Perşembe Ekim 31, 2024

"Siz geldiniz ya, sizi bekliyordum. Artık uzun bir yolculuğa çıkabilirim.’’ MERYEM BAKIRCIYAN

     Irksal, dinsel kültürel ayrımcılığı ömrünce bilfiil yaşadı. Faşist diktatörlüğün baskılarına seksen dokuz yıl yaşayarak tanık oldu. Diyarbakır’da eşinin ve kendinin gördüğü baskılar yetmezmiş gibi çocukları da akla gelmez baskılara maruz kalır. Irksal olduğu kadar dinsel baskıların haddi hesabı yoktur. Gördükleri baskılar öylesi bir hal alır ki artık dayanılmaz hal alır. Dinsel baskı artık çocuk yaşamlara kadar yansır. Her öğlen sefer tasıyla babalarına yemek götüren Ermeni çocukların yolları Türk, Kürt, yani Müslüman çocuklar tarafından kesilerek İslami işaret ve haç işareti yapılarak "sen bu musun, yoksa bu musun "sorusu sonrası sefer tasları ellerinden alınır yemekler dökülür ve sefer tası kırılırmış. Armenek *Orhan* de bu aşağılık dinsel, ırksal baskıya defalarca maruz kalır. Ağlayarak eve gelir ve annesiyle kavga eder. Ve  "neden, niçin sorusuna cevap bulmaya çalışır ama bir türlü aradığı sorunun cevabına ulaşamaz. Dinsel baskı öylesi artar ki baba bu baskılara dayanamaz Amed’i terk etmeye karar verir. Yanına da en büyük oğlunu alarak İstanbul’un yolunu tutar. Aradan birkaç ay geçmeden oğlunu Amed’e geri gönderir. O gün bu gündür kendisinden bir daha haber alınamaz. Ölümüdür sağ mıdır, bilen çıkmaz.

   Irkçı faşist baskılara dayanamayıp yedi çocuğunu terk ederek sırra kıdem basan Ermeni bir babanın bıraktığı yedi çocuk ve onların üzerine yüklediği büyük sorumluluk... Artan baskılar giderek toplumsal bir boyut kazanır, artık Amed’de 60’ların ortalarına doğru yaşama şartları giderek ortadan kalkmaya başlar. Bazı Ermeni dostlarında yardımıyla Meryem Ana AMED’İ terk ederek yeni bir serüvene yedi çocuğuyla birlikte yola çıkar ve İstanbul’un yolu tutulur. İstanbul’a geldiklerinde yeni yaşam, yeni yaşamın sunduğu zorluklarla mücadele başlar. İşsizlik, yoksulluk, çocukların bakımı ve eğitim sorunu Meryem anayı daha da dirençli kılar. Dönüpte arkasına bakmaz. Irksal dinsel vb. baskılara karşı mücadelede bağışıklık kazanarak acıları bal eyler.

Atmışlı yılların sonu ve yetmişli yılların başlarında devrimci mücadele dünyada ve Türkiye topraklarında önemli sıçramalar gösterir. Kaypakkaya’nın önderliğinde kurulan TKP M-L Türkiye tarihinde ilk defa Ermeni katliamına parmak basar. Bir buçuk milyon Ermeni halkının 1915’de katledildiğini deşifre eder. Ermeni ulusuna yapılan bu katliamı ve tarihi haksızlığı kınar. Bu tarihi yarayla yaşanamayacağına önemle vurgu yaparak Türkiye solunun Kemalist ve şovenizmin ağır etkisinde kaldığını açıklar.  Kürtlerin ulus olduğunu, kendi kaderini kendilerinin tayin hakları olduğuna vurgu yaparak Türkiye’de Kürt ulusunun varlığına vurgu yapmıştır. Armenek bu dönemler genç bir ermeni devrimci olarak Kaypakkaya’dan etkilenir ve Ermeni arkadaşlarını da Kaypakkaya çizgisinde yer almaya, mücadele etmeye teşvik eder.  HIRANT DİNK VE İSKENDER gibi çocukluk ve okul arkadaşlarını TKP-ML saflarına kazanır.

 Anne Meryem ilk önceleri oğlunun devrimci, komünist olmasına karşı çıkar ve büyük kaygılar taşıyarak engellemeyi dener. Sonraları Meryem Ananın kendi deyimiyle; "Destek verdim, yanında oldum. Çünkü haklı bir kavgada yerini alıyordu " diyecekti. Armenek’in yakalanması, kaçırılması aktif mücadelede yer alarak faşist diktatörlüğe karşı verilen mücadelede TKP-ML’nin önemli kadrolarından olması, özellikle de Ermeni milliyetine ait ve de gayri Müslüm olması faşizmi ve onun erklerini daha da azgın saldırılar yapmaya itiyordu. Anne Meryem artan baskılar karşısında kaygılarını ve korkularını daha da çoğaltır. Çünkü geride altı çocuk ve torunların yaşam kavgaları öne çıkmaktadır. Bu sebeple Meryem ANA çocuklarının büyük çoğunluğunu alarak yurtdışına çıkarlar. Yıl bin dokuz yüz yetmiş dokuz başlarıdır.

Armenek Karakoçan’da azılı bir halk düşmanı komiseri cezalandırma eyleminde şehit düştü. O gün bu gündür acılar yaşayan Meryem Ana Armenek’in yoldaşlarıyla bazı kereler görüşmesine ve ağırlanmasına karşın sürekli bir iletişim kurulamaz.  Yakın bir yıllık dönem öncesi kimselerle ilişkileri olmaz. Ailece içe kapanılır. Armenek yoldaşla ilgili belgesel çalışmanın planlanması, projelendirilmesi sonucu Armanek’in yoldaşları yoğun bir çalışma ve iz sürme sonucu Meryem ANA ve çocuklarıyla ilişki sağlayarak bir daha kopmaz bir bağ oluşturulur.

Ve MERYEM ANA: "Ben Armenek’in yoldaşlarının bir gün geleceklerini biliyordum. Onu unutmadıklarını sahiplendiklerini biliyordum. Ve siz geldiniz, sizleri gördüm artık gözüm arkada kalmayacak. “der. Ve devamla, "Eğer ki geçmişte büyükler davalarına sahip çıksalardı, Fedailer haksızlığa karşı isyan etselerdi o zaman Armenek ve arkadaşları öldürülmeyecekti "

  "Artık bana uzun bir yolculuğa çıkma zamanı geldi" diyerek, evlatlarına, yoldaşlarına, dostlarına vedayı huzurluca, gönül rahatlığı içinde yaparak ta o gün hepimize sevgilerini, selamlarını iletti Evet yoldaşlar, dostlar arkadaşlar gerçekten de MERYEM ANA bizleri, ARMENEK belgeselini yapan yoldaşlarını, dostlarını beklemişti. Yoldaşlarına verdiği mülakatla asırlık yaşamında Ermeni ulusunun kırımından, Silvan’da geçen çocukluğa, Amed’de uğranılan zulme, İstanbul’da karşılaşılan zorbalık ve baskılara,   Armenek yoldaşın yaşamından İsveç’e uzanan ve nihayet bulan tarihten bizi koparmayarak en ince detayına anlattığın için sana hepimiz teşekkürlerimizi, saygılarımızı sunuyoruz, ellerinden, yanaklarından doyasıya öpüyoruz. Hoşça kal Ararat’ın yiğit kızı, AMEDİN boyun eğmez onurlu Ermeni gelini,  İstanbul’un her türlü zorluklarına karşı göğsünü siper eden fedakâr anamız ve Armenek’in yoldaşlarını ölüme direnerek bekleyen, bizleri görmeden ölmeyeceğini söyleyen güzel yürekli anamız güle güle... Huzur içinde uyu. Hepimiz seni seviyoruz, saygıyla anıyoruz.

PARTİZAN AİLESİNİN VE BÜTÜN SEVENLERİNİN BAŞI SAĞ OLSUN. GÜLE GüLE ARARAT’IN TERTEMİZ YÜREKLİ ANNESİ. 

 

93693

"Tarihte kalmış bir savaştan notlar ve dersler"*

1973'de Amerikan askerleri Vietnam'dan çekilirken, New York Times gazetesinin hükümete yakın yazarlarından Sulzberger şunları yazıyordu:" Birleşik Devletler savaşın kaybeden tarafı olarak görünüyor. Tarih kitapları bunu böyle yazmak zorunda… Biz savaşı Mekong Vadisi'nde (Vietnam'da) değil, Mississippi Vadisi'nde (Amerika'da) kaybettik. Birbiri ardından gelen Amerikan yönetimleri, ülke içindeki halktan asla kitlesel destek görmedi."

Tatava yapma, bas geç

Gündemle ilgili yazmak bana göre değil.

Aklım sırrım almıyor.

Delirecem.

Seçimler 30 Martta.

31 Mart ve ardında bazıları seçimlerde uğradığı hezeyanla  ... 

Seçimlere, örgütlenmeye .... yönelik iflah olmayan proletarya köylünün haline karşı kolektiflere sokağın, mücadelenin ve kavganın yıkıcı gücünü ( Bolşevikliği ) tavsiye ediyor. 

Kimileri de, Yetmez ama evetçilerin gezideki adı: Tatava yapma, bas geçciler, diyi veriyor.

Ve daha nice şeyler.

Ya kardeşim: Durun, hele.

Sizler  ne yazdığınızın farkında mısın ?

“İnsanlık için komünizmden başka yol var mı?” derdi o...

“İçinde bir tutam delilik olmayan hayat eksik bir hayattır.”[1]

Ataol Behramoğlu’nun, “… insan olmak/ çoğalabilmektir başkalarıyla/ İnsansın, birinin canı yanıyorken/ senin de canın yanıyorsa,” dizelerini anımsatan bir devrimci ruh daha ayrıldı aramızdan... Çocuksu, coşkulu, insan gibi insandı... 

Gerçek şudur ki Onun ölümüne inanmak zor, O az sonra kapımızı çalabilir…

Kolay mı? Can Yücel’in, “Bana Bir Varmış de!/ Bir Varmış Bir Yokmuş deme!/ İçime dokunuyor” şiirinin “Bir Varmış de” bölümünü gerçek kılmışlardandır Tuncel Kurtiz... 

TKP/ML- TİKKO Gerillalarından Bombalı Pankart

Yerel  kaynaklardan  öğrendiğimiz  bilgilere göre,  10 Nisan2014 günü TKP/ML’ye bağlı TİKKO gerillaları Ovacık’ta yol kapatma eylemi yaparak bombalı pankart astı.

Değişimlere Direnen İdeal İnadımı

Aradan otuz yıl geçmişti, ben daha ülkedeyken tanıdığım kadim bir dost diye bildiğim Hasan’a misafirliğe gitmiştim. Hal hatır faslından sonra kardeşi olan Hüseyin’in durumunu sormuştum. Aldığım cevap ise, ‘’Annesi ve babası bir olan bir ilişki içinde değiliz maalesef’’ olmuştu.

Çocukluğumdan beri anne ve babası bir diye bildiğim bu kadim dostumun söyledikleri kafamı epey karıştırmasına yetmişti bile. Hasan bana dönerek ‘’Yok yok zannettiğin gibi değil ya da düşündüğün anlamda baba veya annemiz bir değil anlamında söylemedim’’ diye tekrar aynı vurguyu yapmıştı.

Eleştirinin sefaleti

Halkın Günlüğü gazetesinin 16–28 Şubat 2014 tarihli 77 sayısında “Eleştirinin Eleştirisi!” başlıklı bir yazı yayımlandı.

Munzur’dan İstanbul'a Yaralı Kartal: Ali Uçar!

Yıl 1974 Haziran’ıydı. Seni İstanbul- Kazlıçeşme’de tanıdım. Daha çok gençtin, 16 yaşındaydın. Dersim-Ovacik Cakperi köyünde yoksul ama Munzur suyu kadar temiz bir Anne-Baba'dan gelmeydin. Okullar yaz tatiline girmiş sen ve abin Musa Uçar okul paranızı ve ailenize maddi yardımda bulunmak için Kazlıçeşme deri fabrikalarında çalışacaktınız. Okullar açıldığında ise geri Dersim’e dönerek eğitiminizi sürdürecektiniz. Ama öyle olmadı. Partimizle tanıştın. Eğitimini yarıda bıraktın. Zeytinburnu’nda işçi sınıfı içerisinde örgütlendin, örgütledin.

Sürecin hasasiyetine hasasiyetle cevap vermek gerekiyor

Yaklaşık 30 yıldan beridir Kürt halkının ulusal demokratik taleplerinin seslendirilmesini üstlenerek öncülük eden Kürt siyasal hareketin siyasal konumunda olan siyasal güçleri, son barış sürecinin heyecanıyla atağa kalktıklarından beri, ağızlarından hiç düşürmedikleri süreç ve bu sürecin ortaya koyduğu ‘’süreç çok hassastır’’ söylemidir. 

Yaşamı degistirmek için tüm renkleriyle örgütlenmek[1]

“İnsan, uğrunda ölümü göze alabileceği bir şey bulmadığı müddetçe insan değildir.”[2]

Yaşamı, tüm renkleriyle, hep beraber, “11 Tez”in ısrarlı yaratıcı/ yıkıcılığıyla birlikte, el ele, omuz omuza örgütlemek insan olmanın ve kalmanın “olmazsa olmazı” olsa da, sürdürülemez kapitalizmin yıkım ve yoksulluk dünyasında hiç de kolay değildir…

KAPİTALİST VAHŞET

Seçim mi Devrim mi ?


Bu coğrafyada halklar düzenin yüz yıldır sahnelediği seçim oyununa katılmakla baltayı bilinçsizce hep kendi ayaklarına indirdiler. Bu 30 Mart yerel seçiminde de halk diğer seçimlerde olduğu gibi yine kendisine biçilen militan figüranlık rolünü oynadı. Yorucu bir seçim kampanyasını sırtlayarak Meclis partilerine pek çok belediye başkanlığı ve il meclis üyelikleri kazandırdı.

Sokaklar babam kokuyordu

Babamı hiç tanımadım, kokusunu da bilmem. Kulaklarımda çınlayan ne bir sesi ne de duvarımızda asılı bir resmi vardı. Olsaydı hep bakardım… Tam beş yaşındaydım. Bunların yokluğuyla bir gün sordum anneme. “Beni kaçırdı, köyden alıp getirdi buralara. Gerçi İzmir çok güzel ama…” dedi. Sustu, gözlerini tavana dikti, sonra da, “Benim için çoktan öldü baban,” dedi. ‘Benim için neden ölmedi?’ diye geçirdim aklımdan, hayıflandım. Biraz da gönül koydum. Babasızlık çok zormuş, insan büyüdükçe bunu daha iyi anlıyor. Örneğin sokaklarda hiç kavga etmedim, kavgadan kaçtım hep.

Sayfalar