Cumartesi Mayıs 18, 2024

„Dersim katliamının gerçek sorumlusu„ sorunu üzerine

Taner Akçam, „Dersim ve Tarihle Yüzleşmek“ başlığı taşıyan sunumunda ; „Dersim idamlarından hareketle, Türkiye‘de tarihle yüzleşme sorunları üzerine yedi tez ileri sürmek istedim.“ der, ve bu tezlerin birinde de şunları ileri sürer:

„Tez dört: Dersim katliamını Cumhuriyet Halk Partisi örgütlemiş ve hayata geçirmiştir; bu cümle bu açıklıkta söylenmedikçe bu ülkeye demokrasi ve barış gelmez.Cumhuriyet Halk Partisi‘nin Dersim insanına özür borcu vardır.(...)“ (Özgür Gelecek .16.11.2020).

Taner Akçam bu tezini hangi niyet ve bağlamda ileri sürmüş olursa olsun; bu ifade ediliş biçimiyle bu tez, Dersim ve tüm diğer etnik , mezhepsel ve siyasi katliamların DOĞRUDAN SORUMLUSU, ÖRGÜTLEYİP HAYATA GEÇİRENİ olan DEVLETİ aklama tezi olabilir.

1915 Ermeni soykırımından İttihat-Terakki ve daha özel olarakta Enver Paşayı , Pontus kıyımından Topal Osman‘ı. Divriği kıyımından Sakallı Nurettin Paşayı, 1955 6-7 Eylül katliamları  DP‘yi ve 19 Aralık siyasi kıyımından Ecevit‘i sorumlu tutmak ne kadar doğru ve isabetliyse;

Akçam‘ın bu tezinde ileri sürdükleri de, ancak  bir o kadar doğru olabilir!

Taner Akçam kuramsal olarak DEVLET olgusunun anlamını ve mahiyetini bilmez biri değildir. Helede yaşamının bir kesitinde Marksizmle ilişkilenmişse!...Dolayısıyla da devlet ve onun adına icracı hükümetler arasındaki ayrımları bilebileceği gibi; devlet-hükümet denkleminde, hükümetlerin ve dolayısıylada icracı hükümeti temsil eden siyasi partilerin devlet karşısında ne dereceye kadar özerk olabileceklerini de, rahatlıkla bilebilecek akademik birikime sahip birisidir.

Ve keza belli koşullarda icracı hükümetlerin ve onların siyasal temsilcisi partilerin nasıl devletle yekvücut hale gelerek /özdeşleştiklerini de bilebilecek biridir. „Devlet partisi“ kavramının bu özdeşleşmenin bir ifadesi olarak ortaya çıktığını ve bu tür durumlarda o parti ve hükümetin tüm icraatlarının doğrudan devlet politikaları ve icraatları olacağını da bilebilecek biridir.

Devrim-karşı devrim , savaş ve daha başka olağanüstü koşullar ortamında , o sürece önderlik yapan siyasi parti ve önderi şahsiyetler devletin tüm kurumları üzerinde tek otorite olarak sahneye çıkabilirler. Veya darbeler yoluyla (sivil veya asker farketmez) devlet yönetimini ele geçirerek faşist veya başka türden otoriter yönetimleri hakim kılabilirler. İşte tüm bu durumlarda artık orda kişi veya hükümet ve parti devletin doğrudan temsilcisi haline geçmiş olur ve her icraatları devlet adınadır, artık. Bugünün „tek adam diktatörlüğü“nde olduğu gibi.

1915 lerin İttiat Terakkisi nasıl ki doğrudan bir devlet partisi-hükümeti idiyse ve Ermeni soykırımı dahil, yaptığı herşeyi doğrudan devlet politikası olarak hayata geçiriyorduysa; 1920 lerin „Kurtuluş Savaşı“ sürecinin önderi M.Kemal nasıl ki Türklerin atası ve yeni Türk Devletinin kurucusu olduysa, partisi CHP de devletin kurucu partisi olarak kabul gördü.

İşte bu özdeş olma durumundan ötürü, o tarihi kesitte gerçekleşen hükümet icratları ve parti politikalarını devletin icratları ve politikalarından ayırmak hem mümkün olamayacaktır ve ama hem de, böylesi yapay zorlama bir ayrıştırma, eşyanın tabiatı gereği, doğru olmayacaktır.

Akçam da bilir ki M.Kemal, „Milli Şef“tir ve CHP de „DEVLET PARTİSİ“dir burjuva kliklerinin.

Hemen hemen tamamı, dönemin tarihi önder şahsiyetleriyle (Fevzi Çakmak‘ın dan tutun da Celal Bayar‘ına kadar) bu devlet partisinin içinde olup icracı görev ve sorumlulukları paylaşmaktadırlar. Nitekim Dersim katliamında Fevzi Çakmak ordunun başındayken, Celal Bayar da, bir süreden sonra, İnönü‘nün yerine Başbakan olarak katliamın icraatını üstlenmiştir.Ve bunlar afaki bilgiler de değil, tarihi gerçeklerdir.

Tarihsel olgu buyken, kalkıpda doğrudan bir devlet politikası olarak İttiat Terakki ile birlikte hayata geçirilen „tek vatan“, „tek millet“, „tek dil“ ve tek devlet kurma kutsal davasının bir gereği olarak hayata geçirilen etnik temizliklerden biri olan Dersim katliamını, „Cumhuriyet Halk Partisi örgütlemiş ve hayata geçirmiştir“ denilirse;  burada hem asli sorumlu olan devlet aklanmaya çalışılıyordur ve hem de siyasi hasmını pataklamak isteyen R.T.Erdoğan ile aynı dil konuşuluyordur.

Hatırlanacağını üzere bir vakitler, R.T.Erdoğan da Dersim katliamının sorumluluğunu CHP ye yıkarak, devleti aklama gayreti sergilemişti: „Dersimde yaşanan trajik hadiselerin sorumlusu CHP‘dir.“ demişti.

R.T.Erdoğan‘ın demogojik bir söylem ile, bilinçli bir şekilde hedef şaşırtmaya ve gerçekleri manüpile etmeye çalışmasını anlamak mümkünken; T.Akçam‘ın bu gayretini anlamak çokta kolay olmuyor…

„… bu cümle bu açıklıkta söylenmedikçe bu ülkeye demokrasi ve barış gelmez.“ diyor Akçam! Bu cümleyi tamda bu açıklıkta, bu ülkenin, muvcut kojöktürde en etkili ve yetkili şahsiyeti kamuoyuna hitaben dile getirdi sayın Akçam! Ama bu ülkeye demokrasi de barış da gelmedi. Tam aksine demokrasi ve barışın, belki ençok da bizzat R.T.Erdoğan eliyle karanlık delhizlere itildiği bir dönem yaşanmakta bugün.

Bir de şunu söylüyor Akçam: „CHP‘nin Dersim insanına özür borcu vardır.(...)“ Evet elbette, bir devlet politikası olarak Dersim soykırımının birinci dereceden planlayıp uygulama icraatçısı olması nedeniyle CHP‘nin de enbaşta Dersim insanı olmak üzere bu halka tarihsel bir özür borcu olduğu doğrudur. Ama asıl özür dilemesi gerekenin bizzat devletin kendisi olduğu, hertürlü tartışmanın dışındadır. Fakat görüldüğü gibi T.Akçam, maşayı tutan eli ve o eli yönlendiren kafayı değil, doğrudan maşayı hedef seçmeyi tercih ediyor.

Denilebilir ki nihayetinde bir duruş ve görüştür. Evet elbette öyledir. Ama benim bu yaptığımda bir duruşun ve bir görüşün ifadesidir. Demek olur ki; sarf ettiğimiz sözler, bir bakıma da, duruşumuzun ve dünya görüşümüzün ifadesidirler. Bir halk deyimi vardır: Denir ki; „herkes kendi meşrebince laf eder.“ Aynen de böyle işte. 16.11.2020

7201

Halil Gündoğan

Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Halil Gündoğan

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Sayfalar