Sürekli faşizm ve devrimci hazırlık -Umut Munzur

Suruç’ta yeni kontra örgütü İŞİD eliyle gerçekleştirilen bombalı saldırıyla 32 devrimci-demokrat yaşamını yitirdi. Adana ve Amed’de gerçekleştirdiği saldırılarla istediği amaca ulaşamayan AKP hükümeti, Suruç’ta gerçekleştirdiği intihar saldırısıyla önümüzdeki sürece ilişkin önüne koyduğu politikaları hayata geçirecek zemini yakalamış oldu.
Suruç katliamı, 7 Haziran seçimleri öncesi Adana HDP binasında ve Amed mitinginde patlatılan bombaların devamı niteliğindedir. Bu saldırı ve katliamlar AKP hükümetinin denetimi ve gözetiminde gerçekleştirilmiş olsa da sorun AKP/Saray birleşiminden ibaret değildir. TC devletinin tarihi ezilen ulus ve milliyetlere, inançlara, komünist ve devrimcilere, hak arama mücadelesi yürüten tüm kesimlere dönük katliam ve saldırılarla doludur. Tam da bu tarihsel gerçek TC devletinin varlık nedenidir. Bu anlamıyla faşizm ülkemizde süreklidir. Dönemsel olarak belirli esneklikler göstermesinin ve çeşitli alanlar açmış olmasının nedeni; sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin çeşitli kazanımları ve TC devletinin taktiksel yaklaşımlarından kaynaklıdır.
Bugünkü açık saldırganlık halini saray şizofreninin kişisel hırslarıyla açıklamaya kalkmak ahmaklıktır. Kimi değerlendirmelerde saldırganlığın esas nedeninin HDP olduğu dile getirilmektedir ki bu da oldukça sığ bir yaklaşımdır. HDP, Türkiye solunun önemli bir kesiminin bileşeni bir parti olsa da ona ideolojik ve politik olarak önderlik eden, örgütsel gücünün esasını oluşturan Kürt Özgürlük Hareketi’dir. Bundan dolayı saldırganlığın esas nedeni tüm alan ve bileşenleriyle Kürt Özgürlük Hareketi’dir.
Tüm ‘stratejik derinliğine’ rağmen TC devleti Suriye politikasında istediği sonuçlara ulaşamamıştır. TC’nin aksine Suriye’deki iç savaş koşullarında Kürtler ciddi kazanımlar elde etmiştir. TC’yi bu derece saldırganlaştıran esas neden işte bu kazanımlardır. TC açısından en kötüsü ise bu kazanımların sağlanmasına önderlik edeninin Kürt Özgürlük Hareketi’nin olmasıdır. İşte TC için “beterin beteri” durum budur. Eline avucuna gelecek bir Barzani, Talabani’de yoktur. Bu kazanımların kalıcılaşması halinde ise battıkça batacaktır. HDP ise bu kazanımın içerideki ayaklarından önemli bir bileşendir.
TC’nin Kürt ve Alevi Düşmanlığı
Suruç katliamı ve peşi sıra gelen İŞİD görüntülü operasyonları, sokak eylemlerine dönük saldırganlık, infazlar ve cenaze törenlerini engellemeye dönük “gözü dönmüşlük” halk saflarında yeralan tüm güçleri hedeflemektedir. Genel olarak devrimci-demokratik muhalefete yönelik bu korkutma-yıldırma-yıpratma ve en nihayetinde tasfiye etme konseptidir. Her ne kadar genel olarak tüm halk güçlerini hedef almışsa da yeni saldırı dalgasının özelde yöneldiği iki devrimci demokratik güç vardır. Birincisi tartışmasız Kürt Özgürlük Hareketiyken diğeri ise devrimci hareketin diğer bileşenlerine göre daha kitlesel ve silah kullanmadan ısrarlı DHKP-C’dir. Birbiriyle sorunlu bu iki hareketin aynı saldırı dalgası içerisinde hedeflenmesinin nedenleri saldırganlar açısından nettir. Kürt ve Alevi düşmanlığında ustalaşan AKP hükümetinin başbakanı Davutoğlu, katıldığı bir TV programında bunu açıkça ifade etmiştir. Kürt Özgürlük Hareketinin “etnik farklılıkları”, Halk Cephesi’nin ise “inanç farklılıklarını” istismar ettiğini ve ellerinde silah olduğunu, operasyonların ise bu nedenle yapıldığını dile getirmiştir.
AKP hükümette olduğu 13 yıllık tarih içerisinde TC devletinin geleneği olarak Türk/Sunni ekseninde siyaset yürütmüştür. Tek dil, Tek din genlerinde vardır. Tüm bu süreç boyunca Kürtleri ve Alevileri oyalamak, aldatmak üzerinden kendi Kürdünü ve Alevisini yaratma çabasını ısrarla sürdürmüştür. Fakat “yoğun çabasına” rağmen bu politikasında başarılı olamamıştır.
Kürt halkı, dünden daha fazla Kürt Özgürlük Hareketiyle bütünleşmiştir. Kobane serhıldanında ve 7 Haziran genel seçimlerinde AKP hükümeti nezdinde TC devletine gerekli cevabı vermiştir. Kürtler kadar sert bir cevap alamasa da Alevilerden de beklediğini bulamamıştır. Açık bir Alevi düşmanlığına rağmen aynı sertlikte cevap alamamasının nedeni Alevilerin örgütsüz ve önderliksiz olmasından kaynaklanmaktadır. Aleviler tüm bu dağınık ve örgütsüz yapısına rağmen Haziran ayaklanmasının en dinamik unsuru olmuş, 7 Haziran genel seçimlerinde ise HDP’ye azımsanmayacak derecede destek vermiş, AKP’nin yüzüne bile bakmamıştır. Kürtlerin ve Alevilerin istenilen düzeyde olmasa da politik olarak birbirine yakınlaşmış olması TC devletini kaygılandırmaktadır. TC devletinin düşmanı Kürtler ve Aleviler Suriye’de de karşısındadır. Suriye’ye yönelik her hamlesinde kendi sınırları içerisindeki başta Kürtler olmak üzere Aleviler ve diğer kesimler karşısına dikilmekte içeride istikrarı bozan unsurlar olmaktadır.
Kuru Kuruya Barış Ve Hazırlıksız Savaş
Türkiye Devrimci Hareketi’nin savaş ve hesap sorma çağrıları sanal alemde bildiri yayınlamaktan öteye gitmemektedir. Bu durum savaşa bilme potansiyelini de göstermektedir. Bırakın savaşmayı tek tek eylemlerle misilleme durumu bile yok gibidir. 32 genç devrimcinin alçakça katledilmesi sonrası pratik bunu açıkça göstermektedir. Bu bir küçümseme ve saygısızlık olarak değil mevcut gerçeğimiz olarak görülmelidir. Türkiye Devrimci Hareketi’nin durumu “yağmasada gürleyen” bir görüntü vermektedir. Daha önceki değerlendirmelerimizde değinmiştik Türkiye Devrimci Hareketi kendi yapamadığı ne kadar şey varsa bunu Kürt Özgürlük Hareketinin yapmasını beklemektedir. Aslında bu savaş ve hesap sorma çağrıları da özünde Kürt Özgürlük Hareketi’ne yapılmaktadır. Bizce bu kendince “politika” yapma işlerine hiç gerek yok. Bu komik olduğu kadar bir saygısızlığı da içermektedir. Herkes kendi işini yapmalıdır.
Barış talebinin, uzun yıllardır süren ulusal kurtuluş mücadelesinin yarattığı kayıplar, yaşanan acılar, trajediler göz önüne alınarak bunun insani bir talep olduğu görülmelidir.
Barış talebini özellikle İstanbul, İzmir, Bursa gibi batıda bulunan büyükşehirlerde kitlesel olarak ifade etmek önemlidir. Haziran ayaklanmasında sokağa çıkan ve 7 Haziran seçimlerinde HDP etrafında birleşen kitleleri barış talebi etrafında harekete geçirmek gerekmektedir. Bu TC’nin Kürdistan’da ve Suriye’de içerisine girmek istediği haksız savaşı teşhir etmekle birlikte, batıda yükselteceği şovenizme de set olma görevi görecektir.
Kitlelere dönük çalışmalarda devletin teşhiriyle sınırlı bir çalışma yetersiz olacağı gibi egemenlerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir işlev de görmeyecektir. Barış olsun da nasıl olacaksa olsun yaklaşımı komünistlerin/devrimcilerin yaklaşımı olamaz. Silahlı mücadelenin zorunluluğu, Kürt Özgürlük Hareketinin yürütmek zorunda olduğu savaşın haklılığı ve meşruluğu propaganda edilmelidir. Ezilen ulusun demokratik talepleri, tam hak eşitliği, ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı sürecin parçası yapılmalıdır. Öyle” kuru kuruya barış” olmayacağı anlatılmalıdır.
Nasıl “kuru kuruya barış” olmayacaksa savaş çağrıları yaparak da savaştığınız anlamı çıkmaz. Burada örgütsel güçler yani sübjektif durum oldukça geride ve yetersizdir. Önemli olan hazırlıktır ve bunu kitleler içerisinde hayat bulmasıdır. Haziran ayaklanmasında burnu havada hareketleri saymazsak genel olarak Türkiye Devrimci Hareketi ayaklanma sürecine hazırlıksız yakalandığını ifade etmiştir. Zaten pratik ve sonuç ortadadır. Haziran ayaklanmasının üzerinden 2 yıl geçti ve Türkiye Devrimci Hareketi olarak yine hazırlıksız olunduğu ortadır.
Bugün yapılması gereken barış talebi etrafında biraraya gelen kitleleri anlamak, bu kitleyi kapsayacak şekilde daha geniş kitlelere devletin teşhirini yapmak, silahlı mücadelenin zorunluluğu, haklı ve haksız savaşlar gerçeğini, Kürt Özgürlük Hareketinin meşrululuğunu propaganda etmek önemli bir görevdir. Bununla beraber büyükşehirlerde devletin ve kontra güçlerinin saldırılarına karşı öz savunma güçlerinin örgütlenmesi temelinde hazırlıklı olmak, hazırlık yapmak olması gereken bir zorunluluktur. Başta İstanbul olmak üzere büyükşehirlerde Alevi ve Kürtlerin birlikte yaşadığı çeşitli mahalleler devletin ve onun kontra güçlerinin hedefi durumundadır. Bu mahallerde özellikle gençliğin olası saldırılara karşı bireysel silahlanma yoluna girdiği de bilinmektedir. Fakat arkadaş grupları arasındaki ortaklık yâda daha bireysel anlamda tehlikeyi görme ve kendini koruma temelinde silahlanma söz konusudur. Sorun bu bireysel ve kendiliğinden gelişen duruma müdahale ederek onu örgütlü hale getirebilmektedir.
UMUT MUNZUR
Son Haberler
Sayfalar

"Tarihte kalmış bir savaştan notlar ve dersler"*
1973'de Amerikan askerleri Vietnam'dan çekilirken, New York Times gazetesinin hükümete yakın yazarlarından Sulzberger şunları yazıyordu:" Birleşik Devletler savaşın kaybeden tarafı olarak görünüyor. Tarih kitapları bunu böyle yazmak zorunda… Biz savaşı Mekong Vadisi'nde (Vietnam'da) değil, Mississippi Vadisi'nde (Amerika'da) kaybettik. Birbiri ardından gelen Amerikan yönetimleri, ülke içindeki halktan asla kitlesel destek görmedi."

Tatava yapma, bas geç
Gündemle ilgili yazmak bana göre değil.
Aklım sırrım almıyor.
Delirecem.
Seçimler 30 Martta.
31 Mart ve ardında bazıları seçimlerde uğradığı hezeyanla ...
Seçimlere, örgütlenmeye .... yönelik iflah olmayan proletarya köylünün haline karşı kolektiflere sokağın, mücadelenin ve kavganın yıkıcı gücünü ( Bolşevikliği ) tavsiye ediyor.
Kimileri de, Yetmez ama evetçilerin gezideki adı: Tatava yapma, bas geçciler, diyi veriyor.
Ve daha nice şeyler.
Ya kardeşim: Durun, hele.
Sizler ne yazdığınızın farkında mısın ?

“İnsanlık için komünizmden başka yol var mı?” derdi o...
“İçinde bir tutam delilik olmayan hayat eksik bir hayattır.”[1]
Ataol Behramoğlu’nun, “… insan olmak/ çoğalabilmektir başkalarıyla/ İnsansın, birinin canı yanıyorken/ senin de canın yanıyorsa,” dizelerini anımsatan bir devrimci ruh daha ayrıldı aramızdan... Çocuksu, coşkulu, insan gibi insandı...
Gerçek şudur ki Onun ölümüne inanmak zor, O az sonra kapımızı çalabilir…
Kolay mı? Can Yücel’in, “Bana Bir Varmış de!/ Bir Varmış Bir Yokmuş deme!/ İçime dokunuyor” şiirinin “Bir Varmış de” bölümünü gerçek kılmışlardandır Tuncel Kurtiz...

TKP/ML- TİKKO Gerillalarından Bombalı Pankart
Yerel kaynaklardan öğrendiğimiz bilgilere göre, 10 Nisan2014 günü TKP/ML’ye bağlı TİKKO gerillaları Ovacık’ta yol kapatma eylemi yaparak bombalı pankart astı.

Değişimlere Direnen İdeal İnadımı
Aradan otuz yıl geçmişti, ben daha ülkedeyken tanıdığım kadim bir dost diye bildiğim Hasan’a misafirliğe gitmiştim. Hal hatır faslından sonra kardeşi olan Hüseyin’in durumunu sormuştum. Aldığım cevap ise, ‘’Annesi ve babası bir olan bir ilişki içinde değiliz maalesef’’ olmuştu.
Çocukluğumdan beri anne ve babası bir diye bildiğim bu kadim dostumun söyledikleri kafamı epey karıştırmasına yetmişti bile. Hasan bana dönerek ‘’Yok yok zannettiğin gibi değil ya da düşündüğün anlamda baba veya annemiz bir değil anlamında söylemedim’’ diye tekrar aynı vurguyu yapmıştı.

Eleştirinin sefaleti
Halkın Günlüğü gazetesinin 16–28 Şubat 2014 tarihli 77 sayısında “Eleştirinin Eleştirisi!” başlıklı bir yazı yayımlandı.

Munzur’dan İstanbul'a Yaralı Kartal: Ali Uçar!
Yıl 1974 Haziran’ıydı. Seni İstanbul- Kazlıçeşme’de tanıdım. Daha çok gençtin, 16 yaşındaydın. Dersim-Ovacik Cakperi köyünde yoksul ama Munzur suyu kadar temiz bir Anne-Baba'dan gelmeydin. Okullar yaz tatiline girmiş sen ve abin Musa Uçar okul paranızı ve ailenize maddi yardımda bulunmak için Kazlıçeşme deri fabrikalarında çalışacaktınız. Okullar açıldığında ise geri Dersim’e dönerek eğitiminizi sürdürecektiniz. Ama öyle olmadı. Partimizle tanıştın. Eğitimini yarıda bıraktın. Zeytinburnu’nda işçi sınıfı içerisinde örgütlendin, örgütledin.

Sürecin hasasiyetine hasasiyetle cevap vermek gerekiyor
Yaklaşık 30 yıldan beridir Kürt halkının ulusal demokratik taleplerinin seslendirilmesini üstlenerek öncülük eden Kürt siyasal hareketin siyasal konumunda olan siyasal güçleri, son barış sürecinin heyecanıyla atağa kalktıklarından beri, ağızlarından hiç düşürmedikleri süreç ve bu sürecin ortaya koyduğu ‘’süreç çok hassastır’’ söylemidir.

Yaşamı degistirmek için tüm renkleriyle örgütlenmek[1]
“İnsan, uğrunda ölümü göze alabileceği bir şey bulmadığı müddetçe insan değildir.”[2]
Yaşamı, tüm renkleriyle, hep beraber, “11 Tez”in ısrarlı yaratıcı/ yıkıcılığıyla birlikte, el ele, omuz omuza örgütlemek insan olmanın ve kalmanın “olmazsa olmazı” olsa da, sürdürülemez kapitalizmin yıkım ve yoksulluk dünyasında hiç de kolay değildir…
KAPİTALİST VAHŞET

Seçim mi Devrim mi ?
Bu coğrafyada halklar düzenin yüz yıldır sahnelediği seçim oyununa katılmakla baltayı bilinçsizce hep kendi ayaklarına indirdiler. Bu 30 Mart yerel seçiminde de halk diğer seçimlerde olduğu gibi yine kendisine biçilen militan figüranlık rolünü oynadı. Yorucu bir seçim kampanyasını sırtlayarak Meclis partilerine pek çok belediye başkanlığı ve il meclis üyelikleri kazandırdı.

Sokaklar babam kokuyordu
Babamı hiç tanımadım, kokusunu da bilmem. Kulaklarımda çınlayan ne bir sesi ne de duvarımızda asılı bir resmi vardı. Olsaydı hep bakardım… Tam beş yaşındaydım. Bunların yokluğuyla bir gün sordum anneme. “Beni kaçırdı, köyden alıp getirdi buralara. Gerçi İzmir çok güzel ama…” dedi. Sustu, gözlerini tavana dikti, sonra da, “Benim için çoktan öldü baban,” dedi. ‘Benim için neden ölmedi?’ diye geçirdim aklımdan, hayıflandım. Biraz da gönül koydum. Babasızlık çok zormuş, insan büyüdükçe bunu daha iyi anlıyor. Örneğin sokaklarda hiç kavga etmedim, kavgadan kaçtım hep.