Pazar Mayıs 26, 2024

Emperyalizm ve Ortadoğu / Müslüm Elma

ATİK dava tutsaklarından Müslüm Elma’nın savunmasının“Emperyalizm ve Ortadoğu” başlıklı bölümünden alınmıştır.

Tüm emperyalist ülkeler Ortadoğu’ya öncelikli olarak kendi emperyalist çıkarları doğrultusunda yaklaştılar-yaklaşıyorlar. Dolayısıyla Ortadoğu halklarının kendi zenginlik kaynaklarını özgürce kullanma istemleri her daim emperyalistler ve bir avuç işbirlikçileri için isyan gerekçesi sayıldı. Çünkü emperyalistler kendilerini her zaman bölgenin sahibi olarak gördüler. Winston Churchill’in Filistin konusunu incelemek üzere kurulmuş olan Peel Komisyonu’ndaki şu sözleri bunun en açık kanıtıdır:

Kulübesindeki bir köpeğin, orada uzun zamandır yaşamış olsa bile, kulübeye mutlak sahip olma hakkının var olduğuna inanmıyorum. Bu hakkı kabul etmiyorum. Amerika’daki Kızılderililere ya da Avustralya’daki siyahlara büyük yanlışlık yapıldığını kabul etmiyorum. Çünkü, daha güçlü bir ırk, daha kaliteli bir ırk ya da en azından, dünyevi olarak daha akıllı bir ırk, şayet böyle ifade edersek geldi ve onların yerini aldı.

Yukarıdaki değerlendirme dün olduğu gibi bugün de emperyalist işgalcilerin gerçek düşüncelerinin ta kendisidir. Emperyalistler bölge halklarının nasıl yaşayacağına, hangi ülkenin kaça bölüneceğine, ne zaman askeri darbelerin yapılacağına ve göstermelik parlamentoların oluşacağına karar verme hakkını kendinde görüyorlar. Emperyalistlerin bölge halklarının iradesine hiçbir zaman saygıları olmadı-olmaz da. Bugün Suriye semalarında uçan Amerikan, Rusya, İngiltere, Almanya vb. emperyalist ülkelerin savaş uçakları tam da yukarıdaki anlayışa uygun olarak Suriye ve diğer ülke halklarının geleceğini belirlemeye çalışıyor. Savaş uçakları demokrasi saçmıyor, ölüm kusuyor. Tıpkı Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da olduğu gibi.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere ve Fransız emperyalistleri “Böl ve Yönet” politikasına uygun olarak bölgede ortaya yeni mini devletler çıkardılar. Kuveyt’i Irak’tan, Lübnan ve Ürdün’ü de Suriye’den ayırdılar. Daha önce bölünen Kürdistan coğrafyasını da yeniden böldüler. Fakat emperyalistlerin “Böl-Yönet” politikası bununla sınırlı kalmadı. Arap dünyası arasında yükselen milliyetçilik rüzgarı, bölgede yaşayan diğer halkların baskı altına alınmasına neden oldu. Her yeni oluşumun dinsel, mezhepsel ve etnik ayrılıklar üzerinde şekillenmesi, beraberinde çatışma ve iç istikrarsızlığı getirdi. Emperyalistlerin yaratmaya çalıştıkları tablo da buydu. Çünkü böyle bir tablo onların alana müdahale etmesini kolaylaştırıyordu. İşbirlikçilerin vasıtasıyla yürüttükleri politikalardan sonuç alamadıkları takdirde hemen işgal hareketlerine girişiyorlardı. Çoğu zaman da bunu yasal bir zemine oturtmaya çalışıyorlardı.

Elbette ki bunun böyle olması, asla işgal hareketlerine meşruluk kazandırmaz. Çünkü o uluslararası yasaları koyan da işgalcilerin ta kendisidir. Nitekim bugün Ortadoğu halklarını yıkım ve kıyımla karşı karşıya bırakanların başında Birleşmiş Milletler üyesi olan büyük emperyalist devletler gelmektedir. Sorunun çözücüsü olarak gösterilenler, sorunun asıl yaratıcısı olanlardır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise, Ortadoğu deyince ilk akla gelen güç ABD emperyalizmidir. ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya yönelmesinin temelinde birçok neden vardır. Bu nedenlerin başında bölgedeki enerji kaynakları üzerinde hakimiyet kurma ve bu vesileyle dünyadaki ekonomik ve siyasal ağırlığını daha bir artırma gerçeği geliyor. Hiç şüphesiz geçmişte Sovyetler Birliği şahsında komünizme karşı mücadele argümanı kamuoyunda sıkça kullanılan bir argümandı. Bölgede milliyetçi ve siyasal dini gericiliğin yığınlar üzerinde büyük bir etki oluşturması hem ABD emperyalizminin hem de işbirlikçi faşist ve gerici yönetimlerin işini kolaylaştırıyordu.

ABD emperyalizminin bölge üzerinde egemenlik kurma planı bu süreç içinde kimi zaman Irak özgülünde olduğu gibi işgallerle, kimi zaman da işbirlikçi yönetimler vasıtasıyla uygulandı-uygulanmaya da devam ediliyor. Bu plan uygulanırken çoğu zaman batılı emperyalist devletler direkt ya da dolaylı yoldan ABD emperyalizminin yanında saf tutmuşlardır. Rusya-Çin ve diğer bazı güçler de bölgesel çıkarlarına uygun olarak konumlanmışlardır. Gelinen aşamada özellikle Rusya, bölgede İran-Irak-Suriye yönetimiyle sıkı bir ilişki içindedir. Bugün Suriye’de Esad rejimi tüm bu ülkelerden destek almaktadır. Rusya, İran ve Lübnan’daki Şii milisler, savaşın içinde aktif bir pozisyon almış durumdalar. Bu bloklaşma yerel güçler bazında Şii mezhebine mensup kesimlere dayanmaktadır. Bunun dışında ABD’nin başını çektiği 60 ülkeyi aşkın başka bir koalisyon gücü de mevcuttur. Yerel anlamda ise, Suudi Arabistan, Katar, Türkiye ve buna Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi de dahil edilmek isteniyor. Bunun yanı sıra başta İngiltere ve Almanya gibi büyük emperyalist devletler olmak üzere diğer batılı emperyalist ve gerici devletlerde direkt ya da dolaylı yoldan bu ikinci bloka destek sunmaktadırlar. Bu büyük emperyalist devletlerin bölgede bugün Rus emperyalistlerin yanında yer alan kimi devletlerle ekonomik ve siyasi ilişkileri söz konusudur. Çelişkilerin daha da derinleşmesi durumunda bu ilişkilerin nasıl bir boyut alacağını zamanla göreceğiz.

Suriye özgülünde yaşanan bu tablo, emperyalistlerin bu saldırgan politikalarının arkasında yatan gerçekleri görmek bakımından bize somut veriler sunmaktadır. Yaşanan bir pazar kavgasıdır. Bölgede hakimiyet kurma çabasıdır. IŞİD yok olsa veya siyasal arenada aktif bir güç olma pozisyonundan çıksa da, emperyalistler yine bölgedeki varlıklarını ya fiilen ya da işbirlikçi yönetimler vasıtasıyla sürdüreceklerdir. Şöyle bir tarih hafızamızı yoklayalım; ABD emperyalizmi bir dönem Sovyetler Birliği’nden gelecek olan komünizm tehlikesine karşı bölgedeki varlığının zorunluluğuna dikkat çekiyordu. Yani varlığına gerekçe olarak komünizm tehlikesini gösteriyordu.

Bilindiği gibi sosyalist maskeli bürokratik burjuva diktatörlükleri dağıldı. Peki, ABD emperyalizmi ve suç ortakları bölgeyi terk mi ettiler? Veya bu ülkelerdeki kontr-gerilla örgütlenmelerini dağıttılar mı? Tabii ki hayır. Bunlara ihtiyaç duyuyorlar. Bilakis yerleşmek için her fırsatta “demokrasi” ve “özgürlük” elçiliğine soyundular. Oysa yaptıkları-yapmaya çalıştıkları, emperyalist kölelik ilişkisini bu bölgede ve yakın çevresinde daha da pekiştirmektir. Deyim yerindeyse, bu bölge bugün mezbahaneye çevrilmiş durumdadır. Birçok ülkede yıkım-kıyım, yoksulluk adına ne ararsan var. Var olmayan tek şey ise demokrasi ve özgürlüktür. Oysa ezilen ulusların ve halkların her koşulda kendi geleceklerini kendilerinin belirleme hakları vardır. Bu yıkımların mağduru olan bir göçmen Suriyeli’nin dediği gibi “Biz sizden bir şey istemiyoruz. Sadece ülkemizi terk edin, yeter.” Aynı isteme biz de katılıyoruz. Ve yüksek sesle haykırıyoruz! Tüm emperyalist haydutlar, Ortadoğu’dan defolun!

(Devam edecek)

45661

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Yerel Seçimler ve Siyaset

Proletarya, hiç bir olaya ve hiç bir siyasal gelişmeye tarafsız kalamaz. Onun “tarafsız”lığı bile taraf olmaktır. Örneğin her hangi bir olayı boykot etmek tarafsız bir siyaset gibi gözükmesine karşılık aktif bir taraf olmaktır. Ya da iki burjuva (örneğin Ergenekon davaları vb.) kliği arasındaki mücadele de birinden birini desteklemeyip “tarafsız” olmak, iki burjuva kliğine karşı aynı tavırı almak anlamındadır.
 
Bütün burjuva partileri hızlı bir şekilde yerel seçimlere hazırlanıyor.

KDP,PKK...Tez,antitez ...sentez?

Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinde KDP bir tezdir.Emperyalizm ve sömürgecilikle mücadelede yarı-modern bir başlangıç.Kurulduğu dönemdeki emperyalizmin ve işbirlikçisi yerel sömürgeciliğin ittifaklı çullanmışlığından kaynaklı parçacı bir tez.Toplumsal gelişmenin düzeyine bağlı olarak aşiretler/aileler ittifakı temelinde politika örgütleyen bir tez.Parçacılığı o kadar belirgindir ki, Doğu Kürdistan’da Süleyman Muini ve Kuzey Kürdistan’da Saitler komplolarındaki rollerini gözardı edebilmemizi,  ne Barzani ailesine ne de yüzyıllık direnişlerine duyduğumuz saygı sağlaya

“Postmodern zamanlar"da din (ve islam)

“de omnibus dubitandum est.”[2]

 

“Din: Teorisi/ Pratiği, Dünü, Bugünü” Sempozyumu’nun Ankara ayağındaki “Dini- Eleştirel Olarak Anlayabilmek” oturumunda öncelikle bir saptamamı sizinle paylaşmama izin verin.

Sempozyumun pratik örgütlenmesi sürecinde, kendini sosyalist/ komünist olarak niteleyen kimi çevrelerin, “dinin tartışılması”na bir hayli soğuk ve mesafeli yaklaştıklarına şahit oldum.

“Cujus regio , ejus religio !” [*] [1]

“Kralların kutsal olduğu, antropolojik ve tarihsel bir malumun ilamıdır; ne ki onlar öyle doğmazlar; ancak hükmettikleri eliyle kutsallaştırılırlar.”[2]

“Din” ile “iktidar” ilişkilerini, konu başlığındaki “iktidar” kavramının farklı yorumları çerçevesinde farklı biçimlerde ele almak mümkün, kuşkusuz: günlük yaşamın kılcal damarlarına nüfuz etmiş gündelik iktidar ilişkilerinin din tarafından tahkim ediliş tarzı; bizatihî dinsel iktidar (ve hiyerarşi) biçimleri ya da siyasal iktidar ile din ilişkileri.

Biz Seni Bekledik Zeki Yoldaş. Dört Gözle, Büyük Umut ve Heyecanla Bekledik/Hasan Aksu

 

Yetmişli yılların başı ve ortalarında Zeki yoldaşı sıkıyönetim mahkemelerinde dik duruşlarıyla, faşizmi yargılayışlarıyla tanıdık. Partili ideolojik, siyasal, savunusunu faşizmi yargılarken izledik. Faşizmi kendi kalelerinde yargılarlarken ülkemizde Partizan hareketinin tanınmasında, kavranmasında önemli etkileri oldu. Zeki yoldaş ve diğer yoldaşları şahsen tanımazdık belki ama onların çabaları, örnek tavırları bizleri Kaypakkaya çizgisinde buluşturmuştu.

 

İşaretlesiniz de Fişleseniz de Biz Aleviyiz!

İktidarın asimilasyon politikaları her yeni günde, bir  önceki günü aratır şekilde ve değişik yöntemlerle, değişik rollere soyundurulmuş Hızır Paşalar ve piyonlarla devam ediyor..

Ben İstanbul Surlarinin Dibinde Şehit Düsecegim

           Türkiye Devrimci Hareketi 1980'li yıllarda tartıştığı konuların başında Kürt Sorunu ile SSCB'nin  halen sosyalist mi ?, emperyalist mi ? diye üzerinde şiddetli tartışmaların  yürütüldüğü bir süreçten  geçerek bugünlere geldi.

“ ‘Neo’su ve ‘sol’u ile liberaller nedir, neye yarar?”

“Düşmanlarımızın en güçlüsü içinizdedir.”[1]

 

“… ‘Neo’su ve ‘sol’u ile liberaller nedir, neye yarar?” sorusunun yanıtı; onların “6N 1K”sına dair tahlili “olmazsa olmaz” kılar.

“5N 1K değil miydi?” denecek olursa…  Hayır, sadece “Ne?”, “Ne zaman?”, “Nerede?”, “Nasıl?”, “Neden?”, “Kim?” sorularıyla yetinemeyiz; bunlara “6N”yi yani “Nereden?” sorusunu da eklemeliyiz…

Konuya bu kadar geniş perspektifte eğilme ihtiyacı, liberallerin “önem”inden değil, onların manipülasyon güçlerini teşhir etmenin ve okuyucuya saygının gereği.

Gezi'den Cikan Dersler Ve Dertler

Gezi'den Cikan Dersler Ve Dertler

Olgularla gençlik ve gelecek(sizlik)[1]

 

“Gençliğe, yaşlılıktan çok hürmet etmeliyiz.”[2]

Søren Kiergegaard’ın, “Hayatı ileriye dönük yaşar, geriye dönük anlarız,” uyarısının altını çizerek ekleyelim: “Gençlik ve Gelecek(sizlik)” meselesi, sürdürülemez kapitalizm koşullarında çürümenin diyalektiğinden bağışık ele alınamaz.

“Çürümenin Diyalektiği”ne gelince onu da Hilmi Yavuz’un, ‘Yara Şiirleri’ndeki dizelerinden şöyle aktarabiliriz:

“her şey akıyor

her şey akıyor, panta rei ve irin

akıyor kalbimize, senin ve benim;

yazdıkları taş levha üstüne, kirle

Mücadele boyu bir yasam : Schafik Jorge Handal [*]

“Hayır, hiç yenilmedik, çekildik yalnız Ve şimdi olduğumuz yerde Ve ayaktayız Diyorlar ki elbette doğru Kim katılmak istemez onlara.”[1]

Kentin merkezindeki küçücük meydanda kurulan derme çatma kürsüden, çevresinden kendisine laf atanlara, soru soranlara söz yetiştirirken, esprileriyle çevresindekileri kahkahalara boğarken, ona “gerilla komutanı” demeye bin şahit isterdi. Ama öyleydi işte…

Şefik Handal… Ya da El Salvador’daki adıyla Schafik Jorge Handal… 

Sayfalar