Çarşamba Mayıs 15, 2024

Cengiz, Hakan ve Özgüç anısına… Onları yaşatmak…

İnsanlar ölür, sözleri kalır. Devrimcilikte söz, devrimci duruştur. Devrimci duruş; devrim için kendini örgütlemek, kendini örgütlerken halkı örgütlemek ve bunları yaparken tüm yaşamını devrime örgütlemektir. Ve yaşamını devrime örgütleyenler bugün ölseler bile devrime sevdalı her yürek atışında yeniden canlanırlar.

21 Ekim 2015’te şehit düşen üç Partizan, Sefkan, Yurdal, Ünal yoldaşlar yaşamın anlamını bireycilikten kopuşlarıyla bulmuşlardı. Mücadele kararlılığını her alanda gösteren ve mücadelenin gelişimi için büyük katkı sunan yoldaşlarımız Dersim’de devrimci bir duruş sergilediler.

Biri devrimci mahallelerde büyümüş, biri liseye kadar çarşıya bile tek başına gidememiş, bir diğeri ise sürgün çocuğu olarak büyümüştü. Yaşam koşullarındaki farklılıklara rağmen özgürlük ve kurtuluş yolunda devrim neferleri haline geldiler. Sistemin zincirlediği yerden kopmak, bireycilik yerine kolektif bir çalışmanın uygulanmasını sağlamak, sürecin gerisinde kalmak yerine süreci iyi okuyarak önüne geçmek, düşmanla uzlaşmaz bir çizgiye sahip olmak üç yoldaşın da ortak özellikleriydi.

Ünal yoldaş (Cengiz İçli), yenilenmenin, ilerlemenin ve gelişimin insanıdır. Türk kökenli yoldaş, Kaypakkaya’nın KKTH’na dair açtığı yoldan ilerleyerek Kürt ulusal mücadelesine dair sürekli araştırmalar yapmış, YDG’nin Kürt ulusu mücadelesine dair politik gelişiminin mimarlarından olmuştur.

Sefkan yoldaş (Özgüç Yalçın), Kemalizm’le uzlaşmaz, kitlede samimiyet uyandıran yapısı ve kavgada en önde olma isteğiyle arşınladı Ankara sokaklarını. Üniversiteden mahalleye, mahalleden işçi saflarına kadar her alandaki görevini büyük bir azimle yerine getirmişti. Kitlelerle samimi bağla kuran yoldaş, düşmana olan öfkesiyle bilemişti devrimci duruşunu. Kaypakkaya’nın zindanlarda işkenceye karşı kararlı duruşunun devrimci bir görev olduğunu savunan Özgüç yoldaş, Mercan Dağları’nda üstüne düşen görevi layıkıyla yerine getirmişti.

Yurdal yoldaş (Hakan Çakır), en zor koşullarda dahi örgütlülüğü korumak ve geliştirmek için hiçbir görevden kaçmamıştı. Emeğin önemi ve gücünü iyi kavramış olan yoldaş, anın sorunlarına çözüm olabilmiş, örgütlülüğe de samimiyetle emek vermişti. Örgütün yaşamsal ihtiyaçlarının devamlılığını sağlamak, her alanda faaliyeti daha ileri taşınmak için çaba harcadı. Pratikle teoriyi hücrelerinde birleştirerek öncü bir nefer nasıl olunur, gösterdi.

Bugün ne yapmalı?

Şehit yoldaşlarımızın her zaman vurguladığı gibi süreci ne kadar iyi okuyabilirsek hamlelerimiz o kadar sağlam olacaktır. Ünal yoldaşı hatırlayalım. Kürt ulusu mücadelesini çözümleyebilmek, ezen ulus şovenizmini saflarımızdan temizlemek için sırt çantasında Kürt ulusu mücadelesine dair bir yığın makale ve kitapla dolaşan Ünal yoldaşı... Bugün yaşadığımız coğrafyada yaşanan katliamları, baskı ve zulüm politikalarının çıkış noktalarını iyi okuyabilmek, çözümleyebilmek demek mücadele hattını bir adım ileri taşımak demektir. Emperyalist devletler güç savaşımı içerisindedirler. Birçok ülkede gençlik hareketleri sokağa çıktı, işçiler greve gitti, halk isyanları patlak verdi. Yaşadıkları krizin çözüm noktasını Ortadoğu olarak gören devletler bugün de kirli bir savaşa daha imza atıyorlar.

 Emperyalizme uşaklık yapan TC ise bugün T. Kürdistanı’nı vuruyor, Kürdistan’ın dört parçasının birleşme korkusuyla Cerablus’a girip Rojava’yı işgal planları yapıyor. “Çatlak bir sesin” planlarında pürüze yol açabileceğini öngören devlet, OHAL’i T. Kürdistanı ile sınırlandırmayıp, tüm ülkeye yayıyor. Bu süreçte kan kokan propagandalarıyla elini güçlendirmeye çalışan devlet karşısında Sefkan yoldaş kadar kararlı, öfkeli olmalı ve Yurdal yoldaş kadar örgütlü, ilkeli olmalıyız.

Ezenlere, ezilenlerin güçlü, haklı ve yenilmez karşı koyuşlarıyla tavır almalıyız. Şehit yoldaşlarımızdan öğrendiğimiz kitle faaliyetimizi geliştirmeli, sürecin özgünlüğünden doğru kitlenin ihtiyacıyla beraber yeni yöntemler geliştirmeliyiz. Ezenler nasıl ki söz konusu ezilenler olduğunda ortak bir cephe oluşturuyorsa bizler de ancak ve ancak devrimci, ilerici gençlik örgütleri ile beraber kavgamızı güçlendirebiliriz. Ortak mücadele hattını örmek devrimci görevlerimiz arasındadır.

Eklemek gerekir ki bir diğer önemli husus da sürecin öne çıkan yanlarıdır. Devlet başta Kürt ulusu olmak üzere ezilenlerin mücadelesini engellemek, parçalamak ve enerjisini soğurmak için şovenizmi büyütmeyi hedeflemiş ve ne yazık ki hedefini önemli derecede gerçekleştirmiştir. T. Kürdistanı’ndan eline bulaşan kanı hem FETÖ mendiliyle silerek katliamlardan kendini “aklamış” hem de PKK’yle FETÖ’yü bağdaştırarak geniş yığınları ve özellikle de etkisi altındaki kitleyi Kürt halkına karşı daha da düşmanlaştırmış, demokrat olan kesimde ise algı karışıklığı yaratmaya çalışmıştır.

Devlet her hamlesini önceden belirliyor, kitleyle aramıza engeller koyuyor, mat etmeye çalışıyor. Tek bir kıvılcım bütün bozkırı tutuşturabilir. Burada bozkırı tutuşturacak olan kıvılcımın kim/ne olacağı önemli. Kitleyle aramızdaki bağı sağlamlaştırmak, bağımızın kopmaması için yeni yollar geliştirmek gerekiyor. Kitleyle aramızdaki bağın kopması örgütlülüğümüzün boşa çıkması, politik seviyemizin yerle bir olması demektir. Devletin katliam naralarını her an daha çok yakınımızda duyarken gündelik yaşamsal faaliyetlerimizin, kitle faaliyetlerimizin önüne geçmesi kendi sonumuzu hazırlamak anlamına gelir.

Üç yoldaş, Sefkan, Ünal ve Yurdal yoldaşlar bugün gelişen süreç için neler yapabileceğimizi bizlere göstermiştir.

Onları yaşatmak, yoldaşların analiz ve muhakeme yeteneklerini, süreçle birlikte işletebilmemiz demektir.

Onları yaşatmak, egemenlere karşı dinmeyen öfkemizi, araştıran, kafa yoran bir işleyişle bilinçli hale dönüştürmek ve kolektife mal edebilmek demektir.

Onları yaşatmak, dün onların yüklendiği devrimci görevlerin üzerine bir yenisini daha koyarak yüklenebilmek, önümüze koyduğumuz hedefi kolektif bir ruhla göğüsleyebilmektir.

Onları yaşatmak, devrime daha fazla kafa yormak ve bu kafa yoruşla bugünkü sürece dair politikalarımızı net bir biçimde ortaya koyabilmemiz, bu politikalar doğrultusunda disiplinli çalışmamız demektir.  

Yoldaşlarımızın iddiasını diri tutarak kavgamızda yaşatırız. “Kitleden kopan birey eksikliklerine, zaaflarına kapalı hale gelir, bu da bireyi örgütten uzaklaştırır. Bireyin bilincinde, kararlılığında, iddiasında bozulmaya yol açar, kitlelere yabancılaşmayı doğurur bu da mücadeleye yabancılaşmayla paralel ilerler. Ancak sürekli kitlelerin içerisinde olan, kitlelerden öğrenen ve öğrendiklerinden hareketle kitlelere öğretenler mücadeleyi özümseyebilir ve mücadelede ilerleyebilir. Her an kitlelerin içinde, kitlelerle el ele mücadeleyi sürdürebilenler ideolojik sağlamlığı, politik seviyeyi yükseltebilir ve devrimci iddiada kararlı bir duruş sergileyebilir.” (Mao)

(Bir YDG’li)

45571

Yolsuzluk

2010 yılında Anayasa refarandumu onaylanması için Maltepe meydanında halka hitaben yaptığı konuşmada Başbakan R.T.Erdoğan şöyle diyordu '' merhum Menderes'lerin biz bu yola çıkarken kefenimizi de yanımıza aldık'' dedikleri gibi,''biz kefenimizi zaten yanımızda taşıyoruz'' sözlerini şaşkınlıkla dinledim.Bir başbakan vatandaşlarına ''nasıl böyle bir şey der'' diye düşündüm.Ne yapmış olabilir ki ''kefene'' gerek duyulsun.Bu sözün ne anlam taşıdığını bugün daha rahat anlayabiliyorum.

Beni ve hamile eşimi çırılçıplak soydular!

Dışişleri eski bakanı Coşkun Kırca'nın, Kürt milletvekili K'ye cevap vermek için çıktığı meclis kürsüsünde, "Türkiye'de her Türk vatandaşı Türk'tür. Hepsi Türk'tür. Kendi vicdanınızda bunu hissediyorsanız öyledir; ama kendiniz sapmışsanız o zaman size ancak susmak ve susanlara karşı Türk devletinin gösterdiği sabırdan istifade etmek düşer, daha fazlası değil…"dediği günlerdi.

Hukuk Mu Dediniz?

Güney Afrika Cumhuriyeti'nde, emperyalist bir tekelin çıkarları uğruna maden işçilerinin katledilmesi (16.08.2012)

Burjuvazi ve onu hizmetindeki kalem erbabı; “hukuk”, “adalet”, “hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı”, “bağımsız Türk mahkemeleri”, “demokrasi” “insan hakları” gibi kavramları çok sever. Her fırsatta bunları dile getirirler. Burjuvaziyi tanımayanlar; “bunlar ne kadar da adalet ve hukuk düşkünüymüş” diye hayret içinde kalır ve alıkışlarlar, kendi zayıf “hukuk düşkünlüklerinnden" ve  zayıf “adaletli” oluşlarından utanır olurlar.

 

“Zamanın ruh(suzluğ)u”na karşı İbrahim Kaypakkaya

“Geçmiş asla ölü değildir.Geçmiş, geçmiş bile değildir.”[1]

 

Postmodern vazgeçiş dört yanımızı kuşatmışken; çürüyen “zamanın ruh(suzluğ)u”na inat İbrahim Kaypakkaya hakkında yazmak, konuşmak çok önemlidir ve gereklidir…

Gereklidir çünkü gerçeklerin “unutuşa”, “suskunluğa” terk edilmek istendiği yalanın egemenliğinde, Mihail Yuryeviç Lermontov’un ‘Düşünce’ başlıklı şiirindeki, “Kaygıyla bakıyorum bizim kuşağa!/ Geleceği ya boş ya karanlık görünüyor...” dizeleri anımsamamak/ anımsatmamak elde değil…

Beşikçi ve Kürd resmi ideolojisi

Ömrünü Türk resmi ideolojisiyle mücadele etmekle geçirmiş,Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin kırk yıllık emektarı İsmail Hoca’nın Apocu resmi ideolojinin yeniden üretiminden ve propagandasından sorumlu Ferda Çetin üzerinden eleştiri adı altında saldırıya uğraması hazin olmanın ötesinde Kürdistan’da Kürdistanlıların iktidarından yana kesimlerle Türkiyelileşme sevdalısı entegrasyoncu kesimler arasındaki ideolojik cephe savaşının başlangıç düdüğü olma potansiyeline de sahiptir.

 

Edebiyatin Latin Cephesine kenar notlari[*]

“Adını değiştir,öykü seni anlatsın.”[1]

“Resmi payeleri hep reddettim. Legion d’honneur’ü de kabul etmemiştim. Fransız akademisine de girmedim. Yazar kendisinin bir kuruma dönüştürülmesini reddetmelidir. Bu onur verici bir paye dahi olsa bunlar kişisel nedenlerim. Ayrıca şu da var: ben iki kültürün barış içinde bir arada yaşayabilmesi için uğraşıyorum. Elbette çelişki ve çatışma var ve olmalı. Burjuva bir ailede yetiştiğim hâlde sosyalist oldum. Sempatim ondan yanadır. Bir de bu yüzden, bu ödülü verenlerin konumundan dolayı, kabul edemem,” vurgusuyla ekler Jean Paul Sartre: 

Latin Amerika'dan barış süreçleri 'El Salvador’ örnegi

  * Anlaşıldı:Savaş artık Barış demek.Öyleyse bundan böyle domuzlara at,kız çocuklarına erkek deyip geçelim...”[1]

 

El Salvador’da iç savaşın tarihi, 1970’li yıllarda, topraksız köylülerin, kent yoksullarının, işçilerin, öğrencilerin sokaklara dökülen muhalefeti karşısında ABD destekli ordunun kanlı operasyonlarına dayanır.

Kanlı parseller

Bugün 2014'ün ilk günü. Hastalar sağlık, yoksullar varlık, mahpuslar özgürlük, âşıklarsa kavuşmayı diler her yeni yılda. Ben nice hayaller kurarak binlerce yıl öncesine gittim yeni yılın bu ilk dakikalarında. Hayal bu ya, Tanrı ilk yarattığında dünyayı, sihirli bir değnekle dokunsaydı eğer hayatın zümrüt yeşili bahçelerine, atalarımız olan ilk insanlar cennet bir dünyaya açacaklardı hayretle gözlerini.

Muharrem Erbey'in suçu ne

  Geçenlerde Diyarbakır cezaevine gidip bazı dostları ziyaret ettim. Uzun yıllardır tutuklu olan Senanik Öner, Hatip Dicle, Şırnak belediye başkanı Ramazan Uysal, Muharrem Erbey ve İdil belediye başkanı Resul Sadak'la kısıtlı bir zamanda da olsa hasret giderdim. Hepsi yıllardır hapiste; hapislik adeta yaşamlarının bir parçası haline gelmiş. Kendisini meselenin tarafı olarak gören mahkemeden herhangi bir beklentileri kalmamış, hukuk ve adalet duygularını haklı olarak yitirmişler. Rehin olarak içeride tutulduklarını düşünüyorlar.

Ecdat(iniz)in VukatU(lar)i[*]

“İşte bir sürü olay sana. Ve bir sürü soru.”[1]

 

Hepimize Stephen Hawking’in, “Bilginin en büyük düşmanı bilgisizlik değildir, bildiğini zannetmektir,” sözünü anımsatan bir “Ecdat” yaygarası aldı başını gidiyor…

Semih Gümüş’ün, “Tarihi anlar yaratamaz”; Giorgio Agamben’in, “Tarih asla anda yakalanamaz, sadece bütüncül süreç olarak yakalanabilir,”[2] uyarılarını kavrayamayan “ecdat körlüğü” dört yanı sarıp sarmalıyor…

Umutlarımızı Büyütüyoruz

 

“... komünist için sorun, mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek (revolutionieren), varolan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmektir.”Marx-Engels

Sayfalar