Çarşamba Mayıs 15, 2024

Atılım’ın Gordion Düğümü!

Atılım, 18 Temmuz tarihi 130. sayısındaki “Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde solun açmazları” başlıklı bir yazıyla Partizan’ı, “sol” etiketli bir torbaya koyup boykot tavrı nedeniyle değerlendirmiş/eleştirmiştir. Ne var ki boykot tavrımızın özünü değil kendi niyetini ele alarak hareket etmiştir. Dolayısıyla onun tavrımızı anlama çabası da kalmamıştır.

Bilindiği gibi HDP adayı Selahattin Demirtaş, “Demokratik değişim barışçı Türkiye” sloganı ile Cumhurbaşkanlığı seçimine katılmaktadır. Bu HDP’nin stratejik programının da yüzüdür. HDP ile ilişkimizi, onun içinde yer almayışımızı belirten de onun bu programı, dolayısıyla niteliğidir. Atılım’ın deyimiyle, devrimci strateji ve kararlılığımızın lekelenmesinden korktuğumuz (!) için reformist bir program ve politikaya, dolayısıyla onu temsil eden HDP’ye katılmıyoruz. Biz, “ilkelerle ilgili taviz vermeyi teorik tavizler vermemeyi” (Marks) benimsediğimiz, ilkelerimizin formülasyonu olan stratejimizi göz bebeğimiz gibi koruduğumuz, onun lekelenmesinden korktuğumuz için ancak övünebiliriz! Zira biliyoruz ki stratejiyi taktiğe kurban edenlerin savrulduğu yer reformizmin sığ sularıdır!

Lenin revizyonizmin politikasını şu şekilde tanımlıyordu: “…durumdan duruma tutumunu belirlemek, kendini günlük olaylara ve küçük politikanın kesinti ve değişmelerine uyarlamak, proletaryanın birincil çıkarlarını ve tüm kapitalist sistemin, kapitalist evrimin özelliklerini unutmak, bu birincil çıkarları, onun gerçek ya da varsayılan avantajları yanına feda etmek” (Marksizm ve Revizyonizm-Nisan 1908) Atılım bizi “onun gerçek ya da varsayılan avantajlarını” cumhurbaşkanlığı seçimini boykot ederek geri tepmekle, apolitik tavır almakla eleştiriyor. Oysa kitleler, seçimlere girmeden cepheleştirilemezmiş gibi seçime girmeyi tek devrimci tutum olarak savunmak başlı başına bir çıkmazdır.

Atılım, Partizan’ın cumhurbaşkanlığı seçimine girmeyi “ otomatikman devleti demokratikleştirme hedefi düzen içi arayışa” indirgediğini belirtiyor. Belli ki Atılım HDP’nin “Demokratik değişim, barışçı Türkiye” programının düzen içi bir davranış olduğundan bihaber davranmayı yeğliyor! Devleti demokratikleştirme amacı reformizmin en karakteristik halidir. HDP programı doğrultusunda hareket edip c.başkanlığı seçimini demokratik değişimi gerçekleştirmenin bir aracı olarak değerlendirdiğine göre bizim “otomatikman” onu düzen içi bir arayış şeklinde tanımlamamıza Atılım’ın itiraz etmemesi gerekirdi. Yoksa Atılım “demokratik değişimi” düzen dışı bir süreç/yol olarak mı görmektedir? HDP’nin programı devletin, sistemin dönüştürülmesini, demokratik bir hale getirilmesini, demokratik bir hale getirilmesini içermektedir: bunun içinde düzen içi yol ve yöntemlere başvurulacaktır. Seçimler bu anlamda HDP için kendini sistem içinde var etmenin, onunla bütünleşmenin bir aracı durumundadır. HDP’nin ve c.başkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın bütün vurguları, açıklamaları düzen içi bir arayışa, çözüme dönüktür, program buna göre oluşturulmuştur. Hedefini “demokratik değişim, barışçı Türkiye” belirleyen ve buna göre hareket eden HDP düzen içi arayışı temsil etmemekte midir? Atılım işte buna itiraz etmekte “hayır o slogan/hedef düzen içi bir arayışı tanımlamaz” demektedir. Eğer Atılım Marksist devlet teorisinin reddini içeren bu sloganı-hedefi savunmadığını iddia ediyorsa HDP’nin programı doğrultusundaki yöneliminin devrimi nasıl içerdiğini açıklamalıdır. Devletin dönüşümü nasıl sağlanacaktır?

Atılım HDP’nin hedefini bu hedefe uygun c.başkanlığı seçimi politikasını bilmiyormuş gibi davranıyor, sonra da bizi “otomatik” davranmakla indirgemeci olmakla suçluyor! Atılım’ın diyalektik akılı böyle işliyor!

Ne diyor Atılım  “… Kaygı korku ve endişelerini boykot tavrı ile dile getirmeye henüz yatkın olmayan kitleleri, tam da bu yatkın olmama durumunu dikkate aldığı için, boykota çağırıyor Partizan! Diyalektik aklın değil ancak İskender kılıcının çözebileceği türden bir çelişki…” Atılım’ın diyalektik aklı kuyrukçuluğun en bariz aklını sergiliyor. Burada kitlelerin eğilimine göre hareket etmek, kitleler ne yöne gidiyorsa peşinden gitmek gerekir, aksi halde kitlelerin eğilimi dikkate alınmamış ve onlardan kopmuş olunur. Kitlelerden kopmamak için onların eğilimine tabi olmak ve önlerinde secdeye varmak gerekir! Lenin’in Ne Yapmalı broşüründe ifade ettiği, “ bilincin kendiliğindenliğin önüne secdeye varması” hali Atılım’ın durumunu tarif ediyor.

O yüzden Atılım, Partizan’ın kitlelerin eğilimini devrimci temelde etkileme politikasını anlamıyor. Nasıl olur da kitlelerin eğilimini düzen içi bir seyir izliyorken bunun dışında, bu eğilime karşıt bir politika belirlensin diyor ve bizi de kendisi gibi, bilincini kendiliğindenlik önünde secdeye yatırmaya çalışıyor!

Üstelik çelişkimizi çözmek için bize birde İskender kılıcı hediye etmekten kendini alamıyor! HDP adayı eğer 2. tura katılamazsa Atılım diyalektik aklının gereği olarak kitlelerin eğilimini dikkate almayı, yani yine kitlelerin eğilimini temsil etmeyen boykot tavrını değil, seçim oyununu sonuna kadar sürdürmeyi mi benimseyecek? Boykot politikasını kitlelerin eğilimine kendiliğindenliğe teslim olmadığı için eleştiren Atılım bu düğümü kesmek için bize sunduğu kılıca fazlasıyla ihtiyacı olduğu açık. 2. turda kitlenin düzen içi arayışı, seçime katılma eğilimi de -Tayyip karşıtlığı ağırlığını daha güçlü hissettirecek biçimde- keskinleşmiş olarak devam ettiğinde, o zaman Atılım’ın kitlelerin bu eğiliminin karşısına, tuzağına düşmemesi için onlarla beraber sandığa yürümesi gerekir. Doğrusu Atılım’ın ne yapacağını merak ediyoruz. Kitlelerin eğilimine paralel bir tavır almayarak üstelik boykot da bu eğilime aykırı olduğuna göre kitleleri kendi haline bırakıp oyların düzen partilerine yazılmasına mı hizmet edecek? Partizan’ın “çelişkisi” İskender kılıcıyla çözülebilir ama Atılım’ın çelişkisini bu kılıcın çözeceği de şüpheli…

Atılım, “gerçek bir boykot’un” kitlelerin burjuva seçim sistemini süpürüp atacağı zamanda mümkün olduğunu vurgulayıp “devrimci” taktiğinin meşruluğunu kitle bilinciyle açıklamaya çalışıyor. Demek burjuva seçim sistemi kitlelerce işlemez hale geldiğinde Atılım’ı boykot çağrısı yaparken görebileceğiz! Bundan emin olmak isteriz; ne de olsa reformizmin “devrim alanlarında” kitlelerin öfkeli halinden korktuğuna da çok tanık olduk! Ama henüz o noktaya çok yolumuz var. Tartıştığımız bu gündür ve bugün Atılım bize boykotun, kitleler desteklemeyeceği için devrimci taktik olamayacağını söylüyor. Onun unuttuğu şey şudur; boykot taktiği ile propaganda, ajitasyon araç ve yöntemlerimiz nitelik değiştirmiyor! Seçim sürecinde söz söyleme, eylem yapma olanağımız boykot deyince ortadan kalkmıyor. Kitleleri demokratik mücadeleye, örgütle ve demokrasi etrafında saf tutmaya çağırma, düzeni teşhir etme, devrimci gelişme yolunda güç biriktirme olanaklarını boykot politikası da pekâlâ içerir/içermektedir. Açıklamamız tamda bu özelliklere değinmiştir. Atılım bu özellikleri seçim sandığının içerisine aktarıp oradan da bir sonuç beklemektedir; biz bu özellikleri kitlelerin eyleminde, bilincinde inşa etmenin sandıklara gitmeden mümkün olduğunu bilerek harekât etmekteyiz. Bütün bu özellikleri belli bir adayda somutlaştırmak ve oy oranında cisimleştirmek neden temel amacımız olsun ki? Bunun güç biriktirme stratejisine katkısı nedir? Açık ki böyle bir zorunluluk ve gereklilik bulunmamaktadır. Bu stratejiyi kitlenin kendi eylemine aykırılık üzerine kuruludur zaten. Aksi taktirde güç biriktirmez güçlü olurduk!

“Politikamız kitlenin kendi eylemine odaklı olmalıdır derken asla politikayı kitleler belirlemelidir” demiyoruz, öyle olsaydı, biz “gerekli olmaktan” çıkardık; politikamız kitlelerin eylemini değiştirmeye, onun kendi eylemeni devrimcileştirmeye odaklıdır diyoruz. Dolayısıyla Atılım’ın İskender’in keskin kılıcına havale ettiği “çelişkinin” varlığını kabul ediyoruz ve bu yüzden “aykırı” devrimci yolu izliyoruz. Onun beklemeyi tercih ettiği devrimci anı kılıç darbeleriyle bugünden yaratmaya çalışıyoruz.

Atılım ne diyor “…seçimler politik şartlara göre, reformcu taktiğinde devrimci taktiğinde sahnesi olabilir pekala…” Oysa HDP için seçimler demokratik değişim hedefini gerçekleştirme yolunda taktik değil stratejik bir yer tutmaktadır. Düzen içi arayış ve çözüm hedefi buna uygun bütün yol yöntemi kullanmaktan geçer. Bu anlamda “demokratik değişimi” hedefi güden bir partinin seçimlerle ilişkisi taktik olarak değerlendirilemez. Hele “seçim partisi” tanımına uygun bir konumlanış ve yapılanma içinde olan HDP için… CHP, AKP’nin seçimlerle ilişkisi ona yüklediği misyon ne ise HDP’ninki de bundan farklı değildir. HDP’nin hedefi, karakteri, kitle tabanı vb. onu bu politikalardan ayırır kuşkusuz ama seçimlere yükledikleri “misyon” farklı değildir. Atılım, niyetiyle gerçeği birbirine karıştırıyor, bizi gerçekle değil niyetiyle muhatap etmeye çağırıyor! HDP’nin programından, hedefinden bihaber davranıyor yada henüz onu sindiremediği için böyle davranıyor. Ne diyordu Stalin; bir partinin devrimci olup olmadığını belirleyen devrimci eylemleri değil siyasal hedefi programıdır. Atılım bizden HDP’nin siyasal, hedefini programını unutarak seçimlerle ilişkisini, buna dair politikasını ondan ayrı değerlendirmemizi bekliyor. Bir partinin politikalarını siyasal programından, hedefinden ayırdığında geriye bir şey kalır mı ki?

Atılım c. Başkanlığı seçiminin yerel ve genel seçimlerden kategorik bir ayrım taşımadığını söylüyor. “Demokratik değişim” hedefiyle kendini düzen içi konumlandıran bir parti için “seçim seçimdir” seçim kitleleri cepheleştirmenin temel argümanıdır. Partizan ise seçimlerin koşullarını, içeriğini amacını her seferinde değerlendirmeye almaya gerek duyuyor! Onun seçimlerle arasında ki temel sorun seçimlerin düzene tabilik içermesidir. Bundan ötürü seçimlere katılım şartı Partizan için özgünlükler taşır. Yerel ve genel seçimlerde özel bir vurguyla Kürt ulusuna yönelik imha ve inkâr politikası karşısında ki duruşu desteklemeye amade olduğumuzu açıkladık. Bu seçimlere ulusal harekatın katılma amacında devleti dönüştürme politikası esas değildi ya da öne çıkan politika değildi. Devlete rağmen harekat edebilme olanakları içinde Kürt ulusuna yönelik saldırılara direnme ve bu saldırıları alt etme politikası esastı sözü geçen seçimlere katılımımızın temel nedeni buydu. Oysa c.başkanlığı seçiminde esas olanı öne çıkaran bu değildir. Bu seçimde devletin bağrına bir kişi seçilmektedir, devlet içinde bir yer edinmeyi amaçlamaktadır, devletin demokratikleşmesine bu yoldan hizmet edilmek istenmektedir, “otomatikman” hüküm oluşturmamızın nedeni bu özelliktir. Atılım bu net ayrımı tartışmadan konu etmeden kategori kavramına soyut bir anlam yükleyerek eleştiri yapmaktadır. Dolayısıyla kategorik ayrımın seçimlere katılma veya katılmama gerekçelerimizden hareketle değerlendirilmesi gerekirdi. Kategori eleştirisinin bu esas noktasında Atılım bize boş gözlerle bakar gibidir(!)

Atılım HDP’nin reformist “demokratik değişim” hedefi doğrultusunda kendi yolunu açmaya çalışıyor. Bunu da HDP’nin reformist programını devrimci tarzda savunarak, henüz onunla bütünüyle kaynaşmamış halde yapıyor. Propagandanın tarzını değil de harekatın siyasal programını hedefini ölçü aldığımız için Atılım’ın devrimci coşkusu aldanmamıza yol açmıyor! Kitleleri sisteme yedeklemeye, düzen içi çözüme/arayışlara hapsetmeye, devrimci hedef ve çözümlerden uzaklaştırmaya hizmet eden her türlü siyasal yönelim nihayetinde halkın mücadelesinin, geleceğinin mevcut sistem içinde erimesine, boğulmasına, sistemin kendini farklı biçimlerde devam ettirmesine yarayacaktır. Buna karşı çıkmak, böylesi siyasal yönelimlere karşı mücadele etmek halkın kurtuluşu davasının yenilgiye uğramasını ve düzen içinde boğulmasını engellemek demektir. Özetle kitlenin eğilimi politikalarımızın harekat noktasıdır ama “belirleyeni” değildir; bu eğilimlere teslim olmak kitleleri düzen içine mahkum etmektir. O yüzden MLM’ler, kitlenin eğilimi ve kendiliğindenliğin önünde secdeye varmayı değil kitlelerin bilincini devrimci düzeye yükseltmeyi hedeflerler. Kitlelerin yürüdükleri yolda mahkum edildikleri koşullarda değil, ona yasaklanan o büyük ve rahmetli yolda kılavuza gereksinimi vardır. Elbette kitleleri mahkum oldukları yolda yalnız bırakmayız ama onunlayken büyük yolun gereğini yerine getirmemek gafletten başka bir şey değildir. Atılım fırsat tepmeye odaklıyken bu fırsatların gaflete düşüren tutsaklar olduğunu da bilmelidir…

(Bir Ö.G okuru)

89654

Yolsuzluk

2010 yılında Anayasa refarandumu onaylanması için Maltepe meydanında halka hitaben yaptığı konuşmada Başbakan R.T.Erdoğan şöyle diyordu '' merhum Menderes'lerin biz bu yola çıkarken kefenimizi de yanımıza aldık'' dedikleri gibi,''biz kefenimizi zaten yanımızda taşıyoruz'' sözlerini şaşkınlıkla dinledim.Bir başbakan vatandaşlarına ''nasıl böyle bir şey der'' diye düşündüm.Ne yapmış olabilir ki ''kefene'' gerek duyulsun.Bu sözün ne anlam taşıdığını bugün daha rahat anlayabiliyorum.

Beni ve hamile eşimi çırılçıplak soydular!

Dışişleri eski bakanı Coşkun Kırca'nın, Kürt milletvekili K'ye cevap vermek için çıktığı meclis kürsüsünde, "Türkiye'de her Türk vatandaşı Türk'tür. Hepsi Türk'tür. Kendi vicdanınızda bunu hissediyorsanız öyledir; ama kendiniz sapmışsanız o zaman size ancak susmak ve susanlara karşı Türk devletinin gösterdiği sabırdan istifade etmek düşer, daha fazlası değil…"dediği günlerdi.

Hukuk Mu Dediniz?

Güney Afrika Cumhuriyeti'nde, emperyalist bir tekelin çıkarları uğruna maden işçilerinin katledilmesi (16.08.2012)

Burjuvazi ve onu hizmetindeki kalem erbabı; “hukuk”, “adalet”, “hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı”, “bağımsız Türk mahkemeleri”, “demokrasi” “insan hakları” gibi kavramları çok sever. Her fırsatta bunları dile getirirler. Burjuvaziyi tanımayanlar; “bunlar ne kadar da adalet ve hukuk düşkünüymüş” diye hayret içinde kalır ve alıkışlarlar, kendi zayıf “hukuk düşkünlüklerinnden" ve  zayıf “adaletli” oluşlarından utanır olurlar.

 

“Zamanın ruh(suzluğ)u”na karşı İbrahim Kaypakkaya

“Geçmiş asla ölü değildir.Geçmiş, geçmiş bile değildir.”[1]

 

Postmodern vazgeçiş dört yanımızı kuşatmışken; çürüyen “zamanın ruh(suzluğ)u”na inat İbrahim Kaypakkaya hakkında yazmak, konuşmak çok önemlidir ve gereklidir…

Gereklidir çünkü gerçeklerin “unutuşa”, “suskunluğa” terk edilmek istendiği yalanın egemenliğinde, Mihail Yuryeviç Lermontov’un ‘Düşünce’ başlıklı şiirindeki, “Kaygıyla bakıyorum bizim kuşağa!/ Geleceği ya boş ya karanlık görünüyor...” dizeleri anımsamamak/ anımsatmamak elde değil…

Beşikçi ve Kürd resmi ideolojisi

Ömrünü Türk resmi ideolojisiyle mücadele etmekle geçirmiş,Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin kırk yıllık emektarı İsmail Hoca’nın Apocu resmi ideolojinin yeniden üretiminden ve propagandasından sorumlu Ferda Çetin üzerinden eleştiri adı altında saldırıya uğraması hazin olmanın ötesinde Kürdistan’da Kürdistanlıların iktidarından yana kesimlerle Türkiyelileşme sevdalısı entegrasyoncu kesimler arasındaki ideolojik cephe savaşının başlangıç düdüğü olma potansiyeline de sahiptir.

 

Edebiyatin Latin Cephesine kenar notlari[*]

“Adını değiştir,öykü seni anlatsın.”[1]

“Resmi payeleri hep reddettim. Legion d’honneur’ü de kabul etmemiştim. Fransız akademisine de girmedim. Yazar kendisinin bir kuruma dönüştürülmesini reddetmelidir. Bu onur verici bir paye dahi olsa bunlar kişisel nedenlerim. Ayrıca şu da var: ben iki kültürün barış içinde bir arada yaşayabilmesi için uğraşıyorum. Elbette çelişki ve çatışma var ve olmalı. Burjuva bir ailede yetiştiğim hâlde sosyalist oldum. Sempatim ondan yanadır. Bir de bu yüzden, bu ödülü verenlerin konumundan dolayı, kabul edemem,” vurgusuyla ekler Jean Paul Sartre: 

Latin Amerika'dan barış süreçleri 'El Salvador’ örnegi

  * Anlaşıldı:Savaş artık Barış demek.Öyleyse bundan böyle domuzlara at,kız çocuklarına erkek deyip geçelim...”[1]

 

El Salvador’da iç savaşın tarihi, 1970’li yıllarda, topraksız köylülerin, kent yoksullarının, işçilerin, öğrencilerin sokaklara dökülen muhalefeti karşısında ABD destekli ordunun kanlı operasyonlarına dayanır.

Kanlı parseller

Bugün 2014'ün ilk günü. Hastalar sağlık, yoksullar varlık, mahpuslar özgürlük, âşıklarsa kavuşmayı diler her yeni yılda. Ben nice hayaller kurarak binlerce yıl öncesine gittim yeni yılın bu ilk dakikalarında. Hayal bu ya, Tanrı ilk yarattığında dünyayı, sihirli bir değnekle dokunsaydı eğer hayatın zümrüt yeşili bahçelerine, atalarımız olan ilk insanlar cennet bir dünyaya açacaklardı hayretle gözlerini.

Muharrem Erbey'in suçu ne

  Geçenlerde Diyarbakır cezaevine gidip bazı dostları ziyaret ettim. Uzun yıllardır tutuklu olan Senanik Öner, Hatip Dicle, Şırnak belediye başkanı Ramazan Uysal, Muharrem Erbey ve İdil belediye başkanı Resul Sadak'la kısıtlı bir zamanda da olsa hasret giderdim. Hepsi yıllardır hapiste; hapislik adeta yaşamlarının bir parçası haline gelmiş. Kendisini meselenin tarafı olarak gören mahkemeden herhangi bir beklentileri kalmamış, hukuk ve adalet duygularını haklı olarak yitirmişler. Rehin olarak içeride tutulduklarını düşünüyorlar.

Ecdat(iniz)in VukatU(lar)i[*]

“İşte bir sürü olay sana. Ve bir sürü soru.”[1]

 

Hepimize Stephen Hawking’in, “Bilginin en büyük düşmanı bilgisizlik değildir, bildiğini zannetmektir,” sözünü anımsatan bir “Ecdat” yaygarası aldı başını gidiyor…

Semih Gümüş’ün, “Tarihi anlar yaratamaz”; Giorgio Agamben’in, “Tarih asla anda yakalanamaz, sadece bütüncül süreç olarak yakalanabilir,”[2] uyarılarını kavrayamayan “ecdat körlüğü” dört yanı sarıp sarmalıyor…

Umutlarımızı Büyütüyoruz

 

“... komünist için sorun, mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek (revolutionieren), varolan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmektir.”Marx-Engels

Sayfalar