Perşembe Mayıs 9, 2024

Davutoğlu Duran Kalkan'dan korkmuyor! Teslim Töre

Basına yansıdığı kadarı ile Duran Kalkan savaşı boyutlandıracaklarını, her tarafı savaş alanına çev...ireceklerini, bu savaşla “2016 baharı Kürd'ün baharı olacaktır” diyor. Buna karşın Davutoğlu da “bizi kimse korkutamaz” ve “biz her yerde olacağız” diye yanıt veriyor. Şu savaşın Türkiye'de ne hale geldiğini ya da getirildiğini görüyor musunuz? Çok korkunç trajedi komedi bir durum. Savaşan iki güçten birisi olan PKK adına Duran Kalkan savaşla Kürtlere “baharı” getireceğini, “2016”yı “Kürtlerin baharı” yapacağını söylüyor, Duran Kalkan'ın bu açıklamasına karşın savaşın diğer tarafı olan T. Cumhuriyeti Başbakanı Davutoğlu da devlet adına: “Korkmadığını”, kimseden korkmayacaklarını, korkmadıklarını göstermek için her alanda savaşmaya hazır olduklarını ifade ediyor.

Dünyanın hiç bir ülkesinde savaş bu kadar amaçsız hale getirilmemiştir. Savaşla böylesine oynanmamıştır, böylesine gereksizleştirilmemiştir. Duran Kalkan’ın açıklaması ile ima edilen şey: Bu kış Kürtlere “zehir oldu”, savaşı baharda tırmandırarak “2016 baharını Kürtlerin baharı” yapacağı vaadinde bulunuyor.

Duran Kalkan’ın Kürtlere bu “bahar” vadi karşısında T. Cumhuriyeti Başbakanı: Korkmadığını göstermek, savaşmak için savaşacağını ifade ediyor. Bu kadar amaçsız bir savaş olur mu ya da savaşı bu kadar amaçsız bir düzleme indirgemek nasıl olur? Bir savaş bu konuma gelmişse yapılması gereken akıllıca şey: Savaşmak, savaşı tırmandırmak, sadece korkmadığını göstermek, savaşmak için savaşmak değil, bu savaşı bir an önce anlaşarak bitirmektir. Savaş can alıyor, kan ve gözyaşı döküyor, ocakları söndürüyor, ev yıkıyor, acı veriyor, ıstırap çektiriyor, yası matem oluyor, düşmanlık yaratıyor, insani değerleri imha ediyor. Söz konusu savaş bir sınıfın iktidarına son verip, yerine başka bir sınıfın iktidarını koymak için yapılmıyor. Bir ülkeyi işgal altından kurtarmak, bağımsız bir ülke yaratma amacı da taşımıyor. Birisi dünya çapında, devasa düzlemde, bugüne kadar eşine rastlanmamış bir yapı PKK; “2016 baharını Kürd'ün baharı yapmak” için, diğeri kocaman T. Cumhuriyeti devleti korkmadığını göstermek, “geleceğin varsa göreceğin de var” dercesine savaşa göğüs geriyorlar.

Böylesi korkunç bir savaşa ya sınıf iktidarı, ya da ülkeyi işgalden kurtarmak için olur verilir. Savaşın ucunda sınıf iktidarı ya da ülkenin kurtuluşu yok da, sadece kuru onur, gurur ve namus meselesi yapmak mutlak bir zaaftır. Hile hurda da katılsa Türkiye'de seçim var. Bir iktidarı, bu iktidar Erdoğan iktidarı olsa da devirmek için savaşa gerek yoktur. Erdoğan, iktidarını korumak için bir iç savaş çıkartmadıkça... Üstelik Erdoğan’ın iç savaş çıkartma çabasına “misilleme” adına fırsat vermemek de gerekir. “Öz ya da Özerk Yönetim” için de savaşa gerek yoktur. Söz konusu yönetimler belki bir sene geç, bir sene er olur, ama demokrasi mücadelesi ile edinilecek kazanımlardır. Zaten üniter devlet yapısı ile olmuyor, gitmiyor. Başta üniter devlet yönetiminin ana ülkesi Fransa ve Batı Avrupa ülkeleri olmak kaydı ile dünyada giderek öz, yerel ya da özerk yönetimlere doğru hızlı bir kayış var. Bu Türkiye için de kaçınılmazdır. Kaçınılmaz hale gelmiş olanı ona denk mücadele yöntemleri ile değil de savaşla almaya kalkmanın ne anlamı var?

Erdoğan’ın başlattığı, PKK’nin de “misilleme” ile katıldığı bu savaş olmasaydı, belki şimdiye kadar Öz Yönetim oluşmuş olmazdı, ama başta “anayasa komisyonu” olmak kaydı ile Türkiye'de tartışılan en yaygın konu haline gelmiş olurdu. Kaldı ki baharda barışı değil de savaşı tırmandırarak “2016 baharını Kürd'ün baharı” yapmanın herhangi bir güvencesi var mı? Kış “Kürd'ün kışı” yapılamadığına göre bahar nasıl “Kürdün baharı” yapılacaktır? Bunun bir garantisi var mı? Peki ya yapılamazsa? Kürt Halkına verilen “Kürt baharı” sözü ne olacaktır? Böyle bir olumsuzluk Kürt Halkında nasıl bir ruh hali yaratacaktır? Neden boyuna savaş, sadece ve ancak savaşla “bahar” vaadi? 7 Haziran'da halkların bir sel olup, yüzde on üç küsürle barajı Erdoğan’ın kafasına yıktıktan sonra: Silahı biraz geriye çekip,(silahlı güçleri çekmekten söz etmiyorum) söz ve karar hakkı halklara bırakılamaz mıydı? Erdoğan’ın her türden provokasyonuna rağmen silah yerine halkların demokratik gücü denenemez miydi?

Erdoğan’ın acelesi vardı, o yangından mal kaçırırcasına 7 Haziran sabahı savaş kararı zaten almıştı. PKK’nin ne gibi bir acelesi vardı? Ortam tümü ile demokrasi güçlerine ve demokratik mücadele alanına açılmıştı. Demokrasi güçlerine ve demokrasi mücadelesine zaman tanınmış olsa idi belki mücadele bugün farklı bir boyut kazanmış olabilirdi. Özgürlük Hareketi ve Türkiye halkları için böyle bir kazanım sürecine girilmişti, ama olmadı. Ya devlet? Devlet savsaklamalar, sahta kurnazlık yöntemleri kullanarak “çözüm” masasında Kürt Halkına madik atma, atamayınca da masayı devirmek yerine samimi bir yaklaşımla Kürt Halkının kendi kaderini tayın hakkı için taleplerine yanıt vermiş olsaydı, bugün Davutoğlu’nun “hiç kimseden korkmuyoruz” diyerek ne kadar korktuğunu ifade etmesine gerek kalmazdı. Sadece PKK’den ya da Duran Kalkan'dan değil, Putin’den, Rusya’dan korkması da gerekmezdi. Hatta PYD’den de bu kadar korkmasına gerek kalmazdı. Ankara’daki patlamadan sonra nefes nefese “PYD yaptı” paniğini yaşamasına da gerek duymazdı. Savaş, Erdoğan’a 1 Kasım seçimini kazandırarak kısa vadeli bir nefes aldırdı, ama çok şey de kaybettirdi. Suriye’yi, Rusya’yı, ABD’yi, hatta eski partnerlerinin tümüne yakınını kaybettirdi.

“Çözüm masasını” devirmeyip, PKK’ye savaş açmayıp da barışa yönelseydi, PYD’yi de, Suriye’yi de kaybetmeyecekti. Bugün Suriye’nin dışarıdan bir seyircisi değil, yön vericilerinden birisi konumunda olacaktı. PKK’ye savaş açarak, kazanacağını planlarken bir çok şeyini kaybetti. ”Midyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan oldu”. PKK’ye oyun oynayayım derken yalancı pehlivanlar gibi kendi oyunu ile kendisi düştü. Dış politikası olduğu gibi çöktü. T. Cumhuriyeti Devletini kendisini terazinin bir kefesine, diğerine de PYD’yi koydu, onlarca yıllık müttefiklerine “ya ben, ya o” diyerek dayatmada bulundu. Onlarca yıllık dost ve müttefiklerinden “o” yanıtı almaları karşısından utanmadılar bile. PYD bugüne kadar Türkiye tarafına bir mermi bile sıkmamış olmasına rağmen “terörist” diyor, Cenevre toplantılarına katılmasını engellemek için elinden geleni yapıyor, düşmanca davranıyor. Nedeni PYD’nin Türkiye'ye karşı herhangi bir olumsuz eylemde bulunmuş olması ya da olmaması değil. Birincisi bir Kürt Örgütü olması, diğeri ise köhnemiş Türkiye ve bölge üniter devlet rejimlerinin alternatifi olan bir halk yönetimini üretmiş ve hayata uyarlamış olmasıdır.

Erdoğan Kürt düşmanlığı duygularını dışa vurdukça, kendisi gibi Kürt düşmanı yandaşlarının desteğini pekiştirmekle kalmıyor, MHP tabanının desteğini de alarak MHP’yi bölmeye, parçanın en büyüğünü almaya çalışıyor. O nedenle Kürt düşmanlığı sadece duygularını okşamıyor, yandaş da kazandırıyor. Ancak bu düşmanlık duyguları onu iflah etmiyor. Her geçen gün uçurumun dibine doğru biraz daha yaklaştırıyor.

Doğanın diyalektiği tarihin bazı kesitlerinde bilinci sosyal yaşamından gelen belli topluluklara, toplumsal ilerleme sürecinde çok önemli fırsatlar tanır. Kürt Halkı: Bölünmüşlük, zulme tabi kılınmışlık, toplumsal varlığına son verme gibi acı verici bir sosyal yaşamdan edinmiş olduğu sosyal yaşam bilinci ile tarihin bu zaman ve zemininde kendinin ve bölge halklarının kaderini belirleme konusunda insani bir sorumluluk üslenmiştir. Kürt Halkı sosyal yaşam bilincinin önderi APO’nun kuramı ile bütünleştirip, güçlü bir dinamizme büyüterek, sahip olduğu doku ve dengelerle çağımızın bu kesitinde bölgemizde kendi ve bölge halklarının geleceğine öncülük ediyor. Klasik sömürgecilikten kurtulma konusunda nasıl ki Namibya Halkı önderi Amirkal Kabral öncülüğünde Gine, Bisao, Mozambik vb. gibi halkların kurtuluşuna öncülük etmiş ise Kürt Halkı da bugün bölge halklarına öyle öncülük ediyor.

Metafizik kafa yapısına sahip Erdoğan ve ekibi doğa yasasının bu diyalektik olgusunu göremiyor ve göremezler de. Ama “ya ben, ya o” diye dayatmış olduğu müttefikleri ve “iki pilot için Türkiye gibi bir dostlarını kaybettiler” dediği eski dostu Rusya, tarihi sürecin bu gerçekliğini görüp “o” diyerek Kürt dinamizmini tercih ediyorlar. Beyni İmam Hatip’in örümcek ağı ile örülmüş olan Erdoğan: Müttefikleri ve eski dostlarının kocaman Türkiye Cumhuriyeti devleti karşısında PYD gibi bir örgütü neden desteklediklerine bir türlü akıl erdiremiyor. Bu aklı ile PKK’yi yenip, Kürt dinamizmini yok edeceğini sanıyor. O nedenle de habire savaşı tırmandırıyor. “Korkmuyoruz” diyerek korku savaşını körüklüyor.

Hitler Almanyası, Japonya, İtalya gibi savaşın gölgesine sığınan, savaşı kurtuluş olarak gören bütün savaşkanların savaşa yenik düştükleri gibi, Erdoğan ve ekibinin de savaşa yenik düşeceğine kuşku yoktur. Önemli olan savaşan bütün tarafların bu tarihi gerçekliği görerek savaşı değil, barışı körüklemeleridir.

Teslim TÖRE
28 Şubat 2016

 

43604

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Sayfalar