Pazartesi Nisan 29, 2024

G20 Zirvesine karşı kitleler sokaktaydı

G20 Zirvesi ile emperyalistler ve bazı bölge müttefikleriyle beraber bu sefer Hamburg’da bir araya geldiler. Gündemlerinden birini dünya halklarının sömürüsü ve sistemin kemikleşmiş sorunlarının faturasını dünya halklarına çıkarmak oluştururken; diğerini pazarların yeniden paylaşımı ve uluslararası jeopolitik ve jeostratejik alanlar oluşturuyordu. Külfeti devamlı halklara çıkarılan bu sorunların emekçi sınıflar üzerinde yarattığı katmerli baskı ve yaptırım artık emperyalist ülkelerde bile üst boyutlara tırmanmıştır. Bu durum kendisini Avrupa’nın en gelişmiş ülkesi Almanya’da bile geçerlidir. Nitekim sistemin kronikleşen sorunlarının gün be gün yüklendiği Alman işçi sınıfı ve gençlik duydukları rahatsızlığı ve öfkeyi Hamburg’taki G20 Zirvesi’nde gösterirler. Bunu zirvede bir araya gelen dünya tekelci burjuvazisine iletirler.

Almanya’da Durum

Emperyalist aşamadaki uluslararası kapitalizmin ürettiği sorunlar çözüme kavuşmuyor. Mevcut sistemin bağrında oluşan çelişkiler giderek daha derinleşiyor ve müzmin bir hal alıyor. Bunun faturası da uluslararası proleterya ve dünya halklarına çıkarılıyor. Bu durum Almanya açısından da geçerlidir. İkinci Dünya Savaşı’yla yıkıma uğrayan ve tahrip olan uluslararası kapitalizmin ABD öncülüğünde yeniden inşası sonucu girilen istikrarlı süreç, 1973-’74 kriziyle giderek yerini istikrarsız sürece bırakır.

1970’lerin ortalarında neoliberalizm yaftasıyla dünya ekonomik, sosyal ve siyasal olarak yeni bir sürece sokulur. Çünkü kapitalizmin yasası sonucu gelişen üretici güçler beraberinde üretimde toplumsallaşma ve merkezileşmeyi geliştirmiş, ama sömürüye dayalı mülkiyet biçimi muhafaza edilmiştir. Bu da, giderek artan nispi artı-değer ve mutlak artı-değer sömürüsü sonucu üretilen metanın, üretildiği oranda tüketilemeyip elde kalmasını beraberinde getirir. Bu durum sistemi giderek aşırı-üretim sürecine kanalize eder. Krize tekabül eden aşırı-üretim geliştikçe, sermaye borsa piyasalarına kayar ve sanal sermaye halini alır. Böylece aşırı-üretim beraberinde, mali krizi getirir. Bu süreç 1990’lı yılların ikinci yarısıyla ivme kazanır ve iki binli yıllarda kronik boyutlara tırmanır. Öyle ki giderilemeyen aşırı-üretim ve mali kriz kendi içinde yeni krizler üretir. 2008 yılındaki patlamayla Mortgage krizi gerçekleşir. Bu kriz 1929-’33 Şikago krizinden sonra olan asrın krizi olarak değerlendirilir. Bu kriz ile uluslararası kapitalizmin mevcut durumu iyice açığa çıkmıştır. Ve bu krizin faturası uluslararası işçi sınıfına ve dünya halklarına çıkarılır.

Kapitalizmin bu süreci Almanya’da da yaşanmıştır. Bunun sonucu Almanya’da da esnek üretim biçimi ve esnek para politikası yaftasıyla yeni yasalar çıkarılır ve yürürlüğe konur. Bunun sonucu geçmişte yürürlükte olan süresiz iş sözleşmesi zorunluluğu kaldırılmıştır. Sözleşme patronun inisiyatifine bırakılır. Ayrıca patrona işten çıkartma yetkisi verilir. İşveren işçiyi istediği zaman işten çıkarır. Ve uygulamaya konan kiralık işçilerin işten çıkarılmasında işsizlik parası ödenmez. Çıkarılan Harz I, II, III, IV yasaları ile işsizlik paraları alt seviyelere çekilir. 55 yaşına kadar olanların işsizlik parası 32 aydan 12 aya, 55 yaşından yüksek olanların ise 18 aya düşürülür. Belirlenen süre içerisinde iş bulamayanların maaşı daha düşürülerek sosyal yardım seviyelerine indirilir. Ayrıca emeklilik yaşı erkeklerde 67’ye, kadınlarda 65’e çıkarılır ve maaşları yüzde 6 ile yüzde 10 arası düşürülür. Ayrıca 2017’deki uygulamaya göre Almanya’da saat başı asgari ücret 8,5 E. Asgari brüt aylıktan kesintiler sonucu işçinin elinde kalan para 900 E civarındadır. Çalışanlara ve sendikacılara göre Almanya koşullarında bu aylık yetersizdir. Ayrıca daha birçok sosyal haklara giderek el konulur...

Almanya’da taşeron firma ve taşeron işçi sayısı giderek artar. Resmi rakamlara göre Almanya’da işçi kiralayan firma sayısı resmi rakamlara göre 50 bin 300’ü bulmuştur. Bu taşeron firmalar aracılığıyla günde ortalama 1 milyona yakın işçi firmalara kiralanıyor. Bu işçilere ödenen ücret taşeron firmalar üzerinden ödenir. Çalıştıkları işyerleri işçileri muhatap almaz. Ve ücretlerinin yarısı muhatap alınan taşeron firmalara ödenir. Böylece çifte sömürüye maruz kalırlar. Kiralık işçilere ödenen ücret miktarı kadrolu işçilere kıyasla yüzde 43 ile yüzde 60 arası daha azdır. Çıkarılan yasalar ile işçiler 1, 3, 6 ay gibi sürelerle çalıştırılıyorlar. Sözleşmeler en fazla 18 aya çıkarılır. 18 ay sonrası ücretlerinin artırılmaması için genelde işten çıkarılırlar ve yerlerine başka kiralık (taşeron)  işçi alınır. Bu kiralık işçilerin iş teklifini reddetme hakları yoktur. Reddettikleri takdirde işsizlik ve sosyal yardım parası ilkinde yüzde 30, ikincisinde yüzde 60, üçüncüsünde tümden kesilir.

Ayrıca kiralık işçilere her gün yarım saat fazladan mesai yaptırılır. Ve fazla mesai saat havuzu denen yerde toplanır. 70 saat dolduktan sonra artan para mesai olarak ödenir. Böylece hastalık, iş yokluğu, izin, çalışamama durumlarında ödeme bu havuzdan yapılır. Ve taşeron firma kayba uğramaz. Son yıllarda diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, Almanya’da da kiralık işçi sayısı hızla artmaktadır.

Ayrıca Almanya’da da işsizlik artmaktadır. Almanya’nın işçi potansiyeli 40 milyon civarındadır.  Resmi rakamlara göre Almanya’da işsizlik oranı bu yaz mevsiminde yüzde 5.7’dir. İşsizlerin sayısı resmi kurumlara yapılan başvurulara göre hesaplanır. Oysa resmi kurumlara yapılan başvuru dışında olanlarla işsiz sayısının miktarı daha yüksektir. Ayrıca taşeron ve mevsimlik işçiler gibi gizli işsizler de resmi kaynaklar nezdinde işsiz sayılmazlar. Oysa onlar da işsiz statüsünde yer alırlar. Kısacası Alman devleti de doğası gereği, -diğer devletler gibi- işsiz sayısını düşük gösterir. Dolayısıyla işsiz sayısı ve işsiz oranı resmi rakamların hayli üstündedir.

Bu durum Alman kapitalizminin sosyal pratiğinde daha net görülür. Gelişen teknoloji(üretici güçlerin gelişmesi) ile emek gücü üretimde daha üretken olurken, üretimde yer alan işçi sayısı düşüşe geçer. Artık bu durum günümüz konjonktüründe gelişen teknoloji ile, muhafaza edilen mülkiyet biçimi arasındaki çelişkinin böylesine derinleşmesi, süresiz işsizlikte katalizör rol oynamaktadır.  Günümüz uluslararası kapitalizmin bu formasyonu bu çelişkiyi Almanya’da da yaratmaktadır. Bunun sonucu Almanya’daki kapitalizm yeniden üretim sürecinde kapasitesinin altına düşmektedir. Bu durum Almanya’da da kapitalizmi yapısal bir sorun olan resesyon sürecine sokmuş, üretimin düşmesine ve işsizliğin yükselmesine neden teşkil eden tarihsel minvale doğru yol aldırmıştır.

Öyle ki neoliberalizm ile uygulamaya konan esnek üretim biçimi ve esnek para politikası uluslararası kapitalizmin sorunlarını ve çelişkilerine çözüm teşkil etmediği gibi, daha üst boyutlara tırmandırmıştır. Bu durum Almanya için de geçerlidir. Bunun sonucu:

a) Birçok firma kapanır. Ve birçok firma başka ülkelere taşınır.

b) Fabrikalarda ve diğer işyerlerinde çalışan işçi sayısı azalır. İşsizlik giderek artar.

c) İşçi ücretleri düşürülür, sosyal haklar giderek budanır.

Kabaca uluslararası kapitalizmin bir parçası olan Almanya’nın mevcut durumu budur. Bu durum elbette ki sınıf çelişkilerine ve emekçi kitlelere de yansımaktadır...

G20 Zirvesi’ne Karşı Kitleler Hamburg Mevzilerinde Yerlerini Alırlar...

Dünyayı ekonomik, siyasi ve sosyal alanda kendilerine bağımlı kılan emperyalist devletler G20 zirvesinde, kendilerine bağımlı kıldıkları bazı devlet temsilcilerinin de katılımıyla Hamburg’ta bir araya geldiler. Neoliberalizm sürecinde uyguladıkları ekonomik, mali, sosyal, siyasal, kültürel alandaki uygulamalar sorunları çözmediği gibi, daha üst boyutlara tırmandırır. Bu sorunların külfeti de devamlı emekçi kesimlere yüklenmiştir. Tarihsel olarak temelleri giderek sarsılan ve iç yapısı giderek pörsüyen uluslararası finans kapitalin temsilcileri, G20’de yine dünya halklarının sömürüsünü ve reva gördükleri baskı ve tahakkümü gündemlerine alırlar. Ama uluslararası sistem “çözüm” üretemediği gibi cılkı iyice çıkmış sorunları tekrar emekçilere ve halklara mal ettiğinde, artık karşılarında giderek radikalleşen yığınları bulurlar. Artık en gelişmiş ve emperyalist aşamadaki ülkelerin emekçi kesimleri ve gençlik yığınları bu tarz eylemlerle sokaklara çıkıyorlar.  Bu ülkelerin kitleleri geçmişe kıyasla artık daha radikal bir ruh haletiyle meydanlarda yer alıyorlar...

Nitekim Hamburg’ta da kapitalizme karşı tepki ve öfkelerini dile getiren kitleler, gerici sisteme karşı mücadele alanlarındaki yerlerini aldılar. 100 bini aşkın kitle Hamburg’un sokaklarına ve meydanlarına çıkarak uluslararası tekelci burjuvaziye bulundukları yeri dar ettiler. Finans kapitalizmin temsilcilerini bir araya geldikleri dar alanlara hapsettiler. Emperyalizme ve bağımlı devletlere olan öfkelerini onların burnu dibinde yüzlerine kustular. Onların bulunduğu şehirde sisteme karşı nasıl tavır aldıklarını gösterdiler. Böylece kapitalizmin doruğa çıkan sömürüsüne karşı tavırlarını pratikte gösterdiler.

Artık tekelci kapitalizm kitleler nezdinde giderek ümit olmaktan çıkıyor. Emekçi yığınlar ve toplumun en dinamik kesimini oluşturan gençler mevcut sistemden artık medet ummuyorlar. Oluşan sorunların türediği yapıyı daha iyi görüyorlar. Tarihsel olarak sınıf mücadelesi inişler-çıkışlar gösterir. Artık emperyalist ülkelerde de sınıf çelişkilerinin giderek daha keskin boyutlara tırmandığı tarihi bir evreye doğru yol aldığımız gözleniyor. Nitekim işçi sınıfı ve tüm emekçi yığınların ileri kesimleri giderek bizzat yaşadıkları deney ve tecrübelerle yer aldıkları düzeni daha net görüyorlar, daha iyi tanıyorlar. Sosyal pratikten edindikleri tecrübe ve öfke kitleleri daha ileri hatta doğru seferber eder. İçlerinde ileri olan kesimler bu minvalde öne çıkarlar. Bunun sonucudur ki, Hamburg’ta meydanlara toplanan yığınlar G20 Zirvesi’ne karşı anti-kapitalist mevziler oluşturmuşlardır... Elbette ki bu gösteriler sınıf bilinçli bir öznel gücün önderliğinden yoksun harekettir. İçinde belirli devrimci yapıların yer aldığı bir hareket olmakla birlikte, sonuçta kapitalizmin yıkıcılığına ve artan sömürüsüne karşı olan kitlesel eylemlerdi. Uluslararası kapitalizmin günümüz konjonktürü kitleleri böylesi bir minvale yöneltiyor. Nitekim Hamburg’ta yapılan G20 Zirvesine karşı sayıları 100 bini aşan kitleleri  sokağa dökülmüştür.. 

Verilen bilgilere göre gösteriye katılmak isteyen ve Hamburg dışından giden kesimlerin bir bölümünün önü polis tarafından kesilmiş ve alana alınmamıştır. Almanya hükümeti haftalar-aylar öncesinden önlemlerini almış, en teknolojik silah, araç, gereç ve saldırı unsurlarıyla donattığı 20 bin polisi meydana yığarak kitlelerin üzerine salmıştır. Tüm bu saldırılara karşın kitleler meydanlardaki yerlerini alırlar. Saldırılara karşı gösterdikleri direnişle yanıt vermişlerdir. Hatta polis saldırıları yığınları birbirine daha kenetlemiş, birbirine sahip çıkmış, güçlerini daha birleştirmiş ve saldırılara karşı topyekun karşılık vermişlerdir. Bu direniş ve eylemler daha 7-8 Temmuz’dan evvel başlamış ve 4-5 gün sürmüştür. Böylece Tekelci burjuvazinin temsilcilerine yapılan bu direnişle gereken mesaj iletilmiştir.

Aslında bu zirve mevcut uluslararası sistemin içinde bulunduğu durumu gözler önüne sermiştir. Bir taraftan birbirlerine rakip olan emperyalist devletlerin temsilcileri, ortak paydada kararlar alamadıkları gibi, birbirlerine karşı daha kutuplaşmışlardır. Diğer taraftan, miadını giderek tamamlayan sistemin sorunlarına düzen içi de olsa çözümler ve kararlar alamamışlardır.

G20 Zirvesi can çekişen emperyalist sistemin iflasıdır.

Uluslararası proletaryanın ve halkların mücadelesi eninde sonunda emperyalizmi ve uşaklarını tarihin mezarlığına gömecektir. Tarihsel materyalizmin evrimi bunun göstergesidir.

Burada sorun nesnel sürece müdahale edecek öznel gücün yığınları kucaklayarak maddi bir güç halini almasıdır.

Hamburg’taki Zirve, bu öznel eksikliği gösterdiği gibi, bunun nesnel koşullarının da giderek olgunlaştığını gösteriyor... 

39130

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Kanlı Maraş’ta kılıç artıkları - Mehmet Söğüt

1978’de kızıl kana boyanmıştı Maraş. Sebebini bilmedikleri bir kinle karşılaşmıştılar. Ellerinde kara ciltli Kuranlar vardı katillerin. Kimileri de cüppeliydi. Sarkık bıyıklardan kan damlıyordu. Tek bir ağızdan tekbir getiriyorlardı: Allah u Ekber.

Devrimci kadının görünmeyen emeği üzerine

Devrimci yaşamdaki cinsiyetçi ortam ve tutumlar kadının mücadeledeki emeğini ve varlığını görünmezleştiriyor. Her ne kadar toplumdaki durumla kıyaslamak doğru olmasa da yine de onun mücadeledeki gelişimini sekteye uğratacak kadar güçlüdür bu durum. Zira erkek egemen kültürün saflardaki uzantısı nitelik olarak toplumdakiyle aynıdır. Yani devrimci kadın da hemcinsleriyle benzer yükleri taşır. Sadece yüklerinin görünürlüğü biraz daha azalmıştır. Kadının bu yüklerinden kurtulması mücadeleye katılımını daha da artıracaktır. Bunun için cinsiyet ayrımcılığıyla sürekli bir mücadele şarttır.

Kuşlar bile tedirginken

“Tuşlarda acının nal sesleri

sevi ölüm kaçış çağrı

ve direniş tuşlarda

neredesiniz unuttuklarım

uçup giden sayısız kuş

bir mut kokusu getirdiniz odama

hoş geldiniz.”

Süleyman Okay

Soykırımın-şövenizmin panzehiri KAYPAKKAYA

Yüzyıl oldu, hâlâ kadim bir ulus olan, "Ermenilerin soykırıma uğrayıp uğramadığını" tartışıyor olmak, yaşadığımız utanca, bir utanç daha yüklemektedir. Hangi sebepten olursa olsun kendisiyle yüzleşmeyen, yaptığı soykırımı savunan, es geçen veyahut inkâr eden bir ulus ve bu ülkenin devrimcileri, sosyalistleri öncelikle kendileri özgür değildir. Adalet, eşitlik ve kardeşlikten bahsedemezler.Çünkü kendi pazara hâkim olma, egemenliklerini kurmak için, başka bir ulusu soykırıma uğratmış, bir buçuk milyon masum Ermeni sivil insanın ölümüne sebep olmuştur.

Korkunç Plan Kuzey Kürdleri Kurban mı Ediliyor – Dursun Ali Küçük

“Fermano bira-vahefermano
Fermano maho.
Dujmin amo sere ma
Cence pile makirkeno
Made xaîn xaîn nadano
EwroterteleserîKurdano-Kirmanciyano
Sere madevetelino, bira terteleo,
ProjeyaTırkano”

*TC  SÖMÜRGECİLİĞİNİN KORKUÇ PLANIYLA YÜZYÜZEYİZ

Halkların Birleşik Devrim Hareketi’ne yaklaşımımız!

Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) 12 Mart tarihinde ilan edildi. Bu gelişme Türkiye işçi sınıfı ve halkının demokrasi, özgürlük ve devrim mücadelesine sempati duyan, yanında yer alan ve mücadele içinde olan geniş kitleler tarafından ilgiyle karşılandı. Aynı “ilgi”nin hakim sınıflar cephesinde ve onların sözcüleri tarafından da gösterildiğini ifade etmeliyiz.

Doğu Perinçek'in dişine kan değdi

Önceki gün Ulusal Kanal iflah olmaz Halk düşmanları Doğu Perinçek ile Yalçın Küçük'ün tartış malarına sahne oldu.Baştan sona hararetli geçen tartışmalardan sonra çıkan sonuç,ikisinin de gelenekçi,ittihatçı,ırkçı,faşist TC Devleti'ni savunan unsurlar olduğunu bizzat kendi ağızlarından duyduk ve dinledik.Şarlatan ikilinin bu kadar hararetli tartışmaları,aralarında ilkin nitel bir görüş ayrılığı gibi algılansa da,özleri aynıdır.Aralarındaki farklar niceldir.Yok birbirlerinden farkı ikisi de Osmanlı torunlarıdır.

Terörden ne anlıyoruz?

Terör amacı olmayan, hedefi belirsiz kör kurşun misali sivil toplumlara yapılan toplu katliam saldırılarıdır. Çoğunlukla sermaye gurupları tarafından finanse edilirler. Örgütlenmesini, eğitilmesini, silah ve mühimmat teminini sermaye devletleri yaparlar. Yeri ve zamanı geldiğinde bu devletler tarafından harekete geçirilip toplu katliamlara imza atarlar. Bu tür eylemler karşı devrimci eylemlerdir. Emperyalist lojistik desteğe sahiptirler.

“Zaferi, halkın özgürlük savaşımına nasıl kazandırırız?”

Ayaklanma ve halk savaşı ateşten bir sanattır. Devrimci savaş sanatında gösterilmesi gereken hassasiyet bütün sanatlarda ortaya konandan daha ilerde ve gelişkin olmak zorundadır. Bu sanat bütün sanatlardan daha bir derinlik ve incelikle ele alınmak zorundadır. Çünkü savaşta yapılacak bir hata ağır bir kayıp ve büyük bir acıyla sonlanabilir. Devrimci savaş sanatında yapılacak ciddi bir hata bazen bütünü kaybetmeye götürebilir. Devrimci sanat yürek ve aklın en ileri temelde birleştirilmesi, karar vermeden önce üzerinde kırk kez düşünülüp, yoğunlaşılarak yürütülmesi gereken bir sanattır.

“Newroz coşkusuyla gözaltı, tutuklama ve yasakları hükümsüz kılalım”

“Devrimci, demokrat, ilerici güçleri pres operasyonlarıyla sindirmeye, korkutmaya, yıldırmaya yönelik hiçbir baskı politikası bugüne kadar başarıya ulaşamadı, bugünden sonra da başarılı olmayacak” şeklinde açıklama yapan Partizan açıklaması şu şekilde sürdürdü: “Faşist Kemalist Diktatörlüğün geleneksel olarak uyguladığı katliam politikaları devam ediyor. Bugün de başta Kürt ulusu olmak üzere azınlık milliyet ve inançlara, ezilen yoksul halka, işçi sınıfına, kadınlara, LGBTİ’lere yönelik imha, inkar ve asimilasyon politikaları hız kesmeden devam ediyor.

Sedat'a….. Ihsan Feridun Berkin

Sen’inle 1977 yılında, kavurucu bir Ağustos gecesinde, İzmir Karabağlar’da bir gecekondu’da tanışmıştık. Sen, Ben ve bir arkadaş daha, el yapımı iptidai bir matbaa ile, sabaha kadar binlerce bildiri basmıştık. Bildirilerin mürekkepleri kuruyup, üst üste istifledikçe keyfimize diyecek yoktu doğrusu ; rotatif misali çalışıyordu körpe kollarımız ; rotatif ne kelime….ertesi günkü mitingde dağıtılacak binlerce bildiriyi, o gece sabaha kadar sadece biz üçümüz basacaktık.

Sayfalar