"Sürgün" sürgün verecek mi? Ganime Gülmez
“Teori gridir dostlarım, ama hayat ağacı yeşildir”-Goethe-
Kaldığım şehirde Eritreliler çok. Çoğuda, “henüz” iyi Almanca konuşamıyorlar. 40’lı yaşları geçkin neredeyse bütün kadınlar, Yaşlı Bakım Evleri’nde çalışıyorlar. Koloni olma aşamasını daha hala atlatamamış bir ülkeden geldikleri için, İngilizce biliyorlar. Hristiyanlar. Geldikleri ilk günden itibaren bu ülke vatandaşlarıyla kiliselere giriyorlar.
Kaldığım şehirde, Kenya’dan dünyanın öbür ucuna “siyah” insanlar çok. Koloni olma aşamasını daha atlatamamış ülkelerden geldikleri için, Fransızca biliyorlar. Onlar da hristiyanlar. İlk günden aynı kapılardan din kardeşleriyle giriyorlar!
Kaldığım şehirde, “Rusya”nın dörtbir yanından gelen çok. Çoğu ülkesinde belli bir eğitim almış olmalarına rağmen (sürülmüş Alman kökenli Ruslar dışında) tek tük kelime Almanca konuşuyorlar. Kendilerini İngilizce, Almanca’dan çok daha iyi ifade edebiliyorlar. Rus okulları var. Devlet tarafından destekleniyor. Çocuklara Rusça, Rus Edebiyatı öğretiliyor. Yine din kardeşleriyle daha ilk günden aynı kapıdan giriyorlar.
Yani “egemen diller”den birine ve “egemen din”e sahip başlıyorlar hayata.
Kaldığım şehirde Türkiyeliler’de çok! Yabancılar Polisi ve Belediye kapısı dışında, Almanlar’la gerçekten bir mekanı paylaşabilmeleri için kaç fırın ekmek yemeleri gerekiyor. Çoğunun bir ayağı kapitalizmin çarklarında parça parça öğütülürken, diğer ayaklarını camilere ya da Alevi Dernekleri’ne atarak; kültürlerini korumaya, birey olma ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyorlar. Tıpkı bütün şehirlerde-Avrupa ülkelerindeki Türkiyeliler gibi!!!!
“Sürgün” çözümlemesini yaparken; ‘değişim’ olgusunu yeterince hesaba katmamışız-katmıyormuşuz gibi geliyor bana. Değişim, evrensel ve süreğen bir olgudur. Değişimin böyle oluşu, doğanın ve tarihin diyalektiğinin gereğidir! Bu diyalektiği iyi çözümleyemezsek, çözümlemelerimize, suçlayıcılık, inkarcılık, kendimizi-tarihimizi yadsıma…..yani; doğanın ve tarihin diyalektiğine aykırı ne varsa onu gerçekleştirme eylemi girer.
Her sağlıklı teorinin doğum aşaması, yani direk realiteyle buluştuğu-ona yol gösterdiği aşamalar vardır. Bu doğum aşamasına kadar; herşeyi bildiğimizi varsayarsak, baştan yeniğizdir. Çünkü daha baştan bilgi toplamayı elden bırakmışızdır. Hayatın yeşil ağacından vazgeçmişizdir.
Bizim coğrafyanın en temel özelliklerindendir; başkalarına radikal olmak, kendini gerekçeler altına saklamak. Bu tehlikeye karşı hep uyanık olmaya çalışıyorum. Bu yüzden, bizlerin-kendi yazdıklarımızdan çok, bulunduğumuz ülkelerin “sosyal araştırmacıları”nın bizi kobay gibi inceleyip yazdıklarına inat; bazı alıntıları sizlerle paylaşmak istiyorum. 30’lu yaşlara kadar yaşadığım toprakları bile sağlıklı çözümlemekte zorlandığım bu asırda; sonradan geldiğim bir ülkeyi ve orada yaşayan toprağımın insanlarını çözümleme hakkını kendimde bulmuyorum henüz. Hele ki bırakalım “sürgünlük” kavramını; yabancılık kavramının günden güne alnımıza damgalandığı, “teröristlik” kavramının kağıtlarımıza rahatça vurulduğu şu günlerde….;
“…Örneğin uzun süre uyumsuzsunuz dediler. Oysa trafikte böyle bir sorun yoktu. Bizim için bilmediğimiz Ali Cengiz otoyollarda otomobil sürmek de zordur; ama becerdik. İş yerlerinde uyum sorunu da kısa sürede bitti. Verimimiz iyiydi. Sosyal güvenlik konusunda hala büyük yalan söyleniyor; örneğin yılda sekiz milyar ödenti verip beş milyar sosyal yardım alıyoruz. Ama ne yapsak kendimizi beğendiremiyoruz.
Okullarda çocuklarımızın eğitimini uzun yıllar yeterince ciddiye almadılar. Gerçi birtakım önlemler ortaya kondu; ama bunlar ucun kıyı önlemlerdi…Meslek okullarında bizim gençlerden oluşan sınıflarda başıboşluk, gevşeklik alıp başını gidiyordu. …Bu yüzden eğitilemez sanısı uyandıran topluluklar çoğaldı….
Yıllar üçer beşer geçerken, artık Almanya’nın açığı kapandı, yeniden eski gücünü kazandı, hem de neşesini buldu….ne işi vardı kültürü, hem de dini ayrı Türkiyeliler’in Almanya’da?
Kapitalist ülkelerde anaparanın örgütleyip öne sürdüğü hükümetler başka türlü devinebilir mi? Gerektiği kadar ırkçılık, gerektiği kadar yabancı düşmanlığı yayıp ortama egemen olmak hiç de zor değildi.
Geri dönüşü özendiren önlemler çoğaltıldı…Aradan yıllar geçmiş, çocuklar buraya kaynamış, erkekler yürekten, mideden hasta olmuş, iş kazasında sakatlanmış, kadınlar türlü baskılardan sinir hastası olmuş; bu durumlarda nasıl döner?”-Fakir Baykurt, Duisburg 1993-
“Sürgün” dediğimiz insanlar-bizler de; böyle bir mozaiğe ve böyle bir muamele görmüş topluma giriyoruz-eklemleniyoruz. Hem de; 40-50’li yaşlara dayanıp burada büyümüş olanların, eski kuşaklarla Ruhi Su’dan “Almanya acı vatan, adama hiç gülmeyi\ Nedendir bilemedim, bazıları gelmeyi\ Üçü kız iki oğlan kime bırakıp gittin?\ Böyle güzel yuvayı ateşe yakıp gittin…” söyledikleri parçalarla ağlayışlarını bilmeden! Sadece “bizim” umutlarımızı-acılarımızı bildiklerini düşünerek! Hem de; Gettolar’ı kırmış, kaç üniversite bitirmiş Türkiyeliler’in, sırf girdikleri Alman “sol” partilere, bu Gettolar’a oy toplamak için girmekten vazgeçemediklerini bilmeden! Sadece, toprağından gelen insanlara yüzünü dönmemeyi başarabildiğini düşünerek!
Daha neler yazılabilir, kaç tür sahne aktarılabilir böylesine tarihsel döngülere ve içinden geçtiğimiz sürece dair…..
“Tekel” döneminin, bizi acımasızca “tek”leştirdiği, yabancılaştırdığı dönemlerden geçiyoruz. Avrupa’nın göbeğinde özellikle korunmuş, dağılmasının yolu bir türlü açılmamış-açılmayacak olan, kapalı kalması daha da beslenen “Gettolar”ın içinde, tutuculaşmanın boyutu daha da acı olmuştur-olacaktır; bu bilimsel bir gerçek!
Bu gerçeğin içerisinde, Sürgünler Meclisi’nin; bu gerçekliği küçümseyen-yargılayan bir düşünsel başlangıca girmemesini umudediyorum. Bu gerçeklik içerisinde; “biz iyi biliriz”den çok, “neleri öğrenmeliyiz?”in hayat ağacına gözümüzü açabilmemizi diliyorum. Ha; bu gerçeklik içerisinde, toplumsal gerçekliğimizden-bireylerden çok, kendi gerçekliğimize daha sağlıklı vuruşlar yapabileceğimiz pratik adımlarımızı umudediyorum.
Çünkü teorinin griliğini aydınlatacak, güzel-elele-umut veren pratiklere; her zamankinden, ama her zamankinden daha çok ihtiyaç var. İnsanın metaya dönüştürüldüğü, insansızlaşan toplumda, insan kalmaya ve bu ışığı saçmaya her zamankinden kat kat daha fazla ihtiyacımız-ihtiyaç var! Sürgünlerin sürgün vermesine her zamankinden kat kat daha fazla ihtiyaç var!
Umutla-sevgiyle-dirençle kalalım!
Son Haberler
Sayfalar
Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-
Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.
Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.
Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)
İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.
Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…
Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor.
Fakir (Nubar Ozanyan)
Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.
Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı
Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.
Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!
Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.
Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama
Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.
6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.
İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”
Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR.
Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!
Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”
KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-
Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.