine biraz Mao Zedung’un artık sosyalist inşa sürecinde olduklarını ilan ettikleri bir aşamada bile hâlâ o “orta/milli burjuva” olarak tanımladığı burjuva sınıfını halk saflarında ve iktidar ortağı olarak görme ve onun üzerinde herhangi bir tahakküm kurmayı reddetmesine benziyor demek, hiç de yanlış olmayacak. Mao Zedung, tarihin bu kesitin de -ve belki biraz da SBKP 20. Kongresinde, sosyalizm koşullarında sınıf mücadelesinin ısrarla sürdürülmesi Leninist ilkesine karşı hâkim hale gelen “barış içinde bir arada yaşama” modern revizyonist akımın da etkisiyle- sosyalizmin inşa sürecinde hayati öneme sahip Leninist proletarya diktatörlüğü teorisiyle arasına koyduğu mesafenin bedelini, tarihin muhteşem ilklerinden biri olarak kayda geçen BPKD’ye de vesile olan, parti ve devlet iktidarını kapitalist yolcu revizyonist kliğe kaptırarak ödetti sınıfa, halka, partiye ve kendisine.)

Yani her halükârda CHP, iktidar partisi olarak hâkim güç haline evrildiği o tarihi süreç itibariyle artık hem bir “orta burjuva” ve hem de zaten halk sınıf ve katmanlarından biri olma vasfını aynı şekliyle koruyor olması, eşyanın tabiatı gereği, zaten mümkün de değildir. 

Geriye sadece CHP’nin daha sonradan büyük, halkımızın tabiriyle kodaman burjuvazinin, Kaypakkaya’nın tabiriyle “komprador burjuvazi ve büyük toprak ağaları sınıfının” diğer bazılarımızın ise artık buna; “işbirlikçi tekelci burjuvazinin” dediği burjuvazinin partisi olmaktan vaz geçip, kendisini halk sınıf ve katmanlarından biri, birkaçı veya tümünün temsilcisi olarak yeniden programlama ihtimali kalır. Peki böylesi bir dönüşüm yaşanmış mıdır?

Yadsınamaz bir gerçek ki olgular böyle bir savı desteklemiyor. Yani CHP dünüyle ve “değişim” şiarıyla gelen Özgür Özel dönemi olarak bugünüyle de sınıfına ihanet edip, halk sınıf ve katmanlarından biri konumuna geçmemişken; tekelci burjuvazinin bir kanadının has temsilcisi olarak varlığını devam ettirmekte olan CHP; nasıl olacak da halk sınıflarının çıkarına olacak şekilde bir “sınıf programı” yapması ve keza bu uğurda “sermaye sınıfı ile hesaplaşmayı göze alması” mümkün olabilecek acaba?

Kaldı ki CHP veya başka herhangi bir burjuva partisinin “neo-liberalizme” karşı çıkıp, kapitalist-emperyalist sistemin çıkarına hizmet edecek başka bir model veya sistem önermesi, bunun için halktan destek talep etmesi vs. vs, onu tekelci burjuva partisi olmaktan çıkarıp, halk sınıfları kapsamına taşımaz. Nitekim “neo-liberalizm” denilen sistemin uygulanmaya girişinin şunun şurasında 35-40 yıllık bir mazisi var, değil mi? Öncesinde uygulanan ve denenen diğer pek çok farklı model ve sistemler, acaba kapitalist-emperyalist sisteme içkin şeyler değil miydi?

Keza Kürt Özgürlük Hareketi de ismindeki “İşçi Partisi” sıfatına rağmen, sınıfsal bir hareket olmayıp, bünyesinde Kürt milli/orta burjuvazini de barındıran ve programsal olarak zaten kapitalist burjuva sisteminin esası da demek olan özel mülkiyet sistemini kaldıracağını öngörmeyen (gerek Öcalan ve PKK’nin mevcut “üniter devlet” içindeki bir çözümü öngören ‘yeni paradigmaları” ve gerekse de HADEP’in TÜSİAD’ı ziyareti ve onunla barış içinde bir arada yaşamaktan duyacakları memnuniyeti dile getirişleri biliniyorken) bu anlamıyla da esasen bir “orta burjuva” temsilcisi hareket gerçekliği söz konusuyken; kim ne adına CHP ve DEM Partiye  sınıfsal bir ittifak kurdurup, emekçi sınıflar çıkarını önceleyen bir “sınıf programı” hazırlatmayı mümkün görebilir, ilginç doğrusu. Bunu bir Marksist iktisat profesörünün öngörüyor olması ise, daha da ilginç. 

Alıntılar için bkz: 3.06.2024 tarihli artigerçek.com 

 

1920

Halil Gündoğan

Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Halil Gündoğan

Ermeni Soykırımında sol hareketlerin yaklaşımı

  Türkiye Devrimci Hareketi,kendi geçmişinin her zaman TKP'nin kuruluş tarihi ile başladığını açıklamaktadır.TKP'nin kuruluşu 10 Eylül 1920,yılına gelene kadar,19yy sonlarında Osmanlıda ,sosyalist hareketler kendilerini göstermişlerdir.Osmanlı imparatorluğunda ilk sosyalist Partisi 1890 yılında kurulan Devrimci Hınçak Partisi'dir.Türkiye'ye ilk defa,Komünist Manifestosu'nu Ermenice'ye çevirerek yayınlayan ilk sosyalist harekettir.Müslüman kesim içerisinde ortaya çıkan ilk örgüt,ise 1894-95 yıllarında İstanbul-Tophane'de,savaş sanayii fabrikaları işçileri tarafından kuruldu.Amele-i Osmanlı Cemi

7 Haziran genel seçimleri ve Devrimci-demokratik hareket:Umut Munzur

  

Nihayet 7 Haziran genel seçimleri sonuçlanmış, aşağı-yukarı beklentiler gerçekleşmiş ve tahmin edilen sonuçlar ortaya çıkmıştır. 7 Haziran genel seçimlerinin hâkim sınıflar cephesinden ve devrimci-demokratik güçler açısından ele alınış biçimi ve ortaya çıkan sonuçlara ilişkin tespitler ve önümüzdeki döneme dair değerlendirmeler yapılmaktadır.

Derin devletin savaş koalisyonu ve netleşen halk mevzileri

Burada iki gerçek ortaya çıkıyor; ya sermayenin yanında yer alacaksın, onun kölesi olmayı benimseyeceksin ya da ezilenin, emeğin, haklının yanında yer alarak bedel -bedeller ödemeye hazır olacaksın... Türkiye’de, Kürdistan’da ve Ortadoğu’da hızlı gelişmeler bize bu gerçeği gösteriyor. Öyle kıyıda köşede durmak, nabza göre şerbet vermek vakti bitti. O sebeple ki, hayatın olduğu her yerde saf belirlemek, risk almak, gerektiğinde ağır bedeller ödemeyi göze almalıyız.

PKK ve Rojava’nın kuantumsal sıçrayışı

  

Türk Ulus-Devleti kurulduğundan bu güne bu devlet, Türk ve İslam dışında ülkede yaşayan tüm halk ve inançlara sömürge hukukuyla yaklaşmış ve sayısız katliamlara imza atmıştır. Katliamlar salt fiziki olmamış, sosyal, ekonomik ve siyasal soykırımlarla birlikte asimilasyon ile de halk ve inançlar adeta kırımdan geçirilmiştir. Öyle bir ülke ki defalarca yapılan darbeler ve kurulan sayısız hükümetlerle neredeyse en çok Başbakan ve Cumhurbaşkanına sahip ülke olarak sıralamada dünyada birinci konuma gelmiştir. Tabi bu da bir yere kadar!

Yalancı Emzik

  

Galibi devlet ve onun partileri, mağlubu ise halk olan bir seçim koşusu daha bitti. Halk kendisine demokrasi diye yutturulan bu seçimle-farkında olmadan- bir defa daha kendi boyunduruğunu seçme özgürlüğünü kullanmış oldu! Gözler şimdi de koalisyon çalışmalarına çevrildi. Oysaki meclisteki partilerden hangisi hükümeti kurarsa kursun, ufukta halk için hiçbir ümit ışığı yok. Bu sömürgeci düzen ve onun kırbacı olan devlet, asırlar boyu emekçi halklara ne reva görmüşse bundan sonra da aynısını yapacaktır.

Süleyman Demirel bugün topraga verildi!

Demirel’in ölümünden bu yazıyı yazdığım şu anki durumuma kadar bir türlü rahat uyuyamadım, aklım kırk yıl önce yaşadıklarımıza git gel yapıyor. Yaşadığımız insanlık dışı işkenceler rüyama giriyor. Bizlere zulmü reva gören egemenlerin, sermayenin en kaşarlanmış ve derin devletin başı Demirel’den Medya övgüyle söz ediyor.

Tesadüflerle gezi'de gezdik

Tesadüflerin bu kadarı, nasıl bir günün içine sığar! Bu hepimizi nasıl güzelce “şaşkına çevirir”, bu şaşkınlık insanın yüreğinde “sevgi” denen o güzel duyguyu nasıl körükler!

-Ya tabular yıkıldı Türkiye’de ya! Saltanat devrildi. HDP’ye daha çok oy gelirdi ama, CHP’liler manevi geleneklerinden kopmaya cesaret edemediler. Ondan da kopsalar, umutlarının yıkılmasından korktular. HDP’yi görmeleri gerekiyor önce bir. Adımlarına güvenmeleri gerekiyor. Galiba tarih böyle birşey.

-Nasıldı o günler, anlatın canlı canlı duyma şansını yakalamışken?

Durum iyidir Demek ki doğru yoldayız:Sami Solmaz

“Sevgili Yoldaşlar

Bildiğiniz gibi bir süredir fazla yabancısı olmadığımız mekânlarda bulunmaktayız.

Bir kez daha yaşayarak görüyoruz ki, mücadele, karşıtların mücadelesi zaman ve mekân tanımıyor. Fakat öncellerimizin söylediği gibi düşman saldırıyorsa durum iyidir Demek ki doğru yoldayız.

Demeki karşıtımızla uzlaşmıyoruz ve düşmanın bize giydirmeye çalıştığı elbiseyi giymiyoruz.

Bir Saloko Lazım -dı

Yüreğim  sızlıyor.

Sonunda Demirtaş etniksel hareket etmeyen proletarya köylüyle tanıştı.

Herkes Demirtaş' ın nasıl yapması gerektiğini yazıyor çiziyor.

Kimine göre sokağı terk etmemeli.

Kimine göre de muhalefette kalmalı.

Ama bu birazda acımasızlık değil mi ?

Hatta kolaycılığa kaçmak.

Söylediklerimizin içerisinde biz neredeyiz ?

Daha doğrusu söylediklerimizi etniksel temellerle hareket etmeyi önceliği haline getirmiş insanlarda beklemek ne kadar doğru ?

Aslanın.... koçum... yiğidim

SEÇİMLERİN SONRASINDA...[1]

“Biri gerçeği söylerse, bir diğeri er veya geç yalanının ortaya çıkacağından emin olmalıdır.”[2]

Bir yük kalktı sanki omuzlarımızdan... Bu doğru. Hele ki son olarak Diyarbakır saldırısında koltuğu kaptırmama hırsının ne boyutlara varabileceğini gördükten sonra.  

Maskeli balo’da yeni perde :Seçim sonuçlari,koalisyon pazarliklari,uzlasma :Marko Karakaya

7 Haziran seçimlerinin sonuçları egemen sınıflar ve onların siyasi temsilcileri tarafından yeni yeni kavranmaya başlandı. Zira ortaya çıkan tabloya hazırlıksız yakalandılar. AKP’nin tek başına hükümet edeceğine dair eğilim esastı. AKP kliği oy kaybederek en fazla anayasayı değiştirecek koşulları sağlayamayacağını hesap ederken, diğer egemen sınıf klikleri de AKP’nin anayasayı değiştirecek olanaklara kavuşmaması üzerine hazırlıklarını yapıyordu. Ama 8 Haziran sabahı egemen sınıflar koalisyon koşullarına uyandılar.

Sayfalar