Perşembe Kasım 14, 2024

Provaksyon siyaseti

Dün İsviçre Basel'de 1 Mayıs mitingindeyiz. Yağmurlu ve serin bir hava...Gelecek güzel günler özlemi yüklenmiş bir 'avuç' coşkulu yürek. Toplumun üzerine serpilmiş ölü toprağı sessizliğine inat avaz-avaz özgürlük, eşitlik ve adalet taleplerini haykırıyorlar. Belki çok küçük, ama mevcut realitede, anlamlı ve değerli görkemli bir duruş abidesi misali...

 Oraya katılan her bir devrimci bilinç, bunun önem ve sorumluluğunun idrakindedir ille ki. Bir devrimci olarak bugünün anlam ve önemini en üst seviyede temsil edebilmek için özel bir gayret içerisinde olur. Büyük bir sorumlulukla, kolektif bir emeğin ürünü olarak kotarılan bugüne gölge düşürebilecek en ufak bir olumsuzluğa sebebiyet vermemek için, her zamankinden çok daha fazla bir duyarlılık içinde davranır.

 Yani normalde olması gerekenin bu olduğu düşünülür, değil mi? Ve ama biliyoruz ki haspel kader devrimci saflarda yer almış olan ve ama gerçekten devrimci bir öze sahip olmayan/olamamış bir yığın 'aykırı unsur' da söz konusu olabiliyor. Bu tipler dün de vardı, bugünde varlar ve maalesef yarın da olacaklardır.

Keza biliyoruz ki birçok burjuva-küçük burjuva öze sahip siyasi oluşumun siyaset yapış tarzında entrikalar, alavere dalavereler ve provokasyonlar başat yöntemler olarak yer tutar. Bu türden oluşumlar için önemli olan tek şey; dar grupsal çıkarlarının andaki ihtiyaçlarıdır. Stratejik ve taktik açmazlarının dayattığı çıkışsızlık ve geleceğin inşasını sağlayacak siyasetin üretilemiyor oluşunun sürüklediği bir “siyaset yapış tarzı”yla günü ve zevahiri kurtarma önceliği.

Ve keza biliyoruz ki bir de özel/ mesleki olarak provokatörler vardır. Bunlar, devrimci yapılar içine sızdırılan veya sonradan bir şekilde devşirilen karşı-devrim unsurlarıdır. İşleri güçleri buldukları her fırsattı veya özel bir gayretle yarattıkları her fırsatı devrimi ve devrimci yapıları zarara uğratma, demoralize etme, kitleler nezdinde itibar kaybına uğratma ve devrimci mücadeleyi daha geri pozisyonlara iteklemek için kullanmaktır.

 Sınıf mücadelesinin çetrefilli doğası, maalesef ki, bütün bunları bünyesinde barındırmaktadır. Dolayısıyla da komünizm idealine gönül vermiş ve günün devrimci görevlerini yerine getirmeye soyunmuş her bir devrimci yapı ve kişi; sınıf mücadelesinin gerek iç ve gerekse dış hatlarında bu türden örneklerle karşılaştıklarında; bunun ne türden bir provakasyon örneği olduğunu/ olabileceğini de ille ki sorgulamak ve açıklığa kavuşturup, ona göre de bir tavır takınmak zorundadır. Bu, sınıf mücadelesinin bir gereğidir: Yaşamak ve mücadeleyi ilerletebilmek için bu; kaçınılmaz devrimci bir görev ve sorumluluktur.

Dedikten sonra, bu yazıyı yazma gereği duyuran somut olaya gelecek olursak: Mitingin final sahnesindeyiz. Kitle toplanmış ve konuşmacılar konuşmalarını yapıyorlar. İsviçreli Anarşistler, Özgür Gelecek/Partizan kortejinin taşıdığı beş usta pankartında Stalin'e yer verilmiş olmasına itiraz ediyorlar ve bununla kendilerinin provoke edilmek istendiğini dile getiriyorlar. Partizan adına yetkililerden bir arkadaş kendilerine gereken açıklamayı yapıyor. Fakat buna rağmen Anarşistler adına konuşmacı arkadaş, Stalin hakkında ileri geri laflar etmeye başlayınca, Özgür Gelecek/Partizan mensubu bir iki arkadaş sloganlarla konuşmaya müdahalede bulunur. O esnada Yeni Demokrasi/Partizan grubundan birkaç kişi ise Anarşistlere fiziki saldırıda bulunur. Bunun üzerine Özgür Gelecek grubundan A.A, araya girerek duruma müdahale etmek ister. Ve fiziki saldırıyı başlatan Yeni Demokrasi grubu yetkililerinden A.B.’yi, yaptıklarının yanlış olduğu konusunda ikaz eder.

Ancak ne var ki A.A’nın bu devrimci sorumluluğu A.B tarafından yumrukla karşılanır. Evet, A.B herhangi bir tartışmaya falan girmeden, orda toplanmış kitleye ve 1 Mayıs gününe karşı hiçbir devrimci sorumluluk taşımadan, ortamı provoke edecek olan o yumruğu atıverir. Hem de halk saflarından, devrim saflarından birine...

Özgür Gelecek/Partizan grubundan arkadaşların devrimci bir sorumlulukla araya girmeye ve durumu yatıştırmaya çalışma gayretleri başta A.B olmak üzere grubun belirgin bazı simaları tarafından ('komünistler baş örtülü bacımızın üzerine işedi. Camide içki içtiler' tarzı bir kışkırtıcılık ile) provakasyonu büyütme bahanesi yapılmaya çalışıldı. Gözü dönmüşçesine bir gayretle, araya girip yatıştırmaya çalışan herkes, düşman muamelesiyle karşılandı. (Bu hoyratlık karşısında öfkelenen bir iki kadın arkadaşın baş provokatörlerden biri olan K. Koduyla anılan kişiyi tekme ve çek pas sapıyla darp ettiklerini de daha sonra öğrenmiş olduk. Gayet tabii ki grup sorumluları ve diğer arkadaşlar tarafından eleştirildiler bu kontrolsüz öfkelerinden ötürü.)

Bu aleni provokasyona daha fazla fırsat sunmamak adına Özgür Gelecek/Partizan grubu yetkilileri grubunu alan dışına çağırdı ve ardından da alandan ayrılma kararı aldı.

Şimdi haklı olarak sormak gerekiyor: Ortamı provoke edeceği besbelli olan o yumruğu Yeni Demokrasi/Partizan grup yetkilisi A.B hangi ihtiyacın, hangi devrimci sorumluluğun bir gereği olarak kullandı? Keza araya girip yatıştırmak isteyenler neden hedef gösterildi ve aynı şekilde saldırıya maruz kaldı? Bir diğer önemli ayrıntı da şu: O grup içerisinde bu davranışları sergileyenler dört-beş kişilik bir ekipti. Bunlar A.B’nin bu tür den görevlerle yetkilendirdiği “A Takımı” ekibi midir acaba?

 A.B ve çevresindeki bir iki belirgin simanın dünkü bu aleni provokasyonunu mensubu olduğu yapı ille ki sorgulayacaktır. Hem kendi yapılarının iç güvenliği bakımından ve hem de devrimci yapılara karşı devrimci sorumluluklarının bir gereği olarak bunu yapacaklardır diye umuyoruz.

 Bu sorumluluklarını yerine getirmezlerse, bilinsin ki bahsi edilen o kişiler, ben ve daha pek çok insan tarafından, en azından ''güvenilmez unsurlar'' muamelesi görecekledir.

6817

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

Sayfalar