Cuma Mayıs 10, 2024

Bu Dünya Komünizmi de Yaşayacaktır!

 

Ekim Devrimi’nin 96. Yılını Kutlarken!...

Sınıf bilinçli bir devrimcinin,
her zaman devrim beklemesi,
onun düşünce ve eylem
diyalektiğinin bir gereğidir

1917 Ekim Devrimi gerçekleştiğinde, kimse inanamamıştı. Hatta, bir zamanların ünlü “komünistleri” dahi, buna kaşı çıkarak, Rus liberal burjuvazisinin özgürlüğünü savunmuşlardı. Ama, o “güvenilmez”, “baldırı çıplak”, “cahil” ve “çapulcu sürüsü” Rus proletaryası, Boşleviklerin önderliğinde tarihte bir ilki, Paris Komünü’nden yarım kalanı gerçekleştiriyorlardı. Başta Rus burjuvazisi ve gericiliği olmak üzere dünyanın bütün emperyalist burjuvazisine meydan okuyarak, dünya proletaryasının ve dünya halklarının, üzerinde; “herkesin yeteneğine göre ve herkesin emeğine göre” yazılı kızıl bayrağını Rusya toprakları üzerine dikmişlerdi.

Rus Çarı ve arkasındaki burjuvazi ve kendine “sol” diyen reformist Menşevik ve diğerleri, “bunlar bir ay bile dayanamaz” diyerek, proleter devrimi boğmak ve bastırmak için ele ele vermekten, uluslararası emperyalist burjuvaziden destek almaktan bir sakınca görmediler.

Burjuvazinin bütün riyakarlığına karşın, Rus proletaryası, öncüleri Bolşeviklerin yol göstericiliğinde, kendilerini “çapulcu” gören, tarihin bu aymaz soyguncularına papuç bırakmadı. Her türlü zorluğa göğüs gererek Marks ve Engesl’in bilimsel öngörülerini Lenin'in işaretiyle Rusya’da gerçekleştirdiler. “Ayaklar baş olmuştu” bir kere. Prometheus, ateşi, bu kez burjuva tanrılarından çalmıştı ve bu ateş, artık, proletarya ve ezilen halkların elinde sosyalist devrim meşalesi olarak yanmaya devam edecekti. Ve bunun arkası da gelecekti. Çünkü Marks ve Engels ve onların öğrencileri olan Lenin ve Stalin, aynen böyle demişlerdi. Kapitalizm koşullarında burjuva diktatörlüğüne karşı proletarya diktatörlüğü kaçınılmazdır! Bu kaçınılmazlık, tarihsel bir gerçeklik kazanmıştı. Marksist-Leninist teori ete kemiğe bürünmüştü. Tarih kendi diyalektik akışını unutmamıştı.

Marx ve Engels, Komünist Manifesto’yu yazarlerken, kapitalizm kendi mezar kazıcısını da beraberinde yaratıyor demişlerdi. Ve onlar, proletaryanın zaferinin kaçınılmaz olduğunu tarihsel materyalizm ışığında bilimsel olarak ortaya koymuşlardı. O görüşler, hala canlılığını korumaktadır. Nasıl ki, Darwin’in biyolojik evrim teroisi her geçen gün kendini yenileyerek bilimselliğini koruyorsa, Marksizm de aynı şekilde toplumların ileriye doğru değişimindeki bilimselliğini korumaktadır. Tarihsel materyalizm teorisinin doğruluğu, “organik dünyanın birliği” teorisinin doğruluğu kadar gerçekçidir. Tersi ise, toplumsal ve doğa bilimlerinin reddidir.

Marksizmin kurucuları Marx ve Engels şöyle der:

“Geliştirmiş bulunduğumuz tarih anlayışı, ensonu bize şu sonuçları da verir:
Üretici güçlerin gelişmesinde öyle bir aşama gelir ki, bu aşamada mevcut ilişkiler çerçevesi içinde ancak zararlı olabilen, artık üretici güçler olmaktan çıkıp yıkıcı güçler haline gelen (makineler ve para) üretici güçler ve karşılıklı ilişki araçları doğar, ve bu, bir önceki olaya bağlı olarak kazançlarından yaralanmaksızın toplumun bütün yükünü taşıyan, toplumdan dışlanmış, ve zorunlu olarak, bütün öteki sınıflara karşı en açık bir muhalefet durumunda bulunan bir sınıf doğar, bu sınıf, toplum üyelerinin çoğunluğunu meydana getirdikleri bir sınıftır, köklü bir devrim zorunluluğunun bilinci, komünist bir bilinç olan ve elbette ki, kendileri de bu sınıfın durumunu gösterdikleri zaman başka sınıflarda da oluşabilen bu bilinç, bu sınıfın içinden fışkırır.” (ME, Alman İdeolojisi, sf. 61-62)

Bu tarihi materyalist teoriyi burjuvazinin kabul etmemesi, onun üretici güçlere egemen olmasından kaynaklanır. Ama, ya küçük burjuva reformistlerine ne demekli? Onlar, proletarya diktatörlüğünü kabul etmek yerine, adına “demokrasi” dedikleri burjuva diktatörlüğüne hayır diyemiyorlar ve bu burjuva diktatörlüğünü, insanlığın enson varacağı yer olarak işçi sınıfına yutturmaya çalışıyorlar. İşçi sınıfının önüne, burjuvazinin kanlı mülkiyet yasalarını onaya sürüyorlar.

Burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki tarihsel mücadeleyi yadsıma ve sosyalizmi, kapitalist sistemin liberalleştirilmesi olarak kabul eden ve bunu “sosyalizm” olarak kitlelere sunanlar, elbette, ne yaptıklarının billincindeler. Bunlar, Marksizm ortaya çıktığından beri, solu liberalleştirmek ve onu burjuvazinin kabul edebileceği düzeye çekmek için çırpınıyorlar. Onlar, kapitalist düzenin vahşi yüzünü kitlelerden gizlemek için şekere bulanmış zehirli düşünceler üretmekle kendilerini görevlendirmişlerdir. Böyleleri, ne yazık ki, ülkemizde de hayli çokca vardır.

Oysa, kapitalist toplumda iki sınıf vardır : Burjuvazi ile proletarya. Marksizm, toplumlar tarihinin sınıflararası mücadele tarihi olduğunu çoktan belirlemişti. Bu belirleme, toplumlar tarihinin incelenmesinin sonucunda ortaya çıkmış bilimsel bir gerçeklik olarak, proletaryanın, zengin teorik hazinesinde yerini çoktan almıştır. Ve tarih, Rus Ekim Devrimi sırasında, iki sınıfın, ölümüne iktidar savaşına tanıklık etmiştir.

Sınıf mücadelesinin tarihsel gerçekliğinin reddi, toplumlar tarihinin gelişimini değiştirmeye yetmiyor ve o kendi bildiği şekilde tarihini yazmaya devam ediyor. Bu nedenle de, devrimin olması için nesnel ve öznel çelişmelerin devrim için olgunlaşması, iç ve dış etmenlerin devrim için uygun olması, devrim yapacak sınıfın çoğunluğunun bu mücadelenin içine girmesi ve proletaryanın Bolşevikler gibi denenmiş, marksist teori ile donanmış çelik disiplinli bir partiye sahip olması, Rusya’da devrimin gerçekleşmesini olanaklı hale getirdi. Ve bu tarihi olayın arkası da dalga dalga kendiliğinden geldi; dünya proletaryası, ezilen halkları ve ezilen ulusları sosyal ve ulusal kurtuluş için baş kaldırılarını daha bir gür şekilde hızlandırdılar. Her yerde sosyal kurtuluş ateşleri harlandı ve Rus Devrimi’nden yaklaşık 30 yıl sonra Mao Zedung’un yol göstericiliğinde Çin proletaryası, yoksul köylülüğü de yanına alarak, burjuvazi ve gericilik karşısında zaferini gururla ilan etti.

Çeşitli nedenlerle (elbette ciddi teorik nedenleri var* ) sosyalist ülkelerin geriye dönmesi, kapitalizm karşısında yenilmeleri, sosyalizme karşı burjuvazinin bir zaferi olmakla birlikte, burjuvazinin tarihi bir zaferi değil, geçici bir zaferidir. Ne var ki, çelik aldığı suyu unutmamıştır ve unutmasının da ne nesnel ne de bundan kaynaklı öznel nedenleri yoktur. Proletarya, üretim içindeki yerinden kaynaklı devrimci bir sınıf oluşundan dolayı, toplum içinde, burjuvazi karşısında ezilenleri de o temsil etmektedir. Ve o, koşulları oluştuğunda, burjuvaziden iktidarı yeniden alacak ve bu kez daha deneyimli olarak sosyalist devrimleri komünizme taşıyacaktır.

Marx ve Engels daha 1850’lerin ortalarında devrim bekliyorlardı. Sınıf bilinçli bir devrimcinin, her zaman devrim beklemesi, onun düşünce ve eylem diyalektiğinin bir gereğidir.

Beklenen devrim 1871’de geldi.

Marx, Paris Komünü için;

“Paris’teki kaderi ne olursa olsun o bir dünya turu yapacaktır...” demişti.

Evet, Paris Komünü yenildi. Ama Marx’ın dediği gibi bir dünya turu yaptı ve bu tur hala devam etmektedir. Kapitalizmin içinde bulunduğu koşullar dikkate alınırsa, sosyalist devrimlerin yenilgisiyle sonuçlanan bu tur daha güçlü bir şekilde yeniden kesin zaferlerle yoluna devam edecektir. Çünkü proletarya, dünyanın her yerinde burjuvaziyi zorluyor. Bir çok yerde sınıf çatışmaları, direkt proletarya iktidarı için verilirken, bir çok yerde ise, sosyalist devrimlerin ön hazırlıkları ve devrimin ilk basamaklarının döşenmesi için yol almaktadır.

Günümüz dünya proletaryası, bir çok yerde ayağa kalkmıştır. Kuzey Afrika proletaryasının ve emekçilerin mücadelesi buna örnektir. Yine, Mısır işçi ve emekçilerinin peş peşe ayağa kalkışları ve bir gecede en az 20-30 milyon insanın özgürlükler için sokaklara dökülmesi, tarihin ilk defa tanıklık ettiği bu ayağa kalkış hiç de yabana atılacak bir durum değildir. Yunanistan, Türkiye, Brezilya, Meksika ve dünyanın daha bir çok yerinde işçi sınıfı ve emekçiler daha fazla özgürlük isterken, bu onların; kapitalizme karşı baş kaldırışları, burjuvazinin ölüm çanları, sosyalizmin yeniden ayağa kalkışının görkemidir. Yine, dünyanın her yanında ateşler yanmaktadır. Kimi yerlerde “dincilik” adına, kimi yerlerde ulusalcılık adına, ama çoğu yerlerde ise sınıf adına burjuva sisteminin altı oyulmaktadır. Emperyalist burjuvazi, dinci gericilikle işçi sınıfının mücadelesini ötelemeye, kriminalize etmeye ve sınıf mücadelesi gerçeğini mistik düşüncenin karanlığında boğmayı denesede, bu onun düştüğü çukurun her geçen gün adım adım derinleşmesinin önüne geçemeyecektir.

14 Yıl önce:

“Günümüzde burjuvazinin ‘sosyalizm öldü’ yaygaraları, sosyalizmin işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki derin etkisini silemeyeceği gibi, bu ateşleyici etkilerin, tarihi yeni bir sürece dönüştümekten, varolan kapitalist sistemi, sosyalist toplum sürecinden geçirerek komünist topluma geçiremeyeceği anlamına asla gelmiyor. Bu süreç, 1917 Ekim Devrimi ile başlamıştır. Sınıflı toplumlar sürecinin ne zaman sonlaşacağını, bu sürece son verecek olan işçi sınıf ve onun önderliğinde birleşmiş ezilen sınıfların mücadelesi belirleyecektir.”

Diye yazılmıştı. (Bkz. Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi)

Bu gün, bu, daha bir belirgin gerçeklik kazanmaktadır. Birikim’ci liberal “sol” teorisyenlerinin işçi sınıfı düşmanlığı, burjuva dostluğu; revizyonist gelenekçi TKP’li teorisyenlerin kemalizm hayranlığı, burjuva bayrak düşkünlüğü ve diğer bilimum küçük burjuva revizyonist ve reformist görüşler, ne denli işçi ve emekçileri zehirlemeye çalışsa da, toplumsal altüst oluşların ve bunun ise sınıfların kıyasıya çatışmasıyla gerçekleştiği gerçekliğinin önüne geçilmesinin olanağı yoktur. O gerçek, günü geldiğinde toplumlar tarihindeki görkemli yerini alarak, toplumsal altüst oluş devrimci gerçekliğinin gerci zırvalarla durdurmaya çalışan bütün metafizik düşünceleri tarihin derinliğine gömecektir.

17 Ekim Devrim’lerinin öğretileri ve etkileri hala devam ediyor. Dünya proletaryası o ışığı bir kere almıştır. Bir daha bırakmasının da koşulu kalmamıştır. Komünizme varana dek, işçi sınıfının burjuvaziden çaldığı o ateş yanmaya ve tüm uykuda olanları uyandırmaya devam edecektir.

Ve Marx’ın, Gotha ve Erfurt Programı’n da üzerine basarak belirttiği:

Komünist toplumun daha yüksek bir evresinde, bireylerin işbölümüne kölece boyun eğmesinin ve onunla birlikte de kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kalkmasından sonra; emek, yalnızca yaşam aracı değil, yaşamın birincil gereksinmesi haline gelmesinden sonra; bireylerin her yönüyle gelişmesiyle birlikte, üretici güçlerin de artması ve bütün kolektif zenginlik kaynaklarının gürül gürül fışkırmasından sonra - ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları tümüyle aşılmış olacak ve toplum, bayraklarının üzerine şunu yazabilecektir: "Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre!"

Bütün burjuvazi ve onun çanak yalayıcıları, kapitalist üretim biçimi ve metafizik düşünceleriyle; insanı kendine ne denli yabancılaştırmaya çalışırlarsa çalışsınlar, insanlığı ve doğayı ne denli tahrip ederse etsinler, bu düş, düş olmaktan çıkıp, insanlığın varacağı tarihi bir nokta olacaktır. Ve varılacak yere er ya da geç varılacaktır. Ekim Devrimi‘yle bunun yolu açılmıştır.***11.10.2013

*Bu konun teorik nedenleri için “Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi” adlı kitabıma bakılabilir.

100977

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Kaypakkaya'yi Savunmak Dünya Proleter Devrimini Savunmaktir

Kaypakkaya'yi Anarken;

Kaypakkaya'yi sadece iskencede direnmek, ser verip sir vermemek ilkesi ile anmak, onun bu yonunu one cikarmak, Kaypakkaya'yi kucultmek, onu kavramamak demektir.

Kaypakkaya sadece ser verip sir vermemek, dusmana teslim olmamak ilkesi degil, o ayni zamanda;
-Proleter dunya devrimine baglilik ilkesidir
-Halka guven esas ilkesidir
-Proleteryanin felsefesi Marksizm-Leninizm-Maoizme baglilik ilkesidir

TKP/ML MK- Bugüne rehber, geleceğin müjdesidir Kaypakkaya

BUGÜNE REHBER, GELECEĞİN MÜJDESİDİR KAYPAKKAYA!

“Dibinde bir ejderha yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.” (Sabahattin Ali)

Kaypakkaya yoldaş devrimin olanağı ve iradesidir!

İşçi sınıfı ve çeşitli milliyetlerden emekçi halkımız Kaypakkaya yoldaşın katledilmesi sonucu sadece devrimci bir önderini ve öncüsünü kaybetmedi aynı zamanda muazzam düzeyde aydınlatıcı bir proleter ışığını da kaybetmiş oldu.

Onun kaybıyla oluşan düşünsel-politik boşluk, bütün ağırlığıyla demokratik halk devriminin önünde durmaktadır. Unutmamak gerekir ki; devrimin önderleri ve öncüleri kolay ve çok sayıda yetişmez. Sınıf savaşım tarihi emekçilere devrimin önderlik olanağını yaratma fırsatını her zaman kolay ve rahat bir şekilde sunmaz.

Soma Roboski'dir

Soma işçi katliamı bir defa daha gösterdi ki, bu düzenin Tanrısı paradır. Söz konusu olan paraysa, insan hayatının bir sinek kadar bile değeri yoktur. Düzenin kanunlarına göre para; onur, şeref ve haysiyet gibi insani vasıflardan kat kat üstündür. Bu düzenden beslenen vampirler para için her türlü rezilliği mubah görmektedirler. "Tek vatan, tek millet, tek bayrak," diye diye halkı tavuk gibi yolmakta, devlet imkânlarını kullanarak halkın cebinden parmak ısırtan zenginliklere sahip olmaktadırlar.

Madencilerin Ölümü Kader Değil, Sermayenin Kar Oranını Arttırma Katliamıdır!

13 Mayıs günü Soma Holdinge bağlı Soma Kömür Ocaklarında yapılan işçi katliamı üzerine, gözler, bir kere daha, sermayenin kar oranını yükseltmek için durdurulamaz işçi cinayetlerine çevrildi. Bu elbette, en zor koşullarda çalışan işçilerin kaderi değil, sermayelerini arttırmak için hiç bir güvenlik ve sağlık önlemi olmayan derme-çatma denebilecek yerlerde çalıştırılmasının bir sonucudur. Burjuvazi, üretim maliyetini (değişmeyen sermaye) düşürmek için işçi ölümlerini artırmayı yeğlemiştir.

Burada bazı istatistikler vererek konuya girelim.

Kızıl Güller Kanıyor‏

Öyle bir coğrafyada, öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, nerdeyse yılın tüm günlerinde ve ülkenin dört bir tarafında bize yaşatılan acıları, haksızlıkları, uğradığımız katliamları protesto etmekle geçiyor ömrümüz. Ve her gün o acılarla, duygusal anlarla bir kez daha yoğruluyor her birimiz. 

"Yüzünüzdeki maden karasını yıldızların kızıllığıyla aydınlatacağız"

Kaypakkaya yoldaşı andığımız bugünlerde Gezi şehitleri kervanına katılarak ölümsüzleşen Mehmet İstif ve Soma’da katledilen maden işçileri ile öfkemiz daha da büyümektedir.

Partizan : Yüreğimiz Soma’da! Yas değil isyan!

MANİSA’NIN SOMA İLÇESİ’NDE YÜKSELEN ÇIĞLIKLAR VE 

YÜZLERCE MADENCİ CENAZESİ…

 

Aralarında, Berkin Elvan gibi 15 yaşındaki işçi çocuk Kemal’in de cesedi, kara bir torbada…

16 saat sonra enkazdan sağ çıkarılan işçi Fatih, yaralı haline bakmadan kendisi gibi emekçi olan sağlıkçılara soruyor: “Çizmelerimi çıkarayım mı? Sedye kirlenmesin”…

Diğer yanda ise elinde bir kamera ile şaklabanlığa soyunan bir başbakan…

Diyalektiği güncelle!

Her faaliyet alanı bir önceki sürecin devrimci çalışmalarını kapsamlı bir şekilde örgütsel-pratiksel-yönetsel boyutuyla değerlendirmelidir. Bölge ve alanlar bu süreçte kitlelere ne kadar gidebildi? Ulaştığı, kapısını çaldığı emekçilere sistemin politik teşhirini ne kadar, nasıl yaptı? Kitleleri bilinçlendirip-örgütlemede ikna ve inandırmada ne kadar etkili ve başarılı oldu? Nasıl bir yol ve yöntem izledi ve ne kadar mesafe kat etti? Propagandanın içeriği kitleleri uyandırmak-bilinçlendirmek-harekete geçirip örgütlemek için yeterli miydi?

BİR AYDIN(LIK) HÂLİ FİKRET BAŞKAYA[*]

“Dünyamızı sorularımızın cesareti ve yanıtlarımızın derinliğiyle önemli kılarız.”[1]

 

Bir aydın, bir insan olarak Fikret Başkaya, önemlidir.

“Entelektüellere ihtiyaç duyan bir toplum değiliz”;[2] “Aydın kavramı raf ömrünü tamamladı. Günümüzde entelektüelin yeri filin sırtında sivrisinek olmaktan öte değil,”[3] türünden “ucuz” saptamalara karşın bundan dostun da, düşmanın da asla kuşkusu olmadı; olamaz da…

9 Mayıs1945 Zafer Günü kutlu olsun

II.Dünya savaşı,insanoğlu'nun tanık olduğu,dünya tarihinin en korkunç savaşlarından biridir.Milyonlarca insanın hayatını kaybettiği,çok ağır yıkımların olduğu,Yahudi soykırımı ile kitlesel ölümlerin yaşandığı en kanlı savaştır.100 milyondan fazla askeri personelin katıldığı,50 milyona yakın insanın hayatını kaybettiği bu savaş onarılması  çok büyük yaralar açmıştır.1939-45 yılları arasında cereyan eden bu savaş,Almanya'nın Polonya'yı işgal etmesiyle başladı.8-9 Mayıs 1945 yılında Adolf Hitler'in yer altında,saklandığı sığınağında,Kızıl Ordu'nun Berlin'i ele geçirdikten sonra kafasına kurşun

Sayfalar