Cumartesi Nisan 19, 2025

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

İşçi ve emekçiler; işsizlik, emeğin karşılığını alamama yani ücretlerin azlığı ve iş güvencesinden yoksun kötü koşullarda çalışma vb. uygulama ve saldırılar altında yaşamlarını sürdürüyor. Seçim süreciyle birlikte işçi ücretlerinde kısmen de olsa bir artış yaşandı. Ama enflasyon, fiyat artışları karşısında alım gücü aslında daha önceki seviyenin de altına düştü. Deyim yerindeyse “kaşıkla verilen kepçeyle geri alındı”. Dahası, Erdoğan ve suç ortakları, yeniden seçimi kazanmak için sınırsız harcamalar yaptılar. Ve mevcut durumda devletin kasası boş. Bu kasayı doldurmak için iktidar, yüksek faizle borçlanacak ve bu borçların faturası da işçi ve emekçilere çıkarılacaktır.

Bu sonuçlardan hareketle iktidara kısa ömür biçenlerin, vaktini “boş tencere”nin yaratacağı değişim masallarıyla geçirenlerin, ufukları sistem içi kırıntılara dair hesaplar yapmakla sınırlıdır. Oysa proleter hareketin tüm hesapları sistem içiyle sınırlı bu anlayışların reddi üzerine kuruludur.

Şöyle ki, “boş tencerelerin” gürültüsü, sadece yoksulların hoşnutsuzluklarına, ekonomik krizlerin faturası da geniş yığınlarda öfke birikimine zemin hazırlar. Yani krizler, devrimlere yol açmaz sadece devrim için nesnel koşulları olgunlaştırır.

Bu koşullardan hareketle devrim fırtınasını yaratacak olan sınıf bilinçli proletarya ve onun öncülüğünde yaratılan örgütlü yığınların gücüdür. Düzen dışı, alternatif bir mücadele zemini üzerinde, işçi, kadın, gençlik hareketini örgütlemeye yönelmeyen hiçbir hareket özgür bir gelecek için umut olamaz, umut yaratamaz.

Umudu, özgürlüğü, parlamento koridorlarında arayanların, seçim sonuçları karşısında bu denli büyük bir yıkım yaşamaları çok da şaşırtıcı değildir.

Hiç kuşkusuz mücadelenin merkezine seçimleri koyan burjuva ve reformist anlayışlar yığınlarla devrimci tarzda bağ kuramazlar, örgütlenme yaratamazlar. Mayıs ayında yapılan seçimler sürecinde görüldüğü gibi egemen burjuva klikleri, “dincilik, ırkçı milliyetçilikte” yarışırken, reformist sol da “çare parlamentoda” deyip durdu.

Elbette ki bu güçler, neden-sonuç ilişkisi anlamında ortaya doğru sonuçlar çıkaramazlar. Bu yönlü çabaları da olmaz. Onlar şimdiden mevcut iktidarın krizin altında ezileceği söylemleriyle, biriken öfkenin sokaklara akmamasının hesabını yapmaktalar.

Milyonların açlığa mahkum edildiği, ekonomik krizin faturasının işçilere, emekçilere kesildiği, ırkçı söylemlerle toplumda önemli bir kutuplaşmanın yaratıldığı bir süreçten geçiyoruz. Dolayısıyla devrimcilerin, sosyalistlerin, emek eksenli çalışmalarda daha bir yoğunlaşması gerekir.

Umut, soyut çağrılarla, kuru ajitasyonla yaratılamaz. Umut, iş yerlerinde, kolektif bir akılla, örgütlü işçilerin mücadele çizgisiyle yaratılır. Emekçi yığınların örgütsüz olduğu bir yerde, sınıf bilinci, örgütlenme bilinci ya yoktur ya da yok denilecek derecede azdır. Böylesi bir durumda sokaklarda, iş yerlerinde dişe diş bir mücadele çağrısı yapmak; tek kelimeyle boşluğa konuşmaktır. Olması gereken birebir temas kurmaktır. Sorunları emekçilerle tartışıp, birlikte çözüm yolu aramaktır. Çünkü, işçiler kavganın öznesi haline getirildiği oranda, çağrılar karşılığını bulur. Çarenin parlamentoda değil, örgütlü yığınların mücadelesinde olduğu gerçeği de anlaşılır. Umut; gençliğin, kadınların bilinçli duruşuyla, militanca dövüşüyle yaratılır. Her kim ki, umutsuzluğa düşmemekten söz ediyorsa, faşist düzene karşı mücadelede örgütlü, özverili bir çaba içine girmek zorundadır.

Sınıf savaşımı inişli çıkışlı bir güzergahta ilerleyen uzun bir yürüyüştür. Ve bu yürüyüş bağrında yenilgi ve zaferleri taşır. Sınıf savaşımını düz bir rota ya da yüz metrelik bir koşu olarak görenler, engellerle, başarısızlıklarla yüzleşince, umutsuzluğa düşüp ilk çıkış noktasına geri dönerler. Bu duruş, sınıf savaşımının yasalarını kavramadan yoksundur. Bu duruşun sınıf bilinci de zayıftır. Bu anlamıyla sınıf savaşımının öznelerinin nitelik düzeyi oldukça önemlidir. Bu düzeyi sürekli yükseltmek, nicelik halkayla da genişletmek, proleter hareketin daha sağlıklı bir temelde ilerlemesini sağlar.

5393

Pusula

Pusula

Son Haberler

Sayfalar

Pusula

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Bugün Galatasaray Meydanında bariyerler bir genişledi ve arkasından geri daraldı.

Meydana gelmeden meydana açılan her yol denetim altına alınmış, polis denetiminden ve üst aramasından sonra meydana girdik... Arkasından heykelin olduğu yere geldim, orası da bariyer ile çevrilmişti, ön taraftan giriş yerine yan taraftan giriş açılmıştı, oradan da üst aramasından geçip oturma eyleminin olacağı heykel çevresine geldik. Heykel, cumhuriyetin 50. Yıl heykeli. 100. Yıl heykeli yapıldı mı bir yerlerde bilmiyorum...

Bariyer içinde bariyer ve onun içinde izin verilen sınırlar içinde acılarımızı haykırmak!

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – II

II.Bölüm:

Laz Nihat’ın başında bulunduğu ekip, öylesine şuursuzca bir gözü kapalılıkla kontraya tabi hareket etmekteydi ki düşünün, düşman operasyonlarının sürmekte olduğu bir arazide, başta ben olmak üzere, kendilerinden yana tavır almayacaklarına kanaat getirdikleri bir grup gerillayı silahsızlandırarak, öylece araziye terk etmeyi bile göze alabildiler… 

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – I

Aslında bu konuyu yıllar önce kaleme aldığım “Dersim Dağlarında” ve “Mao Zedung Değerlendirmeleri” isimli kitaplarımda, yaşanan somut örnekler üzerinden irdeleyip, kendimce, genel yaklaşımın ne olması gerektiğini, özlü bir perspektif olarak ortaya koymuştum. Ancak ne var ki bu kitaplarda ki tüm diğer konular olduğu gibi, bu konu da ‘meşru muhatapları’ olması gereken kişi ve yapılarca; ‘üç maymun’ seçeneğiyle karşılanmaya devam ediyor.

TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!

Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.

Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”

” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”

– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.

Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi

Ah... kuzucuğum ah...

Ne oldu bize böyle.

Ne oldu.

Her şey tıkırında giderken...

Neler yaşadık böyle.

Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne

Veyahut da.... veyahut da...

"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde  bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi  bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.

Yoksa... yoksa...

Daha dün bir; bu gün iki

Sayfalar