Pazar Mayıs 12, 2024

Faşizme Ve Tek Adam Diktatörlüğüne HAYIR!

Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da kitlelere yaşatılanlar, tam da burjuvaziye özgü despotizmin, işçi ve emekçileri ise aşağılanmanın trajedisidir.

Çeşitli milliyetlerden Türkiye ve Kürdistan halkları, son 93 yıllık tarihin içinde bunlara tanıklık etti ve yaşadı. “tek vatan - tek millet - tek bayrak - tek din, tek devlet” ırkçı-faşist-dinci politikaların cenderesi içine alındı. Salt, burjuvazi sömürüsünü rahat yapsın, palazlansın ve içinde eşitlik, özgürlük ve demokrasinin olmadığı diktatörlüğünü sağlamlaştırsın diyedir.

Türk egemen sınıfları, siyasal ve ekonomik kriz içinde nasıl bir düzen tuturacaklarını bilemez duruma geldiler. Sınıflar mücadelesinin keskinliği ve üzerinde oturdukları ekonomik-politika, onların rotasını belirsizleştirmektedir. Tek bildikleri; sömürü düzenini koruma için devlet terörünü artırma-azdırma olmaktadır.

Emperyalist-kapitalist ekonomik sisteme bağlı olan Türk egemen sınıfları, 12 Eylül 1980’den bu yana, baskıları yumuşatma değil, daha da ağırlaştırma, demokratik hak ve özgürlükleri yok etme politikası izleye geldi. Olağan bir dönem değil, olağanüstü dönemler içinde, “demokrasicilik” oynadılar. İşçi sınıfı tarihsel devrimci rolünü bu süreç içinde oynayamadığı için, burjuva sistemi, kendini tek adam diktatörlüğüyle sürdürme savaşı içine girdi.

Ekonomik ve siyasi kriz nedenyile parçalanmışlık ve zayıflama egemen sınıfları tek adam diktatörlüğünde buluşturdu. Ortda ne siyasi ne de ekonomik istikrar var. Her kesim ve her tarafla savaş içindeler. “Vatandaşım” dediği Kürtlerle, azınlıklarla, alevilerle, işçisiyle, akademisyeni ve aydınıyla, gazetecisiyle, sanatçısıyla, yazarı-çizeriyle, kadınıyla, öğrencisi ve gençliğiyle kavga içindedir.

“Dost” diyebileceği bir komşusu kalmadı. Hepsiyle şu veya bu şekilde kavgalı. Emperyal amaçlarla, saldırmayacağı ve yapmayacağı bir şey kalmadı. Burjuvazinin en temel ilkesi, ilkesizliktir. Çünkü, kapitalist sömürü ve yağma ekonomisinin ilkesi, niyetlerden bağımsız olarak, kaçınılmaz olarak kaos ortamı yaratır.

Türk egemen sınıfları, (ABD ve AB emperyalistlerin politikalarına bağlı olarak da) işçi sınıfının devrimci ideolojisine karşı, “ılımlı islam” modelini öne çıkraması da dertlerine deva olmadı. Kelimenin tam anlamıyla, ülke karanlık bir kuyunun içine atıldı. Irkçı-dinci iktidar eliyle; ne ülkede, ne Kürdistan’da ne de Suriye’de, “Kuşların da şarkı söyleyemeyeceği”1 bir ortam yaratıldı. İşçi sınıfı ve halkların demokratik kazanım ve bilinçleri, dinci, ırkçı söylem ve uygulamalarla içiçe geçen faşist devlet terörünün kuşatması altına alındı.

Faşist Türk egemen sınıfların “ılımlı islam” modeli, tek adam diktatörlüğünü kaçınılmaz kıldı. Nereye adım atacağını bilemez durumdalar. Bir taraftan Kürt ulusunun ulusal kazanımları; katliamlar, toplu tutuklamalar ve yıkımlarla geriletilemeyecek bir sürecin içine girdi. Öte yandan kapitalist soygun ekonomisinin yürütülemez hali, dış borcun ekonomideki kaldırılamaz yükü, ulusalarası alanda sıkışmışlık ve dışatalanmışlık durumu, kapitalizmin krizini derinleştirici faktörler olarak öne çıktı.

Ancak, “tek adam diktatörlüğü”, tüm devlet terörünün harekete geçirilmesine karşın, devrimci, ilerici ve demokrat muhalefet cephesinin bastırılamamış, ezilememiş ve suturulamamış olması, faşist diktatörlüğü uygulamalarıyla daha da uçuruma itmektedir. Bunlara ek olarak, sendikaların yasak ve baskılarla işlevsizleştirilmiş olması gerçeğine karşın, işçi sınıfının sınıf bilincini bütünüyle yok edemediği ve edilemeyeceğini, metal işçilerin son grev ve direniş kararlılığı; burjuvazinin (grev yasaklarının derhal devreye sokulması) korku hanesindeki yerini korumaya devam ettiğini gösterdi.

Köklü bir mücadele deneyimlerinin yanında, yüzyılı aşan sınıf bilinçli örgütlülüklere sahip olmuş ve nicel olarak gelişmiş işçi sınıfının varlığı karşısında, tek adam diktatörlüğünün uzun süre ayakta kalması oldukça zordur. Burjuvazinin bütün kutuplaştırıcı, islamlaştırıcı, ırkçı ve cinsiyet ayrımcı politikalarına karşın, güçlü bir sınıf varlığı gerçeği karşısında daha fazla tutunamayacaktır.

Burjuvazinin, “insan hakları”, “demokrasi” vb. aldatmacaları, kitlelerin küçümsenmeyecek bir kesiminin gözünde, artık, faşizmin birer demogoji araçları olduğunu daha net ortaya koymuştur. “Anayasa değişikliği”, yeni hukuksal kılıflar, KHK’ler ve Türk parlemontosundaki “demokrasi” oyunları, kapitalist sistem içindeki ülkelerin sıradan birer muz cumhuriyetlerine dönüşebildiğinin en yakın örnekleri olmuştur.

“Anayasa değişikliği”ni içeren maddelerin içeriği, İŞİD’in “emirliği”nin” benzerinin Türkiye’de yasallaşmasını kapsadığını söylemek yanıltıcı olmayacaktır. Ve bunun uygulamaları okullardan başlatılmıştır.

Önümüzdeki Nisan ayı başlarında yapılacağı söylenen “anayasa değişikliği” referandumu, tek adam diktaörlüğünün yasal kılıfı olmasının yanında, faşist-dinci devlet terörünün daha da tırmandırılmasının oylanması anlamını taşımaktadır. Bu nedenle de, en büyük zararı gören ve görecek olan işçi sınıfı başta olmak üzere bütün ezilen kesimlerin buna karşı koyması ve HAYIR demesi en doğru olanıdır.

“Anayasa değişikliği referandumu”nda kitleleri sandık başına gitmelerini ve HAYIR oyu vermelerini söylemek, faşizmi onaylamak anlamına da gelmez. Referandum sonucu, iktidar partisinin istediği doğrultuda çıksın çıkmasın, değişen bir şey olmayacak. Faşist diktatörlük yıkılana kadar devlet teröründen vazgeçmeyecektir. Hayır oyları fazla da çıksa, Erdoğan kendiliğinden o koltuğu terk etmeyeceği gibi, faşist-dinci baskıları tırmandırmaktan da geri durmayacaktır. Referanduma katılmak, faşizmin oynuna gelmek ya da ona meşru bir statü vermek anlamına da gelmez.

Bütün bunlara rağmen, HAYIR kampanyasının örgütlenmesi, kitlelerde demokrasi bilincini artırma ve faşizmi teşhir etmeye hizmet edecek olmasıdır. Referandum sonucu “Evet” çıktığında, tek parti rejmine geçilmesi ve şu anda var olan bazı demokrat ve ilerici yayınlarında kapatılması ve yasaklanaması beraberinde gelecektir. Yani, sistem, baskılara karşın ayakta durmaya çalışan işçi ve emekçilerin tüm demokratik soluk borularını tıkama yolunu seçecektir. ABD - AB’deki iç faşistleşme bu olguyu fazlasıyla destekleyeci rol oynayacaktır. Ancak, toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan ezilenlerin çoğunluğu, bu devlet terörünü daha fazla taşıyamayacak ve toplumsal kalkışma bir yerden patlak verecektir.

“Faşizme ve Tek Adam Diktatörlüğüne HAYIR” kampanyasının örgütlenmesinin zorluklarla dolu olduğu bir gerçektir. Çünkü, iktidarı elinde tutanlar bunu her yönüyle etkisizleştirmeye ve önlemeye çalışıyor ve çalışacaklardır. Ancak, tüm olanaksızlıklara karşın bu konuda çabaları artırarak, birleşilebilecek tüm kesimlerle ortaklaşa mücadeleyi yükseltmek önem taşımaktadır. HAYIR kampanyası, hareketlenmenin, örgütlenmenin, sessizleştirilmiş ve sindirilmiş kitlelerin sokaklara taşımanın aracı olursa, kitlelere, önümüzdeki mücadele günleri için güçlü deneyimler kazandırmış olacaktır. 

46699

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Kaypakkaya'yi Savunmak Dünya Proleter Devrimini Savunmaktir

Kaypakkaya'yi Anarken;

Kaypakkaya'yi sadece iskencede direnmek, ser verip sir vermemek ilkesi ile anmak, onun bu yonunu one cikarmak, Kaypakkaya'yi kucultmek, onu kavramamak demektir.

Kaypakkaya sadece ser verip sir vermemek, dusmana teslim olmamak ilkesi degil, o ayni zamanda;
-Proleter dunya devrimine baglilik ilkesidir
-Halka guven esas ilkesidir
-Proleteryanin felsefesi Marksizm-Leninizm-Maoizme baglilik ilkesidir

TKP/ML MK- Bugüne rehber, geleceğin müjdesidir Kaypakkaya

BUGÜNE REHBER, GELECEĞİN MÜJDESİDİR KAYPAKKAYA!

“Dibinde bir ejderha yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.” (Sabahattin Ali)

Kaypakkaya yoldaş devrimin olanağı ve iradesidir!

İşçi sınıfı ve çeşitli milliyetlerden emekçi halkımız Kaypakkaya yoldaşın katledilmesi sonucu sadece devrimci bir önderini ve öncüsünü kaybetmedi aynı zamanda muazzam düzeyde aydınlatıcı bir proleter ışığını da kaybetmiş oldu.

Onun kaybıyla oluşan düşünsel-politik boşluk, bütün ağırlığıyla demokratik halk devriminin önünde durmaktadır. Unutmamak gerekir ki; devrimin önderleri ve öncüleri kolay ve çok sayıda yetişmez. Sınıf savaşım tarihi emekçilere devrimin önderlik olanağını yaratma fırsatını her zaman kolay ve rahat bir şekilde sunmaz.

Soma Roboski'dir

Soma işçi katliamı bir defa daha gösterdi ki, bu düzenin Tanrısı paradır. Söz konusu olan paraysa, insan hayatının bir sinek kadar bile değeri yoktur. Düzenin kanunlarına göre para; onur, şeref ve haysiyet gibi insani vasıflardan kat kat üstündür. Bu düzenden beslenen vampirler para için her türlü rezilliği mubah görmektedirler. "Tek vatan, tek millet, tek bayrak," diye diye halkı tavuk gibi yolmakta, devlet imkânlarını kullanarak halkın cebinden parmak ısırtan zenginliklere sahip olmaktadırlar.

Madencilerin Ölümü Kader Değil, Sermayenin Kar Oranını Arttırma Katliamıdır!

13 Mayıs günü Soma Holdinge bağlı Soma Kömür Ocaklarında yapılan işçi katliamı üzerine, gözler, bir kere daha, sermayenin kar oranını yükseltmek için durdurulamaz işçi cinayetlerine çevrildi. Bu elbette, en zor koşullarda çalışan işçilerin kaderi değil, sermayelerini arttırmak için hiç bir güvenlik ve sağlık önlemi olmayan derme-çatma denebilecek yerlerde çalıştırılmasının bir sonucudur. Burjuvazi, üretim maliyetini (değişmeyen sermaye) düşürmek için işçi ölümlerini artırmayı yeğlemiştir.

Burada bazı istatistikler vererek konuya girelim.

Kızıl Güller Kanıyor‏

Öyle bir coğrafyada, öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, nerdeyse yılın tüm günlerinde ve ülkenin dört bir tarafında bize yaşatılan acıları, haksızlıkları, uğradığımız katliamları protesto etmekle geçiyor ömrümüz. Ve her gün o acılarla, duygusal anlarla bir kez daha yoğruluyor her birimiz. 

"Yüzünüzdeki maden karasını yıldızların kızıllığıyla aydınlatacağız"

Kaypakkaya yoldaşı andığımız bugünlerde Gezi şehitleri kervanına katılarak ölümsüzleşen Mehmet İstif ve Soma’da katledilen maden işçileri ile öfkemiz daha da büyümektedir.

Partizan : Yüreğimiz Soma’da! Yas değil isyan!

MANİSA’NIN SOMA İLÇESİ’NDE YÜKSELEN ÇIĞLIKLAR VE 

YÜZLERCE MADENCİ CENAZESİ…

 

Aralarında, Berkin Elvan gibi 15 yaşındaki işçi çocuk Kemal’in de cesedi, kara bir torbada…

16 saat sonra enkazdan sağ çıkarılan işçi Fatih, yaralı haline bakmadan kendisi gibi emekçi olan sağlıkçılara soruyor: “Çizmelerimi çıkarayım mı? Sedye kirlenmesin”…

Diğer yanda ise elinde bir kamera ile şaklabanlığa soyunan bir başbakan…

Diyalektiği güncelle!

Her faaliyet alanı bir önceki sürecin devrimci çalışmalarını kapsamlı bir şekilde örgütsel-pratiksel-yönetsel boyutuyla değerlendirmelidir. Bölge ve alanlar bu süreçte kitlelere ne kadar gidebildi? Ulaştığı, kapısını çaldığı emekçilere sistemin politik teşhirini ne kadar, nasıl yaptı? Kitleleri bilinçlendirip-örgütlemede ikna ve inandırmada ne kadar etkili ve başarılı oldu? Nasıl bir yol ve yöntem izledi ve ne kadar mesafe kat etti? Propagandanın içeriği kitleleri uyandırmak-bilinçlendirmek-harekete geçirip örgütlemek için yeterli miydi?

BİR AYDIN(LIK) HÂLİ FİKRET BAŞKAYA[*]

“Dünyamızı sorularımızın cesareti ve yanıtlarımızın derinliğiyle önemli kılarız.”[1]

 

Bir aydın, bir insan olarak Fikret Başkaya, önemlidir.

“Entelektüellere ihtiyaç duyan bir toplum değiliz”;[2] “Aydın kavramı raf ömrünü tamamladı. Günümüzde entelektüelin yeri filin sırtında sivrisinek olmaktan öte değil,”[3] türünden “ucuz” saptamalara karşın bundan dostun da, düşmanın da asla kuşkusu olmadı; olamaz da…

9 Mayıs1945 Zafer Günü kutlu olsun

II.Dünya savaşı,insanoğlu'nun tanık olduğu,dünya tarihinin en korkunç savaşlarından biridir.Milyonlarca insanın hayatını kaybettiği,çok ağır yıkımların olduğu,Yahudi soykırımı ile kitlesel ölümlerin yaşandığı en kanlı savaştır.100 milyondan fazla askeri personelin katıldığı,50 milyona yakın insanın hayatını kaybettiği bu savaş onarılması  çok büyük yaralar açmıştır.1939-45 yılları arasında cereyan eden bu savaş,Almanya'nın Polonya'yı işgal etmesiyle başladı.8-9 Mayıs 1945 yılında Adolf Hitler'in yer altında,saklandığı sığınağında,Kızıl Ordu'nun Berlin'i ele geçirdikten sonra kafasına kurşun

Sayfalar