Salı Nisan 22, 2025

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Demokratik Gelişim Enstitüsü, araştırmacı-yazar İzzet Akyol tarafından yazılan ‘Düşük Yoğunluklu 40 Yıllık Savaşın Türkiye’ye Ekonomik Maliyeti’ başlıklı bir rapor yayınlandı. (…) Raporda, 40 yıllık çatışmalı sürecin ekonomik maliyeti yaklaşık olarak 4 trilyon dolar (3 trilyon 865 milyar 358 milyon) olarak belirtilmiş. İzzet Akyol, raporda silahlı çatışma ortamının temelde dört yolla ekonomik büyümeyi yavaşlattığını belirterek, bu dört yolu şöyle sıralıyor: 1) Silahlı çatışmaların doğrudan maliyetleri, 2) Yatırımlardaki azalma ve verimlilik kayıpları, 3) Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının frenlenmesi, 4) Turizm gelirlerindeki azalma. Akyol’un da vurguladığı gibi, Kürt sorununa siyaset çerçevesinde çözüm bulmada başarısız olunmasının ülkeye muazzam bir ekonomik maliyeti var. (…)”

Gazeteci Nurcan Baysal’dan aktarılan bu iki paragraftan ilkindeki sözler, doğrudan Recep Tayip Erdoğan’a ait.

Denilebilir ki savaşın ekonomik gösterge ve sonuçları, halkın doğrudan yaşamında zaten en derin ve dramatik haliyle vücut buluyorken, bunun için ayrıca kanıt sunmaya aslında pek de gerek yok, değil mi? Evet ama insanlarımızın ezici çoğunluğunun bilinçleri bin bir yol ve hileyle öylesine tarumar edilmekte ki yaşadıklarının ve kendilerine yaşatılanların gerçek nedenlerinin bilincine varabilmeleri için bıkıp usanmadan bunları en ince detaylarına kadar anlatmanın şart olduğunun da devrimciler bilincinde olmak zorunda. 

Öte yanda din, ari ırk ve “Vatan Millet Sakarya” “afyonunun” bu denli derinden hissedilip yaşandığı bu toplumsal realitede, bu değerler adına kitlelerin kolayca manipüle edilerek gerçek gündem ve gerçek düşmanları nezdinde hedef yitimine uğratılıp, bir yalanın peşine takılmalarını sağlamak da bir o kadar kolay.

Temel gıdaları mazlumların alın teri ve kanı olan sömürücü faşistlerin kitleleri manipüle etmedeki en temel silahı hiç kuşkusuz ki demagojidir. Dün, barış süreci vesilesiyle yukarıdaki gerçekleri kolayca dile getirip, kitleleri ikna edip rızasını almak isteyen Erdoğan, bugün de rahatlıkla Bahçeli’nin 2019 da ki şu demagojisi benzeri demagojiye başvurmakta hiçbir tereddüt göstermiyor örneğin:

“Fedakârlık olmadan bekamız ve bağımsızlığımız muhafaza ve müdafaa edilemez. Terörle mücadelenin bir bedeli var. Bu bedele var olmak için katlanmak zorundayız.” Dedikten sonra, kendisine has o matematiksel yeteneğiyle: “Ekonomide spekülasyon yapanlar ne kurşunun ne de bombanın maliyetini bilenlerdir. Bunlar boş boş konuşmaktadır… Fırtına obüsleri bir saatte yaklaşık 240-250 mermi atabiliyorlar. Obüsler günde iki saat kullanılıyor, bu da ortalama 500 obüs mermisinin kullanıldığı anlamına geliyor. Bu mermilerin ortalama fiyatı 1000 dolar. Günde 500 mermi 500 bin dolar eder. Tek bir fırtına obüsünün sadece atıştaki mermi maliyeti 50 milyon dolara yaklaşıyor. Bir harekatta 100 obüs topu kullanıldığını düşünürsek yılda sadece 5 milyar dolar obüs maliyeti karşımıza çıkar. Bir savaş uçağının attığı sıradan bir bombanın fiyatı 2500 dolar. Bir F-16’nın hiç ateş açmadan bir saat havada uçmasının maliyeti 14 bin dolar. Sadece Zeytin Dalı Harekatı’nın ilk gününde uçan savaş uçaklarımızın yakıt bedeli 1 milyon dolar.” (Aynı kaynak) 

Elbette bir halkın ve bir ulusun beka ve bağımsızlığı söz konusu olduğunda, her türlü fedakârlık ve özveride bulunulacaktır. Ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına yürütüle gelen bu savaş asla bir “beka” ve “bağımsızlık savaşı” değildir. Tam aksine “kardeş” addedilen bir halk ve ulusun temel haklarına karşı yürütülen işgalci, ilhakçı ve bundan ötürü de tamamen haksız bir savaştır. Dolayısıyla da böylesi bir savaşta halktan fedakârlık istemek, kardeş bir halka karşı yürütülen haksız bir savaşa, “bekamız” ve “bağımsızlığımız” aldatmacasıyla halkı da dahil etmektir.

Şayet ortada gerçekten de bahsedildiği gibi bir “beka” ve “bağımsızlık” savaşı olsaydı bu savaş, Erdoğan’ın methiyeler dizdiği “çözüm süreci” denilen o sürece asla evrilmemesi gerekirdi herhalde ki değil mi?

Kürt Ulusal Hareketi, örneğin bugün Cumhur İttifakı içinde yer alan bir HÜDA-PAR gibi federasyon bile talep etmeyip, yerel yönetimler özerkliği şeklinde, üniter devlet yapısı kapsamında son derece geri pozisyonda taleplerle çözüm talep ediyorken dört parçada; ortada hangi haklı gerekçelere dayandırılarak, hem de sırf kendi sınırları dahilinde de değil, Suriye ve Irak’ı da kapsayan bir “beka” ve “bağımsızlık” savaşı yürütüldüğü iddia edilebilir ki?

İki yüzlülüğün daniskası var burada hem de. Bir tarafta Irak’ta federatif bir çözümle şekillenen Kürt iradesini resmi olarak tanıyacaksın ve ama öte taraftan Suriye Devleti’nin merkezi otoritesini tanıyan özerk Kürt yapılanmasını kendi “beka” sorunun addedip, savaş ilan edecek ve işgal etmeye kalkışacaksın.

Çözüm sürecinin rafa kaldırılmasından sonraki 9-10 yılı bulan bu süreçte aralıksız sınır ötesi askeri operasyonlar ve fiili savaş yürütülmekte. Hem de Bahçeli’nin hesapladığı o maliyetin binlerce misli bir maliyetle süren bir savaş.

Ve kuşku yok ki bugün emekçi halkın yaşanmakta olduğu bu yoksullaşmada bunun payı son derece belirleyici bir orandadır. Bunu, Erdoğan’ın yukarıda ki itirafından da anlamak pekâlâ mümkün. 

Ortada zaten bir “beka” ve “bağımsızlık” sorununun da olmadığı kesin. O halde, yüzlerce-binlerce can kaybının yanı sıra, yaşanan ekonomik krizin de en başta gelen nedenlerinden olan bu haksız savaşı, kim ne adına sürdürme hakkını kendisinde bulabiliyor?

Tek gıdaları kan olan bir avuç ırkçı faşist yönetici zümre ve silah tekelleri dışında kimsenin çıkarına olmadığı besbelli olan bu savaşın derhal sonlandırılmasını talep etmek ve bunu örgütlü güçlü kitlesel bir güce dönüştürerek, geniş kitlelere mal ederek yapmak, bugünün son derece haklı ve meşru bir eylemli olacaktır. Bunun zemini fazlasıyla mevcuttur, yeter ki geniş bir ittifak ile, propagandası doğru ve gereğince yapılabilsin.

 

2593

Halil Gündoğan

Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Son Haberler

Halil Gündoğan

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Sayfalar