Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı
Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır. Bunların dışında, kısmi servet vergisi (bazı servet kalemlerinden alınan vergi), Belçika, Fransa, İtalya, Hollanda'da; net servet vergisi (net servet; kişinin varlıklarından borçları düşüldükten sonra kalan miktarı ifade ediyor) ise Norveç, İspanya, İsviçre'de hala var.[2]
Buradan da görülüyor ki, burjuvazi, yasak savma misali bir “servet vergisi” alıyor. Özünde ise kapitalistler vergi bile vermiyor denebilir. Tersine, işçiler ve diğer emkeçilerden vergi adı altında gaspedilen paralar, kapitalistlere kredi olarak veriliyor. Örneğin, “5'li çete” olarak bilinen ve devletten en fazla ihale alanlar olarak, uluslararası inşaat tekelleri içinde ilk 10'nun içinde adlarını yazdırdılar.[3] Bunların ve diğer tekellerin vergileri, ödenmeyen sağlık sigorta primleri, ödenmeyen elektrik faturaları ve benzeri silinen borçları ise her gün birçok günlük gazete de yer alıyor. Faturasını ödeyemediği için elektriği kesilen yoksullara ise bir türlü vergi afı gelmiyor.
Kapitalist işletmelerden alınan kurumlar gelir vergisi, OECD ülkelerinde, 1980'den bu yana yarı yarıya azalmıştır. 1980'de %48'ler oranında alınan gelir vergisi, 2022 yılında %23,1'e düşürülmüştür. Dünya genelinde ise kurumlar gelir vergisi 1975 ile 2019 arasında %23'ten %17'ye düşürülmüştür.[4]
İşletmelerden alınan kurumlar vergisi böyle iken, işçilerden alınan vergilere bakalım:
OECD'nin Ücretlendirme Raporu (Taxing Wages) 2024'den bir aktarma: “ABD'de ortalama bekar çalışan için vergi dilimi oranı 2000 ile 2023 arasında 0,9 puan azalarak %30,8'den %29,9'a düştü. Aynı dönemde, OECD genelindeki ortalama vergi dilimi oranı 1,4 puan azalarak %36,2'den %34,8'e düştü.”[5]
İşçi ve diğer çalışanlardan kesilen vergiler, kurumlar vergisinden çok çok yüksek. Bu küçük örnek bile, devletlerin hangi sınıfa ait olduğunun resmidir.
Bu verilerden de anlaşılıyor ki, kapitalistler, normal vergilerini dahi ödemeyip, her geçen yıl vergi oranlarını düşürürken, servet vergisi uygulamasını “komünist sistem” diye reddetmişlerdir ve reddetmeye devam edeceklerdir. Oysa, sosyalizmde servet vergisi olamaz, çünkü bütün servet, bütün topluma aittir.
“Vergi cennetleri” diye bilinen yerler var. Türkiye'de Tayyip Erdoğan'ın çocukları ve yakınlarının Man adasına para kaçırdıkları gündem olmuştu. Man adası gibi onlarca “vergi cenneti” var.[6] Kapitalistlerin bu çok özel “cennetleri” gizli saklı değil. Bütün dünyanın bildiği bir gerçek ve yasal.
Uluslararsı büyük tekellerin yanı sıra orta düzeyde tekeller de “vergi cennetleri”nde büro açarak, karlarının küçümsenmeyecek bölümünün buralara kaydırarak, vergi vermekten kurtuluyorlar.
“Vergi Cennetleri”, uluslararası tekel ve emperyalist ülkelerden bağımsız değil. Hemen hemen hepsi emperyalist ülkelerin denetimin de ya da koruması altındadır. ABD'sinden, İngiltere'sine, AB'sine ve Çin'e kadar, bu cennetler bu güçler tarafından koruma altına alınmıştır. Bu emperyalist ülkeler, “cennetleri” koruma konusunda çok “adaletli”dirler. Bu küçük toprak parçaları “vergi cennetleri” incelendiğinde, burada dış ülkelere büyük sermaye yatırımlarının akışı görülebilir.
Ancak, servet vergisi konusunda şöyle bir algı yaratılmak isteniyor: Vergi kaçırma ve “vergi cennetleri” olmasa, toplumsal eşitlik sağlanır” gibi. Ya da kapitalist işletmeler vergilerini adil bir şekilde ödeseler, “eşitsizlik olmaz” gibi, oldukça yanlış bir algı yaratılmak isteniyor.
Burjuvazinin Serveti İçinde Toplumsal Eşitlik Olur Mu?
Oxfam'ın adı geçen raporundan hareket edersek, dünyanın en zengin beş adamın (süper zenginler) 2020 yılında toplamda 405 milyar olan serveti %114 artışla 2023 yılında 869 milyar ABD dolarına yükselmiş.
Oxfam'ın adı geçen raporundan aktarmaya devam edelim:
“Orta Doğu'da en zengin %1, finansal servetin %48'ine sahiptir; Asya'da en zengin %1, servetin %50'sine sahiptir; ve Avrupa'da en zengin %1, servetin %47'sine sahiptir.
Dünyanın en büyük 50 halka açık şirketine baktığımızda, milyarderler bu şirketlerin %34'ünün ya ana hissedarı ya da CEO'sudur ve toplam piyasa değeri 13,3 trilyon ABD dolarıdır.”[7]
Bunlar, gerçek olmasına gerçek, ama, Oxfam gibi “sivil” örgüter, “herkes için ekonomi” ninnisini önermekte ısrar ediyor.
“• Bu bölünme on yılının başlangıcı olan 2020'den bu yana, dünyanın en zengin beş adamı servetlerini iki katından fazla artırırken, yaklaşık beş milyar insanın serveti düştü.
• Dünya çapında en zengin beş adamın her biri günlük bir milyon ABD doları harcasa, toplam servetlerini tüketmeleri 476 yıl sürerdi.
• Küresel olarak, erkekler kadınlardan 105 trilyon ABD doları daha fazla servete sahiptir - bu servet farkı ABD ekonomisinin dört katından daha fazlasına eşittir.
• Dünyanın en zengin %1'i tüm küresel finansal varlıkların %43'üne sahiptir.”[8]
Eşitsizlikler rakamlarla verilmeye devam ediyor:
“• Dünyanın en zengin %1'i, insanlığın en fakir üçte ikisiyle aynı miktarda karbon kirliliği yaymaktadır.
• ABD'de, tipik bir Siyah hanenin serveti, tipik bir beyaz hanenin servetinin yalnızca %15,8'idir. Brezilya'da, ortalama olarak, beyaz insanların gelirleri Afro-torunlardan %70'ten daha fazladır.
• Dünyanın en büyük ve en etkili şirketlerinin 1.600'den fazlasının yalnızca %0,4'ü çalışanlarına
yaşam ücreti ödemenmesinden yanadır.
Sağlık ve sosyal sektördeki bir kadın çalışanın, en büyük Fortune ilk 100 şirketlerindeki bir CEO'nun bir yılda ortalama kazandığı parayı kazanması 1.200 yıl sürer.”
Ve ekliyor:
“ILO'ya göre, her yıl 2,3 milyon işçi iş kazaları veya iş kaynaklı hastalıklar nedeniyle ölüyor ve 17,3 milyon kişi özel sektörde zorla (köle olarak -YK-) çalıştırılıyor, bunların çoğu yerel ve küresel tedarik zincirlerinde çalışıyor...”
Ve yakın bir süreçte “10 yıl içinde ilk trilyoneri göreceğimizin” tahminini de ekliyor.
Oxfam, eşitsizliklerin korkunç (bunun en açık prartik göstergesi Gazze'de yapılmaya devam edilen soykırım) boyutlarını istatistiki olarak vermiş. Buna karşın, çözüm önerisinin ne olduğuna bakalım:
İşte, Oxfam'ın “eşitsizliği ortan kaldırma” önerileri, “Herkes için bir ekonomiye doğru” başlığı altında toplmış ve şu somut öneriyi getirmiş:
“ Bu, ekonomik eşitsizliği azaltmak için net, zamanla sınırlı hedefler içermelidir ve nüfusun en üst %10'unun toplam gelirinin en alt %40'ının toplam gelirinden daha fazla olmamasını hedeflemelidir, buna Palma oranı[9] 1 denir. “[10]
Ne eşitlik ama! Yani, 100 kişilik bir toplumda, 10 (%10) kişinin sahip olduğu toplam gelir, enalttaki 40 (%40) kişinin sahip olduğu toplam gelir kadar olmalıdır. Bir başka şekilde, 10 kişi = 40 kişi!
10/40 formülü, burjuva liberal ekonomistlerden Thomas Piketty ve diğerlerininde kapitalist sistemin selameti için önerdikleri bir gelir bölüşüm formülü. Bunlar bir de kitap çıkardı, “Dünya Eşitsizlik Raporu” adında.[11]
Reformistlerin kapitalizmde bulduğu “eşitlik” çözümü bu. Oysa, bu formülde bir eşitlik söz konusu değildir. 100 kişilik toplumda, 10 kişi geriye kalan 90 kişiyi sömürerek, onlar üzerinde, ekonomik, siyasi ve kültürel baskı kurarak yaşayacaklardır. Yani, kapitalist sistemn ta kendisi. Bu liberal ekonomistlerin tek istediği, çok zengin kapitalistlerin biraz vijdana gelerek, “kazançlarından” çok cüzzi bir miktarını “Palma Oranı 1” adı altında servet vergisi olarak vermeleri. Yani, sokaktaki dilenciye para atar gibi sadaka vermelerini, “toplumsal eşitsizliği giderme formülü” olarak sunuyorlar ve bunu işçi sınıfının ve emekçilerin kabul etmesini istiyorlar.
“Palma Oranı”na göre, 100 kişilik bir toplum üçe bölünüyor. En üstte 10, ortada 50, en altta ise 40 kişi. Diyelim bu toplumun toplam100 TL serveti var. İlk 10 kişi %25'ini (kişi başına 2,5 TL) alacaktır. Yani 25 TL, ortadaki 50 kişi %50'sini (kişi başına 1 TL) alacak, yani, 50 TL ve geriye kalan 25 TL'yi ise en alttaki 40 (kişi başına 62,5 kuruş) kişi alacak. Ve liberal ekonomistler, böyle bir bölüşüm olursa eşitlik sağlanacağını iddia ediyorlar. Bu bölüşüm teorisi, bugüne kadar olan bölüşüm teorisinden farkı ne? Esas olarak yoktur. toplumu bir avuç burjuvaziye köle eden ücretli kölelik sistemi korunuyor; iktidar ve ekonomi-politika 10 kişinin elinde olacak şekilde hazırlanıyor. Yani, kapitalist sistem devam edecek. Yine zengin daha zengin olacak ve zengin zenginleştikçe yoksullaşma oranı da genişlemesine ve derinlemesine artacaktır.
Bu liberaller, elbette kapitalist sistemin eşitsizlikler sistemi olduğunu ve eşitsizliği sürekli ürettiğini bilmiyor olamazlar. Bunların akıllarına gelen formüller, eşitsizliği, her saniye, her dakika ve her gün üreten kapitalizmi yaşatma formülleri oluyor ve hepsinin içinde de sömürü var, yani eşitsizlik! Ama eşitsiz bir toplum olan sosyalizm ve komünizm asla akıllarına gelmiyor!
Bu tür burjuva liberallerin tek kabul etmediği sosyalizmdir. Yani, sömürüsüz, sınıfsız bir toplumsal sistemden yana olmadıkları için, eşitsizliklerin anası kapitalist sistemde işçilere azla yetinmenin sözde “eşitci” teorisini yapıyorlar. Bu ahmaklar sürüsü, kapitalist toplumu, üzerimizden atılamayack biyolojik bir toplumsal gen gibi, bizlere sunmanın teorisini yapıyorlar. Hayır! Kapitalist sistem bir biyolojik gen değildir ve onun alternatifi sosyalist toplum ve nihayetinde hiçbir eşitsizliğin olmadığı, insanın insanı ezmediği, sömürmediği komünist toplumdur.
Bu liberal baylar, neden toplumun üstünde %10 oturmak ve gelirin en büyüğünü bu %10 almak zorunda olduğunu açıklamaktan özenle kaçınıyorlar. Yani, “zengin olacak” diyorlar. Zengin varsa yoksulda vardır. Oysa, zenginin ve yoksulun olmadığı bir sistemi ( SSCB'de ve Çin'de, Arnavutluk'ta) bu dünya toplumu gördü.
Burjuva liberall entellektüeller ve Oxfam gibi sivil örgütler, yoksulluk daha “azalacak” derken, kendi raporlarında da dile getirdikleri gibi, sermaye daha az ellerde birikirken, yoksullaşma genişlemesine ve derinlemesine yaygınlaşıyor.
Aşağıdaki OECD verileri bunu net olarak ortaya koyuyor:
“OECD ülkesinde yapılan yeni bir araştırma, hanelerin en zengin %10'luk kesiminin toplam sermaye sahipliği varlıklarının %85'ine sahip olduğunu, buna şirketler, yatırım fonları ve diğer işletmelerdeki hisseler de dahil, en alttaki %40'lık kesimin ise sadece %4'üne sahip ...”[12]
Üç beş-kuruşluk Servet vergisi aladatmacası yerine, halktan çalınan servetlerin hepsi halka geri verilmelidir. Burjuva ve küçük burjuva liberallerin bu önermeyi yapmaya dilleri varmıyor.
Servet Vergisi: Devasa Yoksullaşmanın Üzerine Örtülmek İstenen İncir Yaprağı Önerisi
Büyük kapitalist tekellerden üç-beş milyon daha fazla vergi alınca, kapitalizm koşullarında “eşitsizlik” azalacakmış ve hatta ortadan kalkacakmış ve “kapitalizm daha adil bir düzen olacakmış” gibi, hayal argümanlarını ileri sürmek, ay sonunu nasıl getireceğini, kirasını ve diğer faturalarını nasıl ödeyeceğini, çocuğunu nasıl okula göndereceğini kara kara düşünen işçilere,”kanınızı emen sermayenin vijdana gelmesini bekleyin” demekten başka bir şey değildir.
Oysa işçiler, yaşamları boyunca sermayenin vijdanı olmadığını, onun tek bildiği şeyin, işçinin yaşam hakkını bütünüyle elinden aldığı ve ücretli köle haline getirdiğidir.
Bilimum burjuva ekonomistler de, “eşitsizliklerin çığ gibi büyüdüğünü”, kabul ediyorlar, ve bunu rapor haline getirerek, istastiki verilerle ortaya koyuyorlar. Bu konuda, yığınca denilebilecek kadar rapor var. Ancak, sözde “hükümetlerden bağımsız” bu tür sivil örgütlenmelerin burjuva iktisatçıların ya da burjuva reformist liberallerin yapmadığı, yapmaktan özenle kaçındıkları tek şey, kapitalist sistemin ekonomik temel yapısının bu haksızlığı her geçen gün devasa olarak ürettiğidir. Yani, sorun, tekellerden birkaç milyar dolar daha fazla vergi alınması, eşitsizliği ortadan kaldırmayacağı gibi, eşitsizlik derinleşerek devam edecektir.
Kapitalizm reforome edilerek “insafa” gelmez. Onun vijdanı sermayedir ve sermayenin birikimi ve devasa büyümesi kapitalizmin olmazsa olmaz yapısıdır. Kapitalizm işçi sınıfı ve emekçilerden yana reforme[13] olmaz, tersine, sistem her geçen gün daha da vahşileşerek devam edecektir. Şu anda yaşananlar, dünyanın içinde bulunduğu durum her şeyi net olarak açıklıyor.
Servet vergisi alınmasına karşı çıkılmaz, ancak, bununla kapitalist sistemin temize çıkarılmasına karşı çıkılmalı ve teşhir edilmelidir. Bu nedenle,”servet vergisi” oyalamalarını bir kenara bırakıp, esas olarak kapitalist sistemin kökten yıkılıp sosyalizm için mücadele verilmeli ve sosyalizm acilen inşa edilmelidir. Dünya halklarının ve doğanın başka kurtuluşu yoktur! 15.08.2024
[1] BirGün gazetesi yazarlarından H.Kozanoğlu. “Gelir adaletsizliği öldürür, servet vergisi şart” başlıklı makalesi. https://www.birgun.net/makale/gelir-adaletsizligi-oldurur-servet-vergisi-sart-548363, BirGün 30.07.2024
[2] https://www.mahfiegilmez.com/2024/03/servet-vergisi.html
[3] Yusuf Köse, Emperyalist Türkiye, sf.151, El Yayınları 2022
[4] Oxfam, agR, sf. 311
[5] https://www.oecd.org/content/dam/oecd/en/topics/policy-issues/tax-policy/taxing-wages-united-states.pdf
[6] „1- The Caribbean bölgesi, Bahama,Bermuda, Cayman adaları, İngiliz adaları,Hollanda antilleri,Turks
and Caicos adaları, Aruba, Barbados, Nevis,Montserrat, Anegada,Panama vs.
2- Akdeniz bölgesi, Gilbartar ve Kıbrıs,
3- Avrupa bölgesi, Hollanda, İsviçre, Lehictan, Andora, Lüksenburg, Kapione ve Monako,
4- Channel adaları bölgesi, Gurnsey, Jersey, The Isle of Man,
5- Pasifik bölgesi, Hong Kong, Vanutu ve Nauru“ https://dengeakademi.com/Files/Article/Erkan2001VergiCenn2.pdf
[7] Oxfam,agR, sf. 10
[8] Oxfam, agR, sf. 107-113
[9] „Ekonomistler Alex Cobham ve Andy Sumner tarafından geliştirilen ve Şilili bir ekonomist olan José Gabriel Palma’dan alan Palma oranı, en üstteki %10’un gelir payını alttaki %40’a böler. Bu oran ne kadar yüksek olursa, eşitsizlik o kadar büyük olur. Palma oranı 4 olan bir toplumda, en üstteki yüzde 10, en alttaki yüzde 40’ın dört katını kapıyor demektir. „ https://www.matematiksel.org/esitsizligi-olcmek-icin-gini-yerine-palma-orani/
[10] Oxfam, agR,sf. 49 pdf
[11] Facundo Alverdo, Thomas Piketty ve diğerleri, “Der World Inequality Report, 2018”, pdf. Düzenleyen: Facundo Alverdo, C.H. Beck yayınları
[12] Oxfam, agR
[13] Yusuf Köse, https://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/kapitalizm-ehlilesir-mi-3 ve bkz. yazının tamamı:
https://yusuf-kose.blogspot.com/2023/03/kapitalizm-ehlilesir-mi.html
Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Çürüme ve Çökme… Çözüm birleşik devrimci mücadelede
Virüs salgınının etkisiyle daha da derinleşen ekonomik kriz, TC faşizmini zorlarken, kontr-gerilla unsuru bir çete başının videolar yoluyla açıklamalarda bulunması, burjuva feodal siyaseti daha da hareketlendirmiş durumda. Yayınlanan videolarda üstü kapalı olarak ifşa edilen kimi gelişmeler ve bunlara dönük yanıtlar, TC’nin niteliği hakkında geniş kamuoyunun bilgilenmesine hizmet etmekle birlikte devrimci, komünist ve yurtseverler açısından ortaya saçılanların bir sürpriz olmadığını kaydetmek gerekir.
Üç gerilla önderinin yanındayız! (Nubar OZANYAN)
TC devletinin soykırım aklı ve imha kılıcı yine devrede. Kürdistan’ın parça parça ilhak ve işgal hareketi sürerken gerilla direnişi de görkeminden bir şey kaybetmeden devam ediyor. Kağıttan kaplan olan ABD emperyalistlerinin PKK’nin üç öncü komutanı ve önderine karşı aldığı imha kararı asla kabul edilemez. Bu köhne kararın halklar nezdinde, özgürlük ve adalet karşısında hiçbir meşruluğu ve hükmü yoktur.
Sedat Peker‘in Ablaları, Abileri (Baran Cem)
Susurluk ta, Kamyonun altında kalan mercedes arabanın bagajından çıkanları, zamanın iktidarları hasıraltı etmeyi başardılar. Ortaya saçılanlar, sadece devlet‘in çekirdeğinin izin verdiği kadarıydı ve Süleyman Demirel‘in deyimiyle, „fırat‘ın öte yakası“ndaki suçlar, karanlıkta kalmıştı. Dönemin başbakanı Tansu Çiller ve muktedirlerinden Mehmet Ağar,“Bir tuğla çekersek duvar yıkılır, Bin operasyon yaptık, vatan için ölende kurşun atanda makbuldür“ sözleri ile, devletin bizzat bu şahısları görevlendirdiği ve bunun dar bir çıkar grubunun işi olmadığı, net olarak ortaya çıkmış oluyordu.
Harekete Geçiren Umut…
Her örgütlenme açısından olduğu gibi kolektifimiz açısından da “sorun”ların ilki görevlerimizin doğru saptanıp saptanmadığı, ikincisi buna uygun yol ve yöntemin doğru belirlenip belirlenmediği, üçüncüsü bu yönde ne kadar arzu ve gayret içinde olduğumuzdur.
Kaypakkaya’da Rejimin/Kemalizm’in Teşhiri (Sait Çetinoğlu)
Kaypakkaya, sol yada sosyalist gelenek içinde Kemalizm ile arasında mesafe koyarak cepheden eleştirip bir ilki gerçekleştirmiştir. Olağan üstü sınırlı koşullarda olmasına karşın eleştirilerinde son derece radikaldir. Bu güne göre oldukça sınırlı bir bilgi[1] dağarcığı ile yapıldığını söyleyebileceğimiz rejimin niteliğine dair bu eleştirileriyle Kemalizme büyük gedik açmıştır.
19 Mayıs’tan bir gün önce 18 Mayıs (Rakıp Zarakolu)
İbrahim Kaypakkaya 19 Mayıs’tan bir gün önce öldürüldü. 19 Mayıs bizim gençlik bayramımızdır. 24 Nisan’dan bir gün öncesi 23 Nisan bizim çocuk bayramımızdır.
11 Eylül Şili’de Allende’nin sosyalist hükümetinin Pinochet’nin faşizan darbesi ile devrildiği tarihtir. İnsanların stadyumlarda oluşturulan toplama kamplarına konulduğu, kitapların Nazi Almanya’sındaki gibi ateşe verildiği tarihtir.
İbrahim Kaypakkaya…(Nubar Ozanyan)
Ser verirken bile gösterişten uzak olan öndere…
Tarihsel-toplumsal gerçekliğin en ağır ve en ciddi sorunlarına düşünsel-pratik-önderlik düzeyinde çözüm bulmak için yaşamını feda eden İbrahim Kaypakkaya yoldaş, 23 yaşın bilimsel olgunluğunda işkenceciler tarafından katledilerek aramızdan ayrıldı. 18 Mayıs’ta devrimin kocaman yüreği katledilerek susturulmak istendi. Ne susturulmak istenen o yüreği ne de onu susturmak isteyenleri asla unutmayacağız.
Komünist önder İbrahim Kaypakkaya, direnmek ve özgürleşmek isteyenler için bir devrim feneridir! (Cemile Meryem)
İbrahim Kaypakkaya’nın Amed Zindanları’nda işkenceyle katledilmesinin 48. yıldönümündeyiz. Aradan yarım asra yakın bir zaman geçmiş ve bugün hala Kaypakkaya’nın ardılları tüm dışsal ve içsel zorluklara (ki sınıf mücadelesinin doğası da budur) rağmen mücadelede, komünizm davasında ısrar ediyorsa, bunun elbette Kaypakkaya’nın görüşleriyle doğrudan ilişkisi bulunmaktadır. Ama sadece bu değil.
Cemil Amed: Kaypakkaya’nın bilinci ve yüreği Kürt halkının özgürlüğü için çarpmıştır
Rojava’nın her konuda gerçek bir “devrim laboratuvarı” olduğunu vurgulayan Cemil Amed, Kaypakkaya’nın; Türk hakim sınıflarının Kürt milletine ve ezilen milliyetlere uyguladığı baskıya yönelik belirlemelerini alıntılayarak, “Yoldaşlarımız ve dostlarımızla omuz omuza, Rojava Devrimi’ni halkımızı ve özgürlüğümüzü korumak ve savunmak için bu topraklardayız.” diyor.
Vedat Yeler:
Nerede Mücadele Varsa Kaypakkaya Oradadır!
Bugün coğrafyamızda devrim ve demokrasiye dair bir söz söylemenin Ortadoğu topraklarının bütününden bağımsız olmadığını vurgulamak gerekiyor. Bu topraklar propaganda edildiğinin aksine Ortadoğu’ya aittir. Diğer bir ifadeyle Türkiye toplumu, bütün başlıca çelişmeleriyle bir Ortadoğu toplumudur. Kemalist faşizmin “Batılılaşma” hedefiyle yarattığı sanal gerçeklik beraberinde kendisine ilericiyim diyenlerde bile topluma yabancı bir şekilleniş yaratmış durumdadır.
Kapitalist Devlet: Burjuvazinin Tüm Pisliklerinin Biriktiği Lağım Çukurudur!
Kapitalist devlet, burjuvazinin işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde egemenliğni kurduğu bir iktidar aracıdır. Toplum içinde azınlıkta olan burjuva sınıfı, bu devlet sayesinde, çoğunluk üzerinde kurduğu diktatörlüğüne bir yasal ve meşruti bir zemin hazırlar. Bir avuç haydutun çoğunluk üzerine kurduğu baskı ve sömürü sisteminin temiz olması bekelenebilir mi? Elbette ki hayır!