Pazartesi Nisan 29, 2024

“Dağılmanın değil birleşmenin, karamsarlığın değil umudun yolundayız.” (Mehmet Demirdağ)

Milyonların emeği ve alınterini gasp ederek, sömürerek ayakta kalan egemenlere karşı ezilenlerin en büyük gücü, birliğidir.

Yaşamı üreten ve yaratanlar yan yana durabildikçe, birlikte harekete etmeyi öğrenebildikçe, başardıkça, özgür bir dünyaya doğru daha güçlü adımlarla yol alabilirler. Toplumlar tarihinin sayısız tarihsel örnekte bize gösterdiği budur.  Bunun farkında olan hâkim sınıflar, ezilen yığınlar karşısında sınıfsal çıkarları ekseninde ortak bir duruş ve buna uygun bir pratik sergilemekten asla imtina etmezler. Kendi aralarındaki çatışma ve kapışma ne kadar büyük olursa olsun söz konusu sınıf karşıtları yani işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınlar olduğunda aynı sınıfsal refleksleri gösterirler. Zira, aynı zemin üzerinden var olmakta ve iktidarlarını sürdürmektedirler.

Emekçi yığınların örgütsüzlüğü, parçalı duruşu ve birbirleri arasına çekilen görünmez çitler onların saltanatlarını sürdürmelerinin en önemli koşullarından biridir. Bunun farkında oldukları, böylesi sınıfsal bir bilince sahip oldukları için en kavgalı oldukları dönemde dahi, işçi sınıfının örgütlülüklerine, birliğine ve beraberliğine saldırmaktan bunun karşısında güçlerini birleştirmekten asla geri durmazlar. Hangi parti, hükümet olursa olsun ve hâkim sınıfı klikleri arasındaki çıkar dalaşının boyutu ne olursa olsun, değişmeyen pratiğin işçi sınıfı ve emekçilerin kazanımlarına yönelmek ve yeni hak gasplarıyla sömürüyü büyütmek olması tesadüf değildir. Veyahut pek çok başlıkta birbirlerinin boğazına sarılmışken söz konusu Kürt ulusu, halkı olduğunda tüm düzen partilerinin adeta ışık hızıyla ırkçılık ve şovenizmde; imha, inkâr ve asimilasyon çizgisinde saf tutmaları da öyle.

Açık ki, hâkim sınıflar, toplumu sınıfsal, ulusal, inançsal ve cinsiyet vb. üzerinden bölerek ayrıştırma, birbirine düşmanlaştırma, kutuplaştırma politikası izlemektedir. Böylece ezilenlerin tek bir cephede sömürü ve zulme karşı birlik olmalarının, örgütlenmelerinin ve sınıf düşmanlarına karşı etkili bir mücadele yürütmelerinin de önüne geçilmiş olur. Türk-Kürt, Alevi-Sünni, İslamcı-Laik, vb. vb. pek çok şekilde karşımıza çıkan ve esasta emekçileri birbirine yabancılaştıran yaklaşımların temelinde egemen sınıfların ideolojik, siyasi ve kültürel bombardımanı vardır.

Böl-parçala-yönet olarak da özetlenebilecek bu tutum, ezilen yığınları rakipleri karşısında güçsüz düşürür. Buna çözüm olmak, işçi sınıfı emekçi yığınları, Kürt ulusu ve Alevileri, emekçi kadınlar ile LGBTİ’leri ortak bir amaç uğruna bir araya getirmek, birleştirmek ve mücadeleye sevk etmek, devrimci ve komünistlerin görevidir. Kendini, ezilen yığınların kurtuluş davasına adayanlar, farklı toplumsal kesimlerden değişik fikirlerden, çeşitli cinsiyet kimliklerinden emekçileri bir arada tutabilme yeteneğine sahip olmalıdır. Bunun için ideolojik bağlamda net bir hedefe, politik düzlemde ise ciddi bir olgunluğa ihtiyaç vardır. Proleter devrimciler bilir ki, emekçilerin birliği iyi, ayrışması ve birbirinden türlü gerekçelerle uzaklaşması kötüdür.

Bu anlamda, ezilenlerin birliği ve mücadelesine soyunan devrimci komünistlerin bunun nasıl yapılabileceğini kendi pratiklerinde göstermesi gereklidir. Bunun ilk adresi ise içinde bulundukları kolektiftir onun mekanizmalarıdır.

Her kolektif, belli bir ilkeler ve onun etrafında örülen hukuk üzerinde var olur. Deyim yerindeyse binanın kolonları ve harcı bu ilkeler ve onu adeta bir zırh gibi koruyan bu hukuktur. Proletaryanın ideolojisini rehber edinen kolektifin, hukuku ve onun can suyu tüzüğü, toplumun farklı sınıf ve katmanlarından gelen devrimciler için yeterince birleştirici ve kapsayıcıdır. Herkes bu hukuk ve onun gerektirdiği adalet karşısında eşittir. Ne ki aslolan bu hukuk ve işleyişin pratikte yaşama geçirilmesidir. Bu olmadığı sürece her şey kâğıt üstünde kalmaya, suya yazılmaya mahkûm olacaktır.

Kolektifi ayakları üzerinde tutan ilkeleri ve işleyişi karşısında tutum belirleyici olandır. Ezilen yığınların, sınıf düşmanı karşısındaki birliğinden yana olanların duruşu, işleyiş ve hukuk karşısında samimi ve tutarlı olmalıdır. Yığınlara birlik olma çağrısı yaparken içerde de kolektifin hukukuna ve işleyişine uygun davranmak dürüst bir devrimcilik için olmazsa olmazdır.

Emekçilerin birliğini, onunla doğrudan bağlantılı olarak kolektifinin irade ve eylem birliğini sağlayacak olan açık ki hukuku ve işleyişidir. Öyleyse bir devrimcinin yığınların birliğinden, düşman karşısında ortak hareket etmesinden yana olup olmadığını anlamanın yollarından biri hukuk karşısındaki duruşunda saklıdır.

Zira, hukuk birleştirici bunun ihlal eden her davranış ve pratik ise ayrıştırıcı ve bölücüdür aynı zamanda yıkıcıdır. Somutta bugün kolektif içinde yaşanan tartışmalara bir de bu pencereden bakmak faydalı olacaktır. Başından bu yana söz konusu tartışmalarda iki çizgi ortaya çıkmıştır. Bir yanda hukuk ve işleyişi ayaklar altına alarak, bunları keyfince yorumlayanlar, diğer yanda hukuk ve işleyişten doğal olarak da emekçilerin ve kolektifin birliğinden yana olanlar.

Bugüne taşınan sorunların merkezinde tam da bu vardır. Geleneğimizin üzerinde yükseldiği ona niteliğini veren hukuk iğdiş edilmiş açıkça çiğnenmiş ve işlenen bu suçu gören, buna dur diyenler hedef tahtasına konulmuştur. Bu tutum ve pratiğin birleştiren değil dağıtan, farklı fikirlerin bir arada durabilmesini değil birbiriyle kavga etmesini ve uzaklaşmasını sağladığı da açıktır.

Bu yaklaşımın esas olarak devrimci komünistlerin, emekçi halkımız karşısındaki misyonunun silikleşmesi anlamına geldiği bir gerçektir. Zira halkımızın birliğinden yana olanların, onlara kurtuluşun adresi olarak gösterdiği yerde de bu görüşleri yaşama geçirmeleri gerekir. Aksi bir tutum iflah olmaz oportünistlerin ve burjuva politikacıların tavrı olur.

Farklı fikirlerle mücadele…

Başkan Mao farklı fikirlerin bir kolektif içinde birbiriyle nasıl mücadele etmesi gerektiğini bize öğretmiştir. Bu mücadelenin yol ve yöntemlerine dair zengin bir tarihsel miras bırakmıştır. Bunun içinde ideolojik, politik mücadele vardır ancak ayak oyunları, hile, işleyiş ve hukuku yerle bir etmek, darbecilik ve bunun bir sonucu olarak şiddet yoktur.

Darbecilik, kolektifin içindeki yaşamın, hukuk ve işleyişin yönettiği bir iklimden çıkarak, adeta orman kanunlarına, eline silah alanın ve kılıç kuşananın söz sahibi ve haklı aynı zamanda doğru olduğu bir iklime girmesi anlamına gelir.

Örneğin alanlar arasındaki ilişkilerin nasıl olacağı bilinmektedir. Bunun dışına çıkan her pratik darbeciliktir, darbedir. Bu durumda her isteyen istediği soruna müdahale etme hakkı bulacak, herkese çalışmalarını beğenmediği kurumu engelleme hakkı verecektir. Bunun karmaşa ve kaostan aynı zamanda yıkımdan başka bir anlama gelmeyeceğini bilmek zor olmasa gerektir. Kurumlarımıza yönelen gasp da tam olarak bu anlama gelmektedir.

12 Eylül’de Süleyman Demirel, kılına dokunulmadan makamından indirilmiştir. Ancak nihayetinde yaşanan bir darbedir. Çünkü Demirel, askerin gücüyle tehdit edilmiştir. Darbelerde şiddetin düzeyi sadece onun önüne eklenen sıfatı tanımlar. Kanlı, kansız vb… Nihayetinde her darbe, darbecilik bir şiddettir, şiddetin bir biçimidir; hukuk ve işleyiş dışına çıkan, seçilmişlerin-görevlendirilmişlerin iradesini ve yetkisini gasp eden bir şiddettir.

Kurumlarımıza yapılanları bu çerçevede yorumlamak doğru olacaktır. Savunulan görüşlere karşı çıkılabilir, doğru bulunmayabilir kuşkusuz. Ne var ki yaşananın adını doğru koymak gerekir. Lenin yoldaş, eşyaya ismiyle hitap etmek gerektiğini söyler bize. Durumun kendisi darbeciliktir, darbedir. Emekçi yığınların birliğinden yana her samimi devrimcinin her şeyden önce bu gerçeği açık bir şekilde tanımlaması doğru olandır. Ne söylenecekse yapılanın adı konulduktan sonra söylenmelidir. Bu yapılmadan kurulacak her cümle, yeni darbelerin ve yeni darbecilerinin türemesi, bu virüsün saflarımızda hızla yayılması ve büyümesi anlamına gelecektir.

“Hayır” Kolektifin Tavrıdır

Kurumlarımızın basılmasına gerekçe gösterilen konulardan biri yurtdışında yaşanan tartışmadır. Bu konuda konunun muhatapları gerekli açıklamayı yapmıştır. Girmeyi gerekli görmüyoruz.

Diğer bir gerekçe ise seçim tavrıdır. Kolektif herhangi bir sürece dair kararlarını faaliyetlerin yürüdüğü alanlar üzerinden, buradaki yetkili mekanizmalar üzerinden alır. Tartışmalarla kolektifin, yapının ağırlıklı eğilimi ortaya çıkar. Merkezi irade, tartışmasını söz konusu alanlarla yürütür, ikna etmeye çalışır. Sonuç itibariyle karar ağırlıklı eğilim üzerinden çıkar. Kolektifin irade ve eylem birliği böyle sağlanır.

Aksi durumda yani çoğunluğun değil de azınlığın fikirlerinin ve tavrının dayatılması birliğe zarar verir. Herhangi bir önderliğin yapması gereken kolektif içindeki farklı eğilim ve görüşleri, işleyiş ve hukuk temelinde çözmektir. Kapsayıcı, birleştirici bir dil ve üslupla buna uygun bir politika ile sorunlara büyümeden ve kriz haline gelmeden çözüm üretilmelidir. Somutta yetkili bileşene dair ilgili alanların yaptığı açıklama ortadadır; dahası kolektifin ciddi bir bölümü referandumda “hayır” derken kalan azınlığın tavrını merkezi tutum olarak belirlemek krizi çözmek değil büyütmek ve de bundan beslenme politikasıdır. Öyleyse soralım, kolektifin ezici bir çoğunluğu referandum özgülünde “hayır” yaklaşımının doğru olduğunu beyan etmişken nasıl oluyor da “boykot” tutumu ilan edilebilmektedir?

Umudu Büyütelim!

15 Temmuz darbe girişiminden bu yana OHAL altında, geniş emekçi yığınların kazanılmış tüm haklarına cepheden saldırıların yaşandığı, her türlü hak arama mücadelesinin terör parantezine alındığı günlerden geçiyoruz.

Baskı, gözaltı, tutuklama, şiddet yargısız infaz ve katliamlarla örülen bu sürecin, emekçi halkımızın özgür bir gelecek umuduna yöneldiği açıktır. İşçi sınıfına, Kürt ulusuna, Alevilere, kadınlara, LGBTİ’lere yönelen bu dizginsiz şiddet başta direniş odakları olmak üzere halkımızı bir bütün olarak teslim almayı amaçlamaktadır. Komprador burjuvazi ve toprak ağalarının temsilcisi TC devleti, dizginsiz bir terör, baskı ve katliamlarla ezilen yığınların insanca bir yaşam özlemi ve mücadelesine alçakça saldırıyor.

Ardı arkası kesilmeyen gözaltı ve tutuklama operasyonları, gerilla alanlarına en üstün teknoloji ile yapılan askeri operasyonlar; işçi sınıfının büyük bedeller pahasına kazandığı mevzilerine yönelik taarruzlar, sömürüyü katlamayı hedefleyen düzenlemeler ve de buna eklenebilecek çok sayıda başka halkayla hâkim sınıfların zincirlerinden boşanmış diz çöktürme stratejisini hepimiz görüyor ve yaşıyoruz.

Devrimci ve komünistler; Türk, Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve mezheplerden ezilen yığınlara yönelen bu saldırganlık furyasına set ve yanıt olmak sorumluluğuyla karşı karşıya. Halkımızı bölerek, kutuplaştırarak, iktidarını sürdürmeye çalışan egemenlere karşılık ezilen yığınlara çağrımız birlik ve beraberliği aynı zamanda mücadeleyi büyütmek olmalıdır.

Bunu yaparken de buna kendimizden başlamak doğru olandır. Hala isimleri açıklanmayan üç halk savaşçısı hesabı sorulacaklar listesine yeni isimler ekleyerek görevlerimizi ve sorumluluğumuzu daha da büyütmüşken yapmamız gereken buna yoğunlaşmaktır.

Zira, dağılmanın değil birleşmenin tarafındayız. Başından beri bizi bir arada tutan birliğimizin ve gücümüzün sigortası hukukun gereklerini yerine getirmeye çalışıyor, tüm yoldaşlarımızı da buna davet ediyoruz.

Mehmet Demirdağ yoldaş bu konuda bize ışık tutmaktadır: "… Durum iyidir, çünkü; yaşadığımız topraklardaki sınıf mücadelesinin gelişimi teori ve stratejimizin ışığında atacağımız her adıma, yapacağımız her müdahaleye karşılığını kat kat verecek bir yöndedir. Durum iyidir, çünkü; çözümsüzlüğün değil çözümün, dağılmanın değil birleşmenin, karamsarlığın değil umudun yolundayız." (Mehmet Demirdağ)

(Bir Partizan)

43068

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Rojava’dan bir Partizan: “Yıldızlara gömülen, bilincimize kazınan halk ordusu savaşçıları ölümsüzdür!”

Emeğin, özgürlüğün, halkın düşmanları bir keza daha gerillaya saldırarak onları teslim alıp diz çökerteceğini düşündü. Bir kez daha barbar ve katliamcı yüzünü gösteren faşist TC ordusu, mazlumların özgürlük diyarına Dersim’e, direniş kalesi Aliboğazı’na son zamanların en kapsamlı, en kıyıcı operasyonunu gerçekleştirdi. En modern silahları ve en üstün tekniği kullanarak gerillayı yaşam ve direniş alanlarından koparmak istedi. Ancak hesapları tutmadı, umduklarını bulamadılar. Egemenlerin imha ve yok etme hesaplarını gerillaların kahramanca direnişi bozdu.

Sefagül Kesgin’in kaleminden “Aliboğazı’nda izler, tanıklar…”

2 Şubat 2011 tarihinde 4 kadın yoldaşıyla birlikte Aliboğazı’nda şehit düşen TKP/ML Merkez Komitesi Üyesi ve TİKKO Siyasi Komiseri Sefagül Kesgin tarafından 2010 kışında Aliboğazı’nda kaleme alınmıştır.

 

Aliboğazı’nda izler, tanıklar…

Hayaller gerçektir. Gerçekten süzüldüğü için!

Hayaller gelecektir, geleceğin parçası olduğu için!

Komünizm

Burada, komünizmi incelemeyeceğiz, ama, kısaca, olacak olanları, Marx ve Engels’in söylem ve öngörülerinin ışığında, içinde yaşadığımız koşulları da dikkate alarak, komünizmin bir ütopya olmaktan çıkıp gerçek olacağını yinelemek istiyoruz.

İçinde yaşadığımız emperyalist-kapitalist kaos sisteminin, bireylere umutsuzluk verdiği bir koşulda, kaybedecekleri hiç bir şeyi olmayan milyonlarca işçinin komünizmin ilkelerini yaşama geçirmelerinin de kaçınılmaz olduğunu söyleminin ütopya olmadığı, işçilerin kendi yaşamları ve üretimleri kadar gerçektir.

Teslim olmayacağız!

Sanatçısına ,yazarına,siyasetçisine,aydınına düşman bir devlet yeryüzünde hangisidir denildiğinde,kuşkusuz ilk akla gelen TC devleti olacaktır..Bu düşmanlık ve zulüm 1915 ile başlamış artarak bu güne gelmiştir.Kendinden olmayanı ayrı düşüneni hiç tereddütsüz öldürmüştür.Bir gece evlerinden alınan müzikolog olan Gomidas Vartabed,Özgürlük Savaşımı gazetesi yazarı Nerses Papazyan,mizah dergisi yazarı Krikor Torosyan,Emek gazetesi yazarı Sarkis Parseğyan,Vatanın sesi yazarı Levon Larents...gibi sayıları yüzlere varan basın emekçileri ölüm yolculuklarında dağbaşlarında vahşice öldürülenlerden sa

Sana Gelen Ölüm Bana Gelsin,

"Artık tribünden sahaya in ve siyasi bir harekette yer al," diye yazıyor bazı okurlar bana. Aslında tribünde değilim, sahaya atlamak için kenarda heyecanlı bir bekleyiş içindeyim. Ateşin ve zulmün kol gezdiği o sahada her türlü zulme ve cefaya göğüs germeye çalışarak tarihi görevimi yerine getirmek istiyorum. 

Evet, haklısın Saygı Öztürk! “Aliboğazı’na girmesi de, çıkması da zor”

Kemalizm’in iflah olmaz, faşizmin “sol kanadı”nın yayın temsilcisi Sözcü gazetesinin Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk, gazetenin dünkü sayısındaki köşesinde, Dersim’de 6 gün süren ve TSK’nın 2 askerin yaşamını yitirdiğini söylediği (ama bölge halkının anlatımı TC ordusunun kaybının daha fazla olduğu) Aliboğazı operasyonunu yazdı. Havsalası gerillanın 6 günlük direnişini pek almayan Öztürk, yazısında aynı zamanda bir gerçeğe işaret etti: “Güvenlik güçleri teröristlere en büyük kayıpları burada verdirir ama şehitler de buralarda olur. Aliboğazı’na, Kutuderesi’ne girmesi de, çıkması da zor.”

Diz çökmeyenlerin, faşizme siper olanların direnişini yükselteceğiz! Aliboğazı şehitleri ölümsüzdür!

28 Kasım günü üç halk savaşçısı Dersim’de Çemişgezek, Pulur ve Xozat ilçeleri arasında bulunan Aliboğazı Vadisi’nde TC’nin kolluk kuvvetleri ile girdikleri çatışmada ölümsüzleştiler. İki askerin de öldüğü çatışmada, Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist (TKP/ML)’ye bağlı Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) gerillaları Hakan (Ersin Erel)Aşkın (Hasan Karakoç) ve Tuncay (Murat Mut), faşizmin kendilerine doğrulttuğu silahlara karşı MLM bilimini rehber edinerek direndiler.

“Örgütlüysek Her Şeyiz Değilsek Hiçbir Şey” de; Bu Nasıl Olacak?

Halk gençliğini, genç kadınları, liseli gençliği, LGBTİ+’ları, değişik inançlara mensup kitleleri ya da daha genel bir ifade ile geniş halk yığınlarını maruz kaldıkları, sömürü, baskı, şiddet, asimile etme, yok sayma ve imha etme politikasına karşı mücadelesinde örgüt, tarihsel önemde bir rol oynar.

Sitemin çarkları arasında can çekişen yığınların mücadele etmekten başka çıkar yolu yoktur. Zira mevcut sistem, varlığını sürdürdükçe dizginsiz bir sömürü, zincirlerinden boşanmış azgın bir şiddet sarmalında soluksuz kalmaya mahkûm kalacaktır.

Gelişimin diyalektik adı: MEHMET DEMİRDAĞ

Gelişimin diyalektiğini anlamak, kavramak için komünist önder Mehmet Demirdağ yoldaşın yaşamına, devrim ve parti sorunları karşısındaki duruşuna, devrimi ve Parti’yi örgütleme tarzına bakmak gerekir. O adım adım ilerleyerek büyümenin ve gelişimin zirvesidir. Küçük bir taş parçasının mücadele içinde parça parça büyüyerek granit kayalara ve oradan Dağlaşmaya varmasının adıdır. Toplumlar ve devrimler tarihinde özgürlüğü en güçlü düzeyde istemenin ve bunun savaşımını örgütlemenin öncülüğünü yapmaktır Demirdağ. Onu sıra dışı ve “özel” yapan onlarca özelliğin senteze varmasıdır.

Em hamu Kurd'ın! Em hamu Hadep'in!

On beş yıldan bu yana iktidarda bulunan AKP'nin yeni hedefi Erdoğan'ı Türkiye'nin yeni kralı, yeni başkanı yapmaktır. AKP, bugüne varana kadar hedeflerine adım adım ilerlerken aydınların, yazarların, ilericilerin, askeri vesayete karşı olanların da desteğini alırken insanları kandırabilmiştir. Ama öbür tarafta onu çok iyi tanıyan yol arkadaşları, kurmayları terk etmiş ve tek başına kalmıştır.

Patriyarkal sistemin kadınlara yönelik her türlü saldırısı politiktir! Korkmuyoruz/Susmuyoruz!

Kadınların rengi, dili, inancı, yaşadığı coğrafya ne olursa olsun, maruz kaldıkları her türlü şiddetin kaynağı bugün olduğu gibi, her dönem patriyarkal sistem olmuştur. Egemenler kendi çıkarları gereği, kadının toplumsal görevini anne/ eş olarak sınırlayıp, yaşamın her alanında kadının emeğini ve bedenini en katmerlisinden sömürüp kârlarını katlarken, aynı zamanda kadın üzerinden korkutulmuş/ susturulmuş/ biat eden bir toplum yaratmaya da çalışmaktadırlar.

Sayfalar