Cumartesi Haziran 1, 2024

Devrim İçin Ölümsüzleşenlerimizi Anıyoruz! (Sentez)

İnsanlığın sömürüye dayalı sistemlere karşı mücadelesi de bu mücadelede sömürülenlerin canlarını feda etmeleri de neredeyse insanlığın bilinen tarihi kadar eskilere dayanıyor.

İçinde bulunduğumuz emperyalizm ve proleter devrimler çağında emperyalist kapitalist sistem başta olmak üzere günümüzde her sömürü düzenini ortadan kaldırarak insan emeğini özgürleştirme mücadelesinde can verenler de elbette kronolojik olarak insanlığın sömürü düzenlerine karşı verdikleri ilk mücadelelerin bir parçası, devamcısı durumundadırlar. Onları, binlerce yıllık sömürüye karşı mücadele ederken can veren öncüllerinden ayıran temel fark ise bunu bir program, bir bilinç ekseninde yapıyor olmalarıdır.

Kapitalist sistem henüz gelişme aşamasındayken işçi sınıfı aleyhine ama burjuvazi lehine son derece eşitsiz bir sosyal durum ortaya çıkarmaya başlar. İşçi emeğinin sömürüsünden kaynaklanan bu eşitsizlik hali giderek daha korkunç bir hal alır ve kapitalizmin doğası gereği işçi emeği ile ortaya çıkarılan toplumsal zenginlik toplumdaki azınlık olan burjuvazinin elinde toplanırken işçi sınıfı ve emekçilerden oluşan çoğunluk, sefaleti paylaşmak durumunda kalırlar.

Tıpkı daha önceki eşitsizlik koşullarının o koşullara isyan eden çağın devrimcilerini ortaya çıkardığı gibi kapitalizmin eşitsizlik ve sömürüye dayalı yapısı da elbette kapitalizme karşı isyan edecek, onu yıkmak ve sömürünün olmadığı bir düzen inşa etmek isteyecek devrimcileri ortaya çıkaracaktı. İşte tarihsel, sınıfsal ve sosyal bağlamda koşullar bugün kapitalist sömürüye karşı bir bilinç ve program dahilinde mücadele etmemizi sağlayan Marksizm Leninizm Maoizm’i ve böylelikle sınıflar mücadelesi tarihinde insanlığı sömürüye dayanan sistemlerden kurtarıp, sömürünün olmadığı yarının toplumunu inşa etmek üzere ortaya çıkarmış oldu.

MLM bilimi bize; kapitalizm başta olmak üzere her türlü sömürü sisteminin kaçınılmaz olarak ve giderek artan oranda toplumsal zenginliği bir avuç asalak burjuvanın elinde toplarken; toplumdaki esas büyük kitlenin ve esasen işçi sınıfının ve ezilen halkın aynı oranda yoksullaşacağını somut olarak öğretir.

MLM bize; kapitalist sistemin işçi sınıfına ve emekçi halka yoksulluk, sefalet, açlık, salgın hastalıklar, savaşlar vs. yoluyla sürekli olarak kitlesel ölümleri yaşattığı ve yaşatacağını gösterir. MLM bize; bu somut gerçekliğe son vermenin ancak işçi sınıfının öncülüğünde ve önderliğinde, başta köylülük olmak üzere, ezilen emekçi sınıfların gerçekleştireceği bir toplumsal devrimle mümkün olabilir ve işçi sınıfı ve insanlık ancak bu yolla kapitalist sömürü sisteminden kurtulabilir demektedir.

Her türlü sömürü düzenine karşı verilen her mücadele, sistemin yine yoksullar arasından seçerek görevlendirdiği ve hiyerarşik örgütlenmelerin en üstünde burjuvazinin kendi öz sınıf örgütlenmelerinin olduğu, burjuva devlet aygıtı tarafından engellenmek, bastırılmak, yok edilmek istenir.

Burjuvazi bunun için devlet aygıtını bir şiddet aracı olarak kullanmanın yanısıra işçi sınıfını ve ona öncülük edecek devrimcilerin sistemi parçalamayı doğrudan hedef alan programlarını bozmak, işçi sınıfının devrimci ideolojisini burjuva ideologlarca geliştirilen teorilerle bozulmaya tabi tutmak gibi ideolojik saldırıları da kullanır.

Nasıl ki “savaş siyasetin silahlarla sürdürülmesi” ise devletin açık karşı-devrimci şiddeti de ideolojik saldırıların polis-asker vs. aracılığıyla sürdürülmesi durumudur. Dolayısıyla burjuva devlet aygıtı, kendisine yönelen devrimci eylemi bozmak, savsaklatmak ve bunlarla birlikte devrimci grup ve kişileri yok etmek üzere örgütlenmiş tarihsel ve ideolojik olarak gerici bir kurumdur.

İlham kaynaklarımız…

Dünyada ve Türkiye’de sömürü sistemine ve onun ezilenler üzerindeki gerici diktatörlüğü demek olan devlet aygıtına karşı mücadelelerinde milyonlarca devrimci emeğin sömürüden kurtulması, ezilen ulusların ve inançların özgürleşmesi, kadınlar ve LGBTİ+’lar üzerindeki ataerkil baskının yok edilmesi, ekolojik dengenin sağlanması vb. vb. kısaca insanlığın gelecekteki toplumunda sömürüden ya da başka bir nedenden kaynaklanan toplumsal bir eşitsizlik olmasın diye hayatlarını feda ettiler ve feda etmeye devam ediyorlar.

Hayatını okuduğumuzda, her birisinin bizlere ilham kaynağı olması gereken, sömürüyü yeryüzünden silme gayesindeki devrim için mücadele ederken, canlarını feda eden devrimcilerin her birinin gerici devlet tarafından öldürülmesinin anlamı sömürüye son verme mücadelesini engelleme gayretidir.

Devrimcileri kurulu düzen ve burjuvazinin demokratik ya da faşist görünümlü diktatörlüğü açısından “tehlikeli” yapan devrimcilerin basitçe sermayeye zarar verme eğilim ya da pratikleri değildir; yukarda belirtilen MLM bilinç ve program dahilinde sisteme yönelen ideolojik ve pratik saldırılarıdır.

Bu nokta bilincin önemini geriye atarak salt ölüme odaklı devrimci pratikle MLM pratiği ayıran önemli bir noktadır. Devrim mücadelesinde canlarını feda etmiş olan bütün devrimcileri anıyorken onların ölümlerini anlamlandırmak onların mücadelelerinin tarihsel, sınıfsal ve sosyal bağlamda ne anlam ifade ettiğinin vurgulanmasına sıkı sıkıya bağlıdır.

Yaşamlarını feda edenler kutup yıldızımızdır!

Hakim sınıfların demokratik ya da faşist görünümlü diktatörlüğünün görevi, işçi emeğinin sömürüsüyle ortaya çıkan akıl dışı eşitsizlik düzenini zor ile işçi sınıfı ve ezilen emekçi kitlelere kabul ettirmektir. Bunu gerçekleştirebilmek için burjuva akademilerinde tezler üretip işçi sınıfını devrimci mücadeleden alıkoymayı da; harekete geçmiş devrimcileri ya da devrimci grupları besledikleri asker, polis marifetiyle yok etmeyi de bir yöntem olarak kullanır.

Hakim sınıfların diktatörlüğünün o ya da bu yöntemle elde etmek istediği sonuç işçi sınıfının devrimci ideolojisinin işçi sınıfı ve ezilen emekçi safları arasında yayılmasını, komünist partisinin işçi sınıfı ve emekçiler arasında devrimci örgütler kurmasını, kurduğu devrimci örgütleri komiteler vasıtasıyla en küçük işçi grubuna ve emekçi halka kadar genişleterek siyasal, askeri bir güç olarak hakim sınıfların karşısına dikilmesini engellemektir.

İçimizden alınıp katledilen devrimci yoldaşlarımızın öldürülmelerinin nedeni de budur. Elbette başta emeğin kapitalist sömürüden kurtuluşu kavgası olmak üzere, köylülerin, kadınların, LGBTİ+’ların, farklı ulus, milliyet ve inançların, canlıların haklarının korunması ya da ekoloji mücadelesinde vb. yaşamlarını feda eden her devrimcinin bu tutumu binlerce yıllık insanın insan olma mücadelesi ve bunun gelecek için taşıdığı anlam düşünüldüğünde kahramancadır. Ancak sadece kahramanlık vurgusu ile sınırlandırılan bu tutumun, yukarda anıldığı şekliyle, ideolojik bağlamından koparılmasının MLM bir perspektiften kabul edilebilir bir yanı yoktur.

Devrim mücadelesinde canlarını feda her bir devrimci onların izinden yürüyerek insanlığı sömürüsüz bir dünyaya eriştirmek isteyen her komünist devrimci için bir yıldızdır. Ancak aynı zamanda o her bir yıldız bizim saflarımızda öne çıkmış bizden birisidir.

Devrimcileri ya da devrimci komünist önderleri, MLM’nin ustalarını mücadele eden diğer bütün devrimciler için erişilmez bir yerde kabul eden bütün yaklaşımlar aslında burjuvaziye hizmet etmektedir. Şöyle ki; sömürü ve baskı sistemine son vermek için mücadele eden her devrimcinin izinden yürüdüğü önderi, ustası ile arasına aşılması imkansız mesafeler yerleştirmek ve üstelik sözüm ona bunu da önder ve ustaları yüceltmek adına yapmak, esasen ideolojinin her devrimci açısından tıpkı ustalar ve önderler gibi kavranabilir ve geliştirilebilir olduğuna ilişkin gerçekliğin ve iddianın bozulmaya uğratılmasıdır.

Ustaların ve önderlerin kişiliklerinin mistifikasyonu, onlara yüklenen ve aslında gerçekçi olmayan özellikler vb. sadece onların bıraktıkları davayı sahiplenen devrimcilerin ustaların ve önderlerin geride bıraktıkları devrimci ideolojiyi ve onun işlevini doğru kavrayamamalarını da beraberinde getirir.

Bu olguyu MLM usta ve önderlerden tüm devrim için canlarını feda etmiş devrimcilere kadar genişletebiliriz. Bugün kimi devrimci örgütlerde belirgin bir şekilde görülebilen “şehitlik” kavramının altının dolduruluşu, MLM sınıf mücadelesi bağlamından kopuk, sınıf mücadelesinin yol, yöntem ve nihai amacı gibi temel sorularla ilişkisi belirsiz hale gelmiş olmasının temelleri burada yatmaktadır.

Hakim sınıfların diktatörlüğü elbette devrimcileri ideolojik olarak engelleyemediği noktada ideolojik saldırılarını şiddet araçları ile sürdürür. Geleceğin sınıfsız toplumunu kurma mücadelesine sarsılmaz bağlarla bağlı olan her devrimci için ölüm kaçınılmaz bir durum olarak belirdiğinde elbette devrimciler canlarını dün olduğu gibi bugün de yarın da feda etmekten sakınmayacaklardır. Ancak henüz böyle bir ikilik durumu dahi ortaya çıkmamışken, doğrudan devrimcinin ölümünü bir mücadele aracı olarak her koşulda ve her zaman kullanmak ideolojik olarak MLM’i kavrayamamış olmanın göstergesidir.

Her bir devrimcinin ölümü devrim mücadelesinin gelişimi açısından yukarda anlatıldığı biçimiyle ağır bir kayıptır. Dolayısıyla devrimci örgütün her bir devrimci kadronun kaybedilmesi durumunda bu ölümün hangi diyalektiğin sonunda ortaya çıktığı, kaçınılmazlığı, kaybettirdikleri ve kazandırdıklarını ince ince sorgulaması gerekir. Hele ki devrimci hareketin görece güçsüz olduğu, kitlelerle ilişkisinin önemli oranda gerilediği koşullarda bunu çok daha sıkı sıkıya yapmak gerekir.

Güçlü bir devrimci örgütle ileri

Türkiye’de İbrahim Kaypakkaya tarafından Komünist Manifesto Türkiyelileştirilip komünizm mücadelesi için proletarya partisi örgütlendiği ilk dönemden bu yana dört yüzden fazla şehit verdi. Şehitlerimizin her birisi canlarını feda ederken eylemlerinin ortaya çıkaracağı komünist topluma sonsuz bir sadakat duymaktaydılar. Sadece bizim saflarımızda mücadele ederek ölümsüzleşen yoldaşlarımız değil; Türkiye devrimci Hareketi bünyesinde savaşan bütün devrimciler için bu böyleydi.

Ülkemizde “cesaretiniz varsa gelin” diyen Sabahat Karataş, önüne konulan sehpa özgülünde sisteme tekme savurarak dağıtan Remzi Basalak; Türkiye devrimci hareketinin en başarılı şehir gerillalarından Tamer Arda; mücadele dolu yaşamı ile hepimiz için örnek olması gereken Habip Gül ve hepsinin adlarını burada anmamız olanaksız olan bütün Türkiye devrimci hareketi şehitleri de bizim şehitlerimizdir. Onları “bizim” yapan bizlerin tarihsel ve ideolojik olarak Türkiye işçi sınıfının ve ezilen emekçi sınıflarının faşist diktatörlüğüne son verecek, demokratik halk devrimi ve sosyalizm mücadelesini zafere götürecek olan yegane kolektifin proletarya partisi olması gerçekliğidir.

Bundan 50 yıl önce kurulan proletarya partisini kuruluş amaç ve işlevine uygun olarak tüm dünyanın devrimci şehitlerini anmak, -yani onları sınıf mücadelesinin anlamını derinlemesine kavrayarak ve onların şehit düşmelerini bu anlam içerisinde kavrayarak onları anmak-, onların resimleri önünde sıkılı yumruklarla hesap sorma ant içme pratiğinin yanında, ideolojik mücadeleyi yükseltmekle mümkündür.

Hakim sınıflar saflarımızdan çok sayıda kıymetli yoldaşımızı ve devrimciyi alarak onları öldürdü. Bunu yapmasının temel amacı bizleri sınıf mücadelesinde öndersiz, örgütsüz bırakmaktı. O halde yoldaşlar başta olmak üzere ölümsüzleşen bütün devrimcileri anmak için yapılması gereken bellidir. Devrimci örgütü güçlendirmek, işçi sınıfı başta olmak üzere ezilen emekçi halk içinde, kadınların, gençlerin, ezilen ulus, milliyet ve inançların içerisinde örgütlülüğümüzü yaymak ve güçlü bir devrimci örgütle hakim sınıfların diktatörlüğünü paramparça etmek!

2075

Korkaklar Zafer Anıtı Dikemez, Hele Sen Asla…

Recep Tayyip Erdoğan gibi, tek millet, tek din düşüncesinin sadık bir savunucusundan, paketin içine sıkıştırdığı nefret suçları ifadesine tamamen zıt bir karakterli, kendi inancı dışındaki herkese ve her inanca, her farklılığa düşman birinden Alevi ve Alevilik inancıyla ilgili çözümler beklemek, beklentiler içinde olmak bile başlı başına büyük bir hayalciliktir.

 

AKP"nin "Demokratikleşme" Oyunları

Başbakan Erdoğan’ın bugün (30.09.2013) açıkladığı AKP’nin “demokratikleşme paketinde, demokratikleşmenin dışında her şey var dense yeridir. Türk burjuvazisi, 1923’den beri “demokratikleştiğini”, “demokrasiye adım attıklarını”, her yeni hükümet dönemlerinde birden fazla “demokratikleşme” paketleri çıkarmalarından bilinir. Önceleri, “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış vatan-millet”, sonraları ise,  “vatana millete hayırlı uğurlu olsun” burjuva çiğ sözleriyle ortalığa sürülen “paketler” ortaya çıktı. 

 

Kürt krallığı için mi Halepçelerde öldüler ?

 

            Gazeteler geçenlerde Mesut Barzani ile Celal Talabani'nin İstanbul'daki mülklerini sıralayınca, Halepçe'de soykırıma uğratılan Kürtler geldi gözümün önüne.

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Sayfalar