"Sürgün" sürgün verecek mi? Ganime Gülmez
![](https://www.kaypakkayahaber.com/sites/default/files/styles/grid-22/public/misafirkalem_0.jpg?itok=SrWmgQ3q)
“Teori gridir dostlarım, ama hayat ağacı yeşildir”-Goethe-
Kaldığım şehirde Eritreliler çok. Çoğuda, “henüz” iyi Almanca konuşamıyorlar. 40’lı yaşları geçkin neredeyse bütün kadınlar, Yaşlı Bakım Evleri’nde çalışıyorlar. Koloni olma aşamasını daha hala atlatamamış bir ülkeden geldikleri için, İngilizce biliyorlar. Hristiyanlar. Geldikleri ilk günden itibaren bu ülke vatandaşlarıyla kiliselere giriyorlar.
Kaldığım şehirde, Kenya’dan dünyanın öbür ucuna “siyah” insanlar çok. Koloni olma aşamasını daha atlatamamış ülkelerden geldikleri için, Fransızca biliyorlar. Onlar da hristiyanlar. İlk günden aynı kapılardan din kardeşleriyle giriyorlar!
Kaldığım şehirde, “Rusya”nın dörtbir yanından gelen çok. Çoğu ülkesinde belli bir eğitim almış olmalarına rağmen (sürülmüş Alman kökenli Ruslar dışında) tek tük kelime Almanca konuşuyorlar. Kendilerini İngilizce, Almanca’dan çok daha iyi ifade edebiliyorlar. Rus okulları var. Devlet tarafından destekleniyor. Çocuklara Rusça, Rus Edebiyatı öğretiliyor. Yine din kardeşleriyle daha ilk günden aynı kapıdan giriyorlar.
Yani “egemen diller”den birine ve “egemen din”e sahip başlıyorlar hayata.
Kaldığım şehirde Türkiyeliler’de çok! Yabancılar Polisi ve Belediye kapısı dışında, Almanlar’la gerçekten bir mekanı paylaşabilmeleri için kaç fırın ekmek yemeleri gerekiyor. Çoğunun bir ayağı kapitalizmin çarklarında parça parça öğütülürken, diğer ayaklarını camilere ya da Alevi Dernekleri’ne atarak; kültürlerini korumaya, birey olma ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyorlar. Tıpkı bütün şehirlerde-Avrupa ülkelerindeki Türkiyeliler gibi!!!!
“Sürgün” çözümlemesini yaparken; ‘değişim’ olgusunu yeterince hesaba katmamışız-katmıyormuşuz gibi geliyor bana. Değişim, evrensel ve süreğen bir olgudur. Değişimin böyle oluşu, doğanın ve tarihin diyalektiğinin gereğidir! Bu diyalektiği iyi çözümleyemezsek, çözümlemelerimize, suçlayıcılık, inkarcılık, kendimizi-tarihimizi yadsıma…..yani; doğanın ve tarihin diyalektiğine aykırı ne varsa onu gerçekleştirme eylemi girer.
Her sağlıklı teorinin doğum aşaması, yani direk realiteyle buluştuğu-ona yol gösterdiği aşamalar vardır. Bu doğum aşamasına kadar; herşeyi bildiğimizi varsayarsak, baştan yeniğizdir. Çünkü daha baştan bilgi toplamayı elden bırakmışızdır. Hayatın yeşil ağacından vazgeçmişizdir.
Bizim coğrafyanın en temel özelliklerindendir; başkalarına radikal olmak, kendini gerekçeler altına saklamak. Bu tehlikeye karşı hep uyanık olmaya çalışıyorum. Bu yüzden, bizlerin-kendi yazdıklarımızdan çok, bulunduğumuz ülkelerin “sosyal araştırmacıları”nın bizi kobay gibi inceleyip yazdıklarına inat; bazı alıntıları sizlerle paylaşmak istiyorum. 30’lu yaşlara kadar yaşadığım toprakları bile sağlıklı çözümlemekte zorlandığım bu asırda; sonradan geldiğim bir ülkeyi ve orada yaşayan toprağımın insanlarını çözümleme hakkını kendimde bulmuyorum henüz. Hele ki bırakalım “sürgünlük” kavramını; yabancılık kavramının günden güne alnımıza damgalandığı, “teröristlik” kavramının kağıtlarımıza rahatça vurulduğu şu günlerde….;
“…Örneğin uzun süre uyumsuzsunuz dediler. Oysa trafikte böyle bir sorun yoktu. Bizim için bilmediğimiz Ali Cengiz otoyollarda otomobil sürmek de zordur; ama becerdik. İş yerlerinde uyum sorunu da kısa sürede bitti. Verimimiz iyiydi. Sosyal güvenlik konusunda hala büyük yalan söyleniyor; örneğin yılda sekiz milyar ödenti verip beş milyar sosyal yardım alıyoruz. Ama ne yapsak kendimizi beğendiremiyoruz.
Okullarda çocuklarımızın eğitimini uzun yıllar yeterince ciddiye almadılar. Gerçi birtakım önlemler ortaya kondu; ama bunlar ucun kıyı önlemlerdi…Meslek okullarında bizim gençlerden oluşan sınıflarda başıboşluk, gevşeklik alıp başını gidiyordu. …Bu yüzden eğitilemez sanısı uyandıran topluluklar çoğaldı….
Yıllar üçer beşer geçerken, artık Almanya’nın açığı kapandı, yeniden eski gücünü kazandı, hem de neşesini buldu….ne işi vardı kültürü, hem de dini ayrı Türkiyeliler’in Almanya’da?
Kapitalist ülkelerde anaparanın örgütleyip öne sürdüğü hükümetler başka türlü devinebilir mi? Gerektiği kadar ırkçılık, gerektiği kadar yabancı düşmanlığı yayıp ortama egemen olmak hiç de zor değildi.
Geri dönüşü özendiren önlemler çoğaltıldı…Aradan yıllar geçmiş, çocuklar buraya kaynamış, erkekler yürekten, mideden hasta olmuş, iş kazasında sakatlanmış, kadınlar türlü baskılardan sinir hastası olmuş; bu durumlarda nasıl döner?”-Fakir Baykurt, Duisburg 1993-
“Sürgün” dediğimiz insanlar-bizler de; böyle bir mozaiğe ve böyle bir muamele görmüş topluma giriyoruz-eklemleniyoruz. Hem de; 40-50’li yaşlara dayanıp burada büyümüş olanların, eski kuşaklarla Ruhi Su’dan “Almanya acı vatan, adama hiç gülmeyi\ Nedendir bilemedim, bazıları gelmeyi\ Üçü kız iki oğlan kime bırakıp gittin?\ Böyle güzel yuvayı ateşe yakıp gittin…” söyledikleri parçalarla ağlayışlarını bilmeden! Sadece “bizim” umutlarımızı-acılarımızı bildiklerini düşünerek! Hem de; Gettolar’ı kırmış, kaç üniversite bitirmiş Türkiyeliler’in, sırf girdikleri Alman “sol” partilere, bu Gettolar’a oy toplamak için girmekten vazgeçemediklerini bilmeden! Sadece, toprağından gelen insanlara yüzünü dönmemeyi başarabildiğini düşünerek!
Daha neler yazılabilir, kaç tür sahne aktarılabilir böylesine tarihsel döngülere ve içinden geçtiğimiz sürece dair…..
“Tekel” döneminin, bizi acımasızca “tek”leştirdiği, yabancılaştırdığı dönemlerden geçiyoruz. Avrupa’nın göbeğinde özellikle korunmuş, dağılmasının yolu bir türlü açılmamış-açılmayacak olan, kapalı kalması daha da beslenen “Gettolar”ın içinde, tutuculaşmanın boyutu daha da acı olmuştur-olacaktır; bu bilimsel bir gerçek!
Bu gerçeğin içerisinde, Sürgünler Meclisi’nin; bu gerçekliği küçümseyen-yargılayan bir düşünsel başlangıca girmemesini umudediyorum. Bu gerçeklik içerisinde; “biz iyi biliriz”den çok, “neleri öğrenmeliyiz?”in hayat ağacına gözümüzü açabilmemizi diliyorum. Ha; bu gerçeklik içerisinde, toplumsal gerçekliğimizden-bireylerden çok, kendi gerçekliğimize daha sağlıklı vuruşlar yapabileceğimiz pratik adımlarımızı umudediyorum.
Çünkü teorinin griliğini aydınlatacak, güzel-elele-umut veren pratiklere; her zamankinden, ama her zamankinden daha çok ihtiyaç var. İnsanın metaya dönüştürüldüğü, insansızlaşan toplumda, insan kalmaya ve bu ışığı saçmaya her zamankinden kat kat daha fazla ihtiyacımız-ihtiyaç var! Sürgünlerin sürgün vermesine her zamankinden kat kat daha fazla ihtiyaç var!
Umutla-sevgiyle-dirençle kalalım!
Son Haberler
Sayfalar
![](https://www.kaypakkayahaber.com/sites/default/files/styles/grid-5/public/devrimci_militanlik-720x470.jpg?itok=Qax5H-PK)
Devrimci Pratik ve Militanlaşma
Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.
![](https://www.kaypakkayahaber.com/sites/default/files/styles/grid-5/public/halil_kaypakkaya-partizan_9.jpg?itok=BA0MPgQ7)
“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I
Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.
![](https://www.kaypakkayahaber.com/sites/default/files/styles/grid-5/public/halil_kaypakkaya-partizan_7.jpg?itok=N-3QhGk7)
Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!
Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.
Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:
![](https://www.kaypakkayahaber.com/sites/default/files/styles/grid-5/public/halil_kaypakkaya-partizan_4.jpg?itok=GnAUFejv)
Tehlikenin farkında mıyız?
"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,
Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:
![](https://www.kaypakkayahaber.com/sites/default/files/styles/grid-5/public/20240525_112101.jpg?itok=A6bqWoD4)
Bugün Galatasaray Meydanında bariyerler bir genişledi ve arkasından geri daraldı.
Meydana gelmeden meydana açılan her yol denetim altına alınmış, polis denetiminden ve üst aramasından sonra meydana girdik... Arkasından heykelin olduğu yere geldim, orası da bariyer ile çevrilmişti, ön taraftan giriş yerine yan taraftan giriş açılmıştı, oradan da üst aramasından geçip oturma eyleminin olacağı heykel çevresine geldik. Heykel, cumhuriyetin 50. Yıl heykeli. 100. Yıl heykeli yapıldı mı bir yerlerde bilmiyorum...
Bariyer içinde bariyer ve onun içinde izin verilen sınırlar içinde acılarımızı haykırmak!
![](https://www.kaypakkayahaber.com/sites/default/files/styles/grid-5/public/disiplin.jpg?itok=hA1g3LLH)
Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – II
II.Bölüm:
Laz Nihat’ın başında bulunduğu ekip, öylesine şuursuzca bir gözü kapalılıkla kontraya tabi hareket etmekteydi ki düşünün, düşman operasyonlarının sürmekte olduğu bir arazide, başta ben olmak üzere, kendilerinden yana tavır almayacaklarına kanaat getirdikleri bir grup gerillayı silahsızlandırarak, öylece araziye terk etmeyi bile göze alabildiler…
![](https://www.kaypakkayahaber.com/sites/default/files/styles/grid-5/public/halil_kaypakkaya-partizan_2.jpg?itok=AezzZf5g)
Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – I
Aslında bu konuyu yıllar önce kaleme aldığım “Dersim Dağlarında” ve “Mao Zedung Değerlendirmeleri” isimli kitaplarımda, yaşanan somut örnekler üzerinden irdeleyip, kendimce, genel yaklaşımın ne olması gerektiğini, özlü bir perspektif olarak ortaya koymuştum. Ancak ne var ki bu kitaplarda ki tüm diğer konular olduğu gibi, bu konu da ‘meşru muhatapları’ olması gereken kişi ve yapılarca; ‘üç maymun’ seçeneğiyle karşılanmaya devam ediyor.
![](https://www.kaypakkayahaber.com/sites/default/files/styles/grid-5/public/ibrahim-kaypakkaya-678x381.jpg?itok=3l4C6jqx)
TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!
Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.
![](https://www.kaypakkayahaber.com/sites/default/files/styles/grid-5/public/20240516-1621328322152-kobani-1-webpd095c3-image.jpg?itok=JAbGMEcM)
Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...
"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"
Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.
Yıllardır tanırım seni.
Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.
Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.
Akraba desem, değil.
Komşu desem, hiç değil.
![](https://www.kaypakkayahaber.com/sites/default/files/styles/grid-5/public/ibo-ve-gerilla-678x381_1.jpg?itok=597VXoQT)
TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”
” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”
– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?
– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.
![](https://www.kaypakkayahaber.com/sites/default/files/styles/grid-5/public/ergun1_22_0.jpg?itok=7geNrZRm)
Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi
Ah... kuzucuğum ah...
Ne oldu bize böyle.
Ne oldu.
Her şey tıkırında giderken...
Neler yaşadık böyle.
Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne
Veyahut da.... veyahut da...
"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.
Yoksa... yoksa...
Daha dün bir; bu gün iki