Çarşamba Mayıs 15, 2024

Ararat'a sevdalı bir komünist: Nubar Ozanyan

Rojava’daölümsüzleşen TKP/ML üyesi TİKKO komutanı Nubar Ozanyan’ın şehadetinin ardından yoldaşları Ozanyan’ı anlattı. Şişli Karagözyan Ermeni yetimhanesinden arkadaşı Stepan Melkonyan, 1964 yılından itibaren yetimhanede aynı sıraları paylaştıklarını aktardı. Aynı sıralardan Armenak Bakıryan, Nubar Yalım, Hayrabet Honca, Manuel Demir, İmam Boztaş ve Hrant Dink de geçmişti.

Yetimhaneden Devrimci Bir Kültür Doğdu

Melkonyan o günleri şöyle anlattı: "Çoğunluk okula doğudan geliyordu. İstanbul'dan katılan çok azdı. Gelenlerin çoğu Türkçe bilmiyordu zaten. Kürtçe konuşuyorlardı. Önce Türkçe öğreniyor, sonra Ermenice öğreniyorlardı. Ortaokul ve liseyi Üsküdar'da Surp Haç Tıbrevank'ta okuduk. Bizim dönemimizde okul müdürümüz Mıgırdiç Margosyan'dı. Bende öksüz yetim büyüdüm, küçük yaşta çalışmaya başladım. Hepimiz aynı durumdaydık. Sabah kalkardık altıda top oynardık, büyükler (Hrant Dink, Armenak Bakırcıyan) bizi kovalarlardı. Nubar'la köşe kapmaca oynardık, okulun en yaramazları bizdik."

"Nubar'ın karakteri anlatılmazdır. Paylaşmayı çok severdi en başta. Kendi giyinmez giydirirdi. Yırtık gömleği alır dikerdi, 'bunu ben giyeyim yenisi sen giy' derdi. Hiçbir zaman lüks diye bir şey tanımadı. Sadeliği severdi."

Öte yandan sporcu kişiliğini yine arkadaşından öğreniyoruz: "Halterde başarıları vardı. Onun antremanlarda Naim Süleymanoğlu'ndan daha ağır kaldırdığı doğrudur. Peki nasıl olur, sen daha ileri pozisyondayken nasıl engellendin diye sordum. Şunu dedi bana: Ondan ağır kaldırdığım ilk antremandan sonra antrenörlerim tarafından açıkça uyarıldım ve dışlanmaya başlandım.

En son iki ay kadar önce buradaydı. "Biraz daha işimiz kaldı" dedi. Çok acele ediyordu gitmek için. Gitmesi gerekiyordu; 'Bir yıl daha işimiz kaldı' dedi en son.

Kulakları duymuyordu. Roketatar kullandığı için bir kulağı neredeyse işitmez hale gelmişti. En son IŞİD'in hezimete uğradığı Enternasyonalist Özgürlük Taburu baskınında da çok sayıda roket kullanmıştı. Kulakları zarar görmüştü ama işitme cihazını takmıyordu.

Benim burada çok rahat ediyordu. Hatta dedi ki en son zamanlarda; buraya bir ranza ayarlayalım. Çünkü yetimhane zamanında ranzamız vardı ikimizin (gözleri dolarak).

Suzan Suzi şarkısını çok severdi. İnternetten açıp dinledik son zamanlarda. Sasna Şaran oyununu da severdi (Ermeni halayı). Bir de ülkesini çok severdi. Hayrenik derdi. Her zaman oraya karşı bir özlemi oldu. Karabağ'daki savaş arkadaşı Monte Melkonyan'ın mezarının yanına gömmek isteyenler oldu."

Filistin Kampında Bilgilerini Yoldaşlarıyla Paylaştı

Partili yoldaşı Levon Azgaldyan ise Filistin ve Karabağ yolculuklarını anlattı.

"Nubar'la tanışmamız 1991 yılıda, TKP/ML'nin Filistin'de kurduğu gerilla kampında oldu. Bir şafak vakti kampa yaklaşırken, kampın nöbetçilerini uzaktan gördüm. Nöbetçilerin arkasında bir kişi sabah sporu yapıyordu. Nubar'la ilk karşılaşmam orada oldu.

Kamp yaşantımız boyunca diğer tüm yoldaşlardan farklı özelliklerini gördüm. Nubar diğerlerine göre çok daha disiplinli bir arkadaştı. Hiçbir şekilde aykırı veya keyfi davranışına rastlamadım. Askeri anlamda o kampta daha önce Filistinlilerin verdiği bir eğitimden geçtiği için kamp yönetimi de onun bilgilerinden yararlanıyordu. Mesala patlayıcılar üzerinde yoğunlaşmıştı. Kimya konusunda yetkinliği vardı. Günlük hayatta kullandığımız çeşitli maddeyi patlayıcıya dönüştürebiliyordu. Bir el yazma defteri vardı hatırlıyorum. Onlarca patlama metodunu not almıştı. Kampta verdiği derslerde onlardan yararlanıyordu."

"Daha sonra kamptaki eğitimini tamamlamış olanlar ülkeye döndük. Gerillalarımızın yoğun olarak bulunduğu Dersim'e geçtik. Dersim bölgesinde faaliyetler sürdürülürken birkaç yıl önce ayrılan doğu anadolu komitemizle yeniden birleşme görüşmeleri başlamıştı. Ardından yoldaşlarımız bizi farklı bir ülkeye gönderme kararı aldılar. Oradaki çalışmaları düzene sokma ve lojistik destek sağlama amacıyla Nubar ve ben görevlendirildik. Ermenistan'a girişimiz kaçak yollardan gerçekleştirilecekti."

Karabağ'a Geçmek Kolay Olmadı

"Gideceğimiz bölge Sovyetler Birliği'nden yeni ayrılmış bir yer olduğu için enformasyon konusunda sıkıntılar vardı. Neyle karşılaşacağımızı da bilmiyorduk. Sınırı geçişin de çok zor olacağını tahmin ediyorduk. Ay ışığının olmadığı birbuçuk iki saatlik bir zaman dilimi içersinde biz Türkiye tarafında siperlerde nöbetin tutulduğu bir yerden, Ermenistan tarafına geçmek zorundaydık. Yaklaşık beşyüz metrelik bir alanı aşmak zorundaydık. Bu alanda ne gibi zorluklarla karşılaşacağımızdan haberimiz yoktu. Bulunduğumuz yerden siperleri gözleyebiliyorduk. Askerlerin seslerini duyabiliyorduk. Geldiğimiz nokta öyle bir noktaydı ki geri dönüşü olmayan bir sınırdaydık. Geri dönersek ayışığına yakalanıp görülme tehlikemiz vardı."

"Azgın bir nehir olarak bildiğimiz Aras Nehri'nin aslında çok cılız bir nehir olduğunu orada anladık. Suyu geçerken herhangi bir sıkıntı yaşamadık. İleride tel örgüleri gördük. Telleri incelediğimizde aslında bu alanın Aras'ın yatağı olduğunu fark ettik. Suyun hemen hemen onda birine düştüğünü, tellerin de erezyonu önlemek amacıyla yerlere serildiğini fark ettik. Ayışığı yavaş yavaş çıkmaya başlamıştı ama biz Türkiye tarafındaki tehlikeli bölgeyi geçmiştik. Daha sonra çok derin bir hendekle karşılaştık yaklaşık üç metre boyundaydı. Hendeği görünce eğer buraya tek kişi gelseydik karşılaşacağımız durumu gördük. Birbirimizi sırtlayarak hendekten iniş ve çıkışı gerçekleştirdik. Elli metre sonra aynı hendekten bir tane daha vardı. Aynı şekilde geçtik. Bir uğultu geliyordu sürekli ama anlayamadık ilk zamanlarda."

"Meyve bahçelerine vardığımızda önümüze çıkan tellerin yüksekliği beş metreydi. Bu tel örgülere tırmanmak mümkün değildi. Burada Nubar yoldaş pratik zekasını ortaya koydu. Tellerin direklerini tek tek kontrol etti ve birinde bir gevşeklik hissetti. Direği aşağı doğru eğmek için kırkbeş dakika kadar uğraştık. Sonuçta ağırlığımızı direğe verdiğimiz anda mancınık gibi bizi diğer tarafa fırlattı. Uğultu gittikçe yükseliyordu. İlerledikçe gözetleme kuleleri belirginleşmeye başladı. Biraz gözlemin ardından kulelerde asker olmadığını fark ettik. Ancak bu sefer de uğultunun kaynağını gördük. Aras Nehri bir kanala yöneltilmiş ve bu kanaldan korkunç bir debiyle akıyordu. Beton kanalın genişliği yaklaşık on metreydi. Daha önce geçtiğimiz cılız suyu göz önüne alırsak Aras Nehri'nin büyük bir kısmının yatağından çıkarılarak kanala aktarıldığını gördük. Bu kanala girmek mümkün değildi. Biz de kanalın üzerinde bir köprü aramaya başladık. Köprüyü bulduk ancak zamanımız daralıyordu. Henüz Arası geçememiştik."

"Köprünün üstünde sarmal tellerle örülmüş tuzaklar bulunuyordu. İnsan temas ettiği zaman sinyal veren bir mekanizma varmış. Köprüyü geçmemiz bu yolculuğun en zorlu kısmıydı. Nubar yoldaş olmasa asla geçemezdim. Pratik zekası çok yüksekti. Sabah beşe doğru biz Ermenistan topraklarına varabildik. Burada ilk işimiz yolu bulup köylü arabalarını durdurmak oldu. Biri bizi şehre götürdü. Bu ülkedeki faaliyetlerimiz dört ay kadar sürdü. Bu süre sonunda ben dönmek zorunda kaldım. Oradaki çalışmalar tamamen Nubar yoldaşın üstüne kaldı."

Ulaş'ın Şehit Olmasına Çok Üzüldü

"Rojava'ya geçtikten sonra bu yıl içersinde benimle irtibata geçti. Öldürülmeden bir buçuk ay önce buradaydı. Dersim'de çok yoğun operasyonların olduğunu ve bazı yoldaşlarının sığınaklardan çıkamadığından bahsetti. Ama mutlaka oraya ulaşmak istiyordu. Bu amaçla üç kere Dersim'e gitti. Ardından Rojava'ya döndü. Dönmeden önce yaptığımız sohbetlerde Ulaş Bayraktaroğlu'ndan bahsetti. İnanılmaz derecede üzgündü. Aralarında samimi ilişkileri olduğundan bahsetti. İlk defa aynı örgüt içinde olmadığımız birinin ölümüne bu kadar üzülen birini görmüştüm. Çok öfkeliydi."

"Burada kaldığı süre içinde yirmi yıl önce tanıdığım Nubar'dan hiçbir şeyin değişmediğini gördüm. Nerede olursa olsun sabah beş buçukta yatağında görmek mümkün değildi. Aynı disiplinle devam ediyordu. 61 yaşında olmasına rağmen çok sağlıklı ve atletikti. Mütevazılığında hiçbir değişim yoktu. Hiçbir zaman boş durmazdı. Yediği yemekten kullandığı giysilere kadar 'bunu atmamız gerekiyor' dediğine şahit olmadım. Onun için her şey değerlendirilebilirdi."

Çevirileriyle Bir Çok Konuyu Aydınlattı

"Türkiye devrimci hareketinin eksik kaldığı belli konular vardı. Bunlardan biri Doğu Halkları Kurultayı belgeleri, TKP'nin Sovyetler Birliği Komünist Partisi'yle yazışmaları, Ermenistan Komünist Partisi'nin yazışmaları, Hınçak ve Taşnag'ın arşivleri Türkçe'de mevcut değildi. Tüm bunların çevirisiyle ilgileniyordu. Bitirdiği iki eseri var: Biri "Kafkasların Lenin'i Stepan Şahumyan", diğeri de "G.K. Orjonikidze ve Ermenistan'da Sovyet İktidarının Kuruluşu" kitabıdır. Yarım kalan çalışmalarını yoldaşlarının tamamlamasını umut ediyorum.”

Kaynak: ETHA

41586

Yolsuzluk

2010 yılında Anayasa refarandumu onaylanması için Maltepe meydanında halka hitaben yaptığı konuşmada Başbakan R.T.Erdoğan şöyle diyordu '' merhum Menderes'lerin biz bu yola çıkarken kefenimizi de yanımıza aldık'' dedikleri gibi,''biz kefenimizi zaten yanımızda taşıyoruz'' sözlerini şaşkınlıkla dinledim.Bir başbakan vatandaşlarına ''nasıl böyle bir şey der'' diye düşündüm.Ne yapmış olabilir ki ''kefene'' gerek duyulsun.Bu sözün ne anlam taşıdığını bugün daha rahat anlayabiliyorum.

Beni ve hamile eşimi çırılçıplak soydular!

Dışişleri eski bakanı Coşkun Kırca'nın, Kürt milletvekili K'ye cevap vermek için çıktığı meclis kürsüsünde, "Türkiye'de her Türk vatandaşı Türk'tür. Hepsi Türk'tür. Kendi vicdanınızda bunu hissediyorsanız öyledir; ama kendiniz sapmışsanız o zaman size ancak susmak ve susanlara karşı Türk devletinin gösterdiği sabırdan istifade etmek düşer, daha fazlası değil…"dediği günlerdi.

Hukuk Mu Dediniz?

Güney Afrika Cumhuriyeti'nde, emperyalist bir tekelin çıkarları uğruna maden işçilerinin katledilmesi (16.08.2012)

Burjuvazi ve onu hizmetindeki kalem erbabı; “hukuk”, “adalet”, “hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı”, “bağımsız Türk mahkemeleri”, “demokrasi” “insan hakları” gibi kavramları çok sever. Her fırsatta bunları dile getirirler. Burjuvaziyi tanımayanlar; “bunlar ne kadar da adalet ve hukuk düşkünüymüş” diye hayret içinde kalır ve alıkışlarlar, kendi zayıf “hukuk düşkünlüklerinnden" ve  zayıf “adaletli” oluşlarından utanır olurlar.

 

“Zamanın ruh(suzluğ)u”na karşı İbrahim Kaypakkaya

“Geçmiş asla ölü değildir.Geçmiş, geçmiş bile değildir.”[1]

 

Postmodern vazgeçiş dört yanımızı kuşatmışken; çürüyen “zamanın ruh(suzluğ)u”na inat İbrahim Kaypakkaya hakkında yazmak, konuşmak çok önemlidir ve gereklidir…

Gereklidir çünkü gerçeklerin “unutuşa”, “suskunluğa” terk edilmek istendiği yalanın egemenliğinde, Mihail Yuryeviç Lermontov’un ‘Düşünce’ başlıklı şiirindeki, “Kaygıyla bakıyorum bizim kuşağa!/ Geleceği ya boş ya karanlık görünüyor...” dizeleri anımsamamak/ anımsatmamak elde değil…

Beşikçi ve Kürd resmi ideolojisi

Ömrünü Türk resmi ideolojisiyle mücadele etmekle geçirmiş,Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin kırk yıllık emektarı İsmail Hoca’nın Apocu resmi ideolojinin yeniden üretiminden ve propagandasından sorumlu Ferda Çetin üzerinden eleştiri adı altında saldırıya uğraması hazin olmanın ötesinde Kürdistan’da Kürdistanlıların iktidarından yana kesimlerle Türkiyelileşme sevdalısı entegrasyoncu kesimler arasındaki ideolojik cephe savaşının başlangıç düdüğü olma potansiyeline de sahiptir.

 

Edebiyatin Latin Cephesine kenar notlari[*]

“Adını değiştir,öykü seni anlatsın.”[1]

“Resmi payeleri hep reddettim. Legion d’honneur’ü de kabul etmemiştim. Fransız akademisine de girmedim. Yazar kendisinin bir kuruma dönüştürülmesini reddetmelidir. Bu onur verici bir paye dahi olsa bunlar kişisel nedenlerim. Ayrıca şu da var: ben iki kültürün barış içinde bir arada yaşayabilmesi için uğraşıyorum. Elbette çelişki ve çatışma var ve olmalı. Burjuva bir ailede yetiştiğim hâlde sosyalist oldum. Sempatim ondan yanadır. Bir de bu yüzden, bu ödülü verenlerin konumundan dolayı, kabul edemem,” vurgusuyla ekler Jean Paul Sartre: 

Latin Amerika'dan barış süreçleri 'El Salvador’ örnegi

  * Anlaşıldı:Savaş artık Barış demek.Öyleyse bundan böyle domuzlara at,kız çocuklarına erkek deyip geçelim...”[1]

 

El Salvador’da iç savaşın tarihi, 1970’li yıllarda, topraksız köylülerin, kent yoksullarının, işçilerin, öğrencilerin sokaklara dökülen muhalefeti karşısında ABD destekli ordunun kanlı operasyonlarına dayanır.

Kanlı parseller

Bugün 2014'ün ilk günü. Hastalar sağlık, yoksullar varlık, mahpuslar özgürlük, âşıklarsa kavuşmayı diler her yeni yılda. Ben nice hayaller kurarak binlerce yıl öncesine gittim yeni yılın bu ilk dakikalarında. Hayal bu ya, Tanrı ilk yarattığında dünyayı, sihirli bir değnekle dokunsaydı eğer hayatın zümrüt yeşili bahçelerine, atalarımız olan ilk insanlar cennet bir dünyaya açacaklardı hayretle gözlerini.

Muharrem Erbey'in suçu ne

  Geçenlerde Diyarbakır cezaevine gidip bazı dostları ziyaret ettim. Uzun yıllardır tutuklu olan Senanik Öner, Hatip Dicle, Şırnak belediye başkanı Ramazan Uysal, Muharrem Erbey ve İdil belediye başkanı Resul Sadak'la kısıtlı bir zamanda da olsa hasret giderdim. Hepsi yıllardır hapiste; hapislik adeta yaşamlarının bir parçası haline gelmiş. Kendisini meselenin tarafı olarak gören mahkemeden herhangi bir beklentileri kalmamış, hukuk ve adalet duygularını haklı olarak yitirmişler. Rehin olarak içeride tutulduklarını düşünüyorlar.

Ecdat(iniz)in VukatU(lar)i[*]

“İşte bir sürü olay sana. Ve bir sürü soru.”[1]

 

Hepimize Stephen Hawking’in, “Bilginin en büyük düşmanı bilgisizlik değildir, bildiğini zannetmektir,” sözünü anımsatan bir “Ecdat” yaygarası aldı başını gidiyor…

Semih Gümüş’ün, “Tarihi anlar yaratamaz”; Giorgio Agamben’in, “Tarih asla anda yakalanamaz, sadece bütüncül süreç olarak yakalanabilir,”[2] uyarılarını kavrayamayan “ecdat körlüğü” dört yanı sarıp sarmalıyor…

Umutlarımızı Büyütüyoruz

 

“... komünist için sorun, mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek (revolutionieren), varolan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmektir.”Marx-Engels

Sayfalar