Perşembe Mayıs 16, 2024

Gazze direniyor, Şengal yanıyor

6 Temmuz 2014 tarihinde “Koruyucu Sınır Operasyonu” adı altında başlattığı askeri operasyonuyla, Siyonist İsrail Devleti’nin faşist yüzü bir kez daha dünyanın gözleri önüne serildi. 2000’in üzerinde insan bomba ve füzeler- kurşunlara katledildi. 500’e yakın çocuk evinin önünde, parklarda, sokaklarda, yolda, okulda, oyun oynarken minicik bedenleri bombalarla parçalanarak katledildi. 10 binin üzerinde insan yaralandı. Yüz binlerce insanın evi yıkıldı. Kalacak bir yer bile bulamadılar. Bombalardan korunmak için sivil halkın sığındığı hastanelerde tedavi beklerken ölüm çaldı kapılarını ve hastaneler ölüm hanelere çevrildi. Doktorlar çaresiz, anne-babalar çaresiz, bir halk çaresiz. Trajedi değil soykırımın kendisidir yaşanan acılar ve buna sessiz kalmak ortak olmaktır bilinsin.

Artık klişeleşen Siyonist İsrail Devleti’nin politik söylemleri, özellikle de Gazze’deki katliamlarla adeta paramparça olmuştur. Askerinden medyasına, bakanından başbakanına neredeyse açık bir jenoside bel bağlıyorlar. Bu öylesine basit ya da hadi canım sendeci bir değerlendirmeyle geçiştirilemeyecek denli önemlidir. Çünkü, Ortadoğu yorumcusu Jeremy Salt’ın bir açıklaması her şeyi özetliyor: “Birçok köktenci Siyonist, Filistinlilerin Gazze’den çıkartılıp Sina Çölü’ne sürülmesi gerektiğini düşünüyor.”

Bu özellikle Ortadoğu halklarının yabancısı olmadığı bir bakış açısıdır. Her devletin, her iktidarın karşıtı daima Çöl’e sürme arzusu ve aşkı tarihsel bir gerçekliktir. Çöl sıcak, çöl kurak, çöl sususz ve çöl ölüm yeri. Bir tek mermi yakmadan topluca doğaya bırak ölsün, sen de bundan pişmanlık duyma. Ne de olsa sen öldürmedin onları, onlar sıcaktan ve açlıktan öldü. Doğa öldürdü “Kader” ve “Takdir-i ilahi” diyecek bir şey yok!

Bir de ölüm kusanlar var ki onlar kendisini Çöl’e sürenlerden ayrı tutarlar ve bunlar açıkça ölüm fetvasını vermenin görev olduğuna inanır. Faşist yaratılanın dini olmaz, dili farklı olsa da karakteri ve söylemi birdir ve ırkı fark etmez, faşist- faşisttir! Kendisinin dışındakinin yaşamasını asla istemez, hepsi bu. İşte size Siyonist İsrailli bir faşistin sözleri:

İsrail Knesset’inin yetkilisi Mashe Feiglin; bu zat-ı pek muhterak faşistimiz, Gazze’de top yekûn askeri işgalini ve orada yaşayan insanların şehirden çıkarılmasını savunuyor ve yetmiyor, şehirden sürülenleri Sina Çölü’ne sürülüp sınırına da bir kampta yaşamalarını istiyor. Bu politikaya direnenler için ise sadece ölüm düşünülüyor.

Jenosid’in bazen bazı koşullarda haklılığını savunanlardan Yachanan Gordon, Ayeled Shaked bilimin akılanelerinde bu ölüm senfonisinin akustik versiyonuna dahil olmuşlar. Ayeled Shaked öldürülen Filistinli çocuklar için söylediği aslında, kendi söylemi değil faşist Siyonistlerin ortak genel (ve tüm faşistler dünyada bunu istiyor) söylemidir. Bu kişilik müsveddesi Facebook’ta: “Onlar da oğullarının yolundan gitmeliler. En hakkaniyetlisi bu olacaktır. Küçük yılanları yetiştirdikleri yerlere geri mi dönsünler? Böylece daha fazla yılan ürer. Bu da bizim için iyi olmaz…” diyor. Yani bu söylemin mesajı İsrail Devleti’nin duygu düşüncesinin İsrail’in aynasını yansıtan duygusudur. Bu faşist duygu Gazze’nin üzerindeki kara buluttan daha kara bir bulut olarak çökmüştür. İsrail topraklarının üzerine, görmesini bilene…

İşgal-sömürü için giden her gücün hedefinde daima çocuklar ve kadınların olması boşuna değildir. Öldür, öldürmediğini değiştir.

Niye insan şaşırmıyor tüm bu olanlara? Bu yaşananlar elbette sadece Gazze’de yaşanmıyor. Bakın IŞİD, bakınız Boko Haram’ın yaptıklarına, Ukrayna’ya- Suriye’ye. “Güzel”, “Özgürlük”, “İnancın yaşatılması vs. vb.”…

O “özgürlükle” övünen ABD ve ölüm kusan egemenlerin ağızlarından salyalı ellerindeki namlular hep sıcak, kan deryasında ölüm hep uzanır boylu boyu yerde. Azrail bile artık yeryüzünde yaşanan katliamlara daha fazla, görevi ile alakalı konumuna rağmen dayanamaz. O da can alır ama vakti geldiğinde derler. Vakitsizce kapıya dayanmaz derler. Faşistler gibi ansızın çıkıp gelmiyor yani. Bu kadar kan-vahşete o da kayıtsız kalamamış ve Tanrı’ya “Dayanamıyorum, istifa etmek istiyorum” demiş. Tanrı nedenini sormuş, cevap çok da yabancısı olmayacağımız türdenmiş: “Efendim ben usul-erkan ile can alırım ve sebepsiz, zamansız asla bir cana kıymam. Fakat bu faşist insanlar öyle mi? Zamansız geliyor, nedensiz ölüm kusuyor, sebepsiz can alıyor. Buna yürek mi dayanır? Dayanmaz! Dayanmıyor benim Azrail yüreğim, madem benim işimi sabırsızlık ve zevkle bunlar topluca yapıyor, o vakit bana ne gerek var? Boş boşuna her yaptığı münessibliği bana ve şeytan kardeşe yıkıyorlar” demiş ve bundan dolayı istifasını yenilemiş.

Tanrı “Şeytan ile ne alakası var?” diye sorunca, “Efendim” demiş, “Bu faşist insanlar bir halt ettiğinde bunu ya din adına ya da insanlık adına yaptıklarını söylerler. Ne zaman ki diğer insanlar yapılana tepki duyduğunda ‘Şeytana uyduk’ diye söylüyor. Öldürüyor, tecavüz ediyor vs. saymakla bitmez yaptıkları kötülükler. Şeytan kardeşin haberi bile yok yapılandan ama hep ona mal edilir. Zaten o da biliyorsunuz şeytanlığı insanoğlu iyi becerdiği için bıraktı, insanın şeytanlaşması gerçekten insana doğaya çok büyük tehdit. Ben Azrail’im ama Azrailliği benden iyi beceriyorlar. O vakit ben ne diye Azrail olarak görev yapayım?” deyiverince Tanrı düşünmüş ve yaşananları izmiş- izlemeye devam ederken hak vermiş Azrail’e. İnsanın şeytanı Azrail insanın insana en büyük kötülüğüdür” demiş.

Eyy insanlar, eyy müminler!

Siz “şeytan”ı Mekke’de arayıp taşlama derdine boşuna girmeyin, “şeytan” bugün her yerde. Arabistan’dan Kudüs’e, Şengal’den Ukrayna’ya, Somali’den ABD’ye… Bunu görmek için Mekke’ye gitmeye ne çare? Gözünüzü açın Türkiye’de ne “şeytan”lar var hem de takım elbiseliler, lüks araçlarla Ankara’nın göbeğindeler.

Azrail’i arasan Gazze’de, Şengal’de, Kobanê’de ara bulursun IŞİD-Boko Haram İsrail’in içinde. Yani çok uzakta değil, bir adımlık yol uzakta, özgürlüğün kalesi ABD’nin beyaz binasının içinde.

Bir de timsah gözyaşları dökenler vardır hani bizim koro halinde ağlayan bakanlar kafilesi içindekiler gibi. Arınç’tan Davutoğlu’na cemi cümlesi salya sümük Gazze için acı içinde ağlarlar her kameranın önünde! Bunu bir ay boyunca seçim meydanlarında koro halinde avaz avaz bağırdılar “Kahrolsun İsrail” diye, tanırsınız onlar tanırsınız, siz bizden daha iyi…

Bu kendinden menkul kişiliklerin son icraati sanırız 2014-5 yılı yatırımıdır. Kapitalizmin altın temel kuralıdır kazanmak için her yolun mübah anlayışı. Bu anlayış Gazze’de vardır. Bir uçak gitti, 23 tane Gazzeli yaralı getirdi ve “Kahraman Türk Devleti” olarak anıldı. Bu tamamen “insani”dir. Yatırım asla! Duy da inanma! Her şey insanlık için yaşasın! Gerçekten bu devlet ve hükümetinin zeki aklı takdiri hak ediyor. Kolay değil faşist bir devletin, faşist bir devletin elinden yaralı alması, öyle kolay mı bu işlerin yapılması!

Pardon! Duyamadım bir şey mi dediniz?

Haa evet şu bizim, devletin sınırlarında sığınan Suriyeli Êzidîler için neden bu denli “insancıl” yaklaşmadığını soruyorsunuz…

Evet onlar da aç, yaralı ve mazlum sığındılar ülkemize. “Yüze” devlet hemen kamplar kurmadı mı, kol kanat gerip gelenlere imamlar gönderip İslam dinine davet edilmedi mi? Ayıp bunlar sanki yaşanmamış gibi yapmayın! Sınırdan geçemeyen aç, yaralı bekleyenlerin perişan olmalarına elbette güzide devletin hükümeti de “razı” değil ama ne yaparsınız gelenlerin pasaportu yok. Onların da içi ısınmamış pasaporta o yüzden çıkarmamışlar, devlet neylesin anam babam! Al pasaportunu gel, gelme mi demişler sanki! Al pasaportu kampa yerleştirsinler seni, sonra birkaç faşist güruh saldın öldüremeyenlere nazire gibi taşlasınlar sizi sokaklarda. Nöbetçi kulübelerinde soyup sonra tecavüz etsinler ne olmuş sanki IŞİD yakalasa daha mı iyi olacak? Hem yaşıyorsunuz ya tövbe tövbe… Ölürsen eğer organların alınır ve “hayır” için kullanılır, fena mı bir sevap işlersin ölümünle! IŞİD’in eline geçseniz bu sevaptan mahrum kalır canlı gömülürsünüz be!

Herkes sarılsın a dostlar birbirine, duyan, duymaya çığırsın lütfen. Bugün devletimiz Gazze’den 23 yaralı getirdi, hem de Teyyarisiyle! (Biz Türkçe yazalım anlamayan olur belki) Van münit!

Gazze’de bebekler, çocuklar katlediliyor…

Şengal’de susuzluktan çoluk çocuk birer birer ölüyor.

Çatlayan dudaklar bir damla su ister Gazze’de- Şengal’de. Eller kanlı, gözlerin içinde aydınlık ve umut. Kadınlar aç ama kuruyan memelerinden bir damla süt için saatlerce bebeklerini kucakta dolaştırır, erim erim erirken bedenleri. Taciz rutin, tecavüz artık her gün, katledilme bugün yarın kapılarında. Yaşlılar canını kurtaramaz bekler ölümü Gazze’de-Şengal’de. İşte acıların kardeşliği gözyaşının aynı nedenle akışı.

Birbirini hiç tanımadan, ayrı ayrı yaşamlar, ayrı dinlerin-dillerin ve kültürlerin kardeşliği. Bunun adı onuruyla, direnişle inanmaktır hep birlikte Gazze’de Şengal’de.

Hiç tanımadan ne gariptir insanın yaşamı…

(Bir Partizan)


82175

Aşk ve Sanatın hayatı yani Gezi, Kızılay, Gündoğdu, vd’leri 1

“İyi ki hatırlattın

Başkaldırı diye bir şey var

İsa’dan beri insanı güzelleştiren

Şimdi daha güzel her şey

Daha insan herkes.”[2]

 

BEN BEHZAT FİRİK! Hasan Aksu

GÖZLERİMİ DAĞLADILAR WAYE, ATEŞLERDE YAKILDIM ANNEY!
 Ben BEHZAT FİRİK:  Tabi beni çoğunuz tanımazsınız, çok azınız beni tanır. 12 Eylül 1981’in 10 Ekim’inde,  karanlığın dağılmaya yüz tuttuğu bir fecir vakti, Dersim’de Ovacık’ın Dere Karedesi’nde yani köyümde ağabeyimle birlikte Kayseri komando tugayınca yaka paça gözaltına alındık.    Operasyon timinin başında “Kulaksız Yüzbaşı” lakaplı Aytekin İçmez vardı. Biliyorum hala beni tanımadınız, ne demek istediğimi hala anlayamadınız, tanıyamadınız beni.

Akp'nin yeni oyunu‘’Demokratikleşme Paketi’’

Kamuoyunun uzun bir süredir beklediği  ‘’Demokratikleşme Paketi’’ nihayet 30 Eylül 2013 tarihinde yeni Başbakanlık binasında, bizzat hükümetin başı Erdoğan tarafından açıklandı.  Hiçbir muhalif gazete ve televizyon kuruluşunun yer almadığı basın toplantısında,  Bakanlar Kurulu üyeleri ve yandaş basının Ankara temsilcilerinin yer aldığı basın toplantısında, Erdoğan tek kişilik bir tiyatro oyunuyla ‘Demokratikleşme Paketi’’ni açıklayarak salondan ayrıldı.

Alman Bernsteincılığın, Rus Struveciliğin Günümüz Versiyonları 'Özgürlükçü Sosyalizm' Ve HDP-HDK



Ekonomistler , Legal Marksistler ve Menşeviklerin bir bölümünün Rus Devrimi süreci içinde toparlandığı Kadetlerin(Anayasal Demokrat Parti) iç savaş sürecinde karşı-devrimci Beyaz Muhafizlara dönüşmeleri size ilham vermelidir...

Geri dönüp baktığımda

Kürt hareketi iyimserlikle tedirgin bir karamsarlık arasında gidip geliyor. Bir bocalama içinde, şüpheci, kaygılı ve tereddütlü. Tayyip Erdoğan’ın ne yapacağını ve ne yapmak istediğini kestiremiyor. Kendisini kuşatan puslu havayı aralayamıyor, önünü göremiyor. Tayyip Erdoğan’a sert çıksa  “hassas süreci” baltalamış olmaktan çekiniyor. Alttan alsa direksiyonu büsbütün AKP’ye kaptırmaktan ve bir bilinmezlikte irtifa kaybetmekten korkuyor. 

Suyun başını Tayyip Erdoğan kesmiş, Kürt hareketi ise ona kilitlenmiş, ne söyleyecek, ne yapacak onu bekliyor.

Korkaklar Zafer Anıtı Dikemez, Hele Sen Asla…

Recep Tayyip Erdoğan gibi, tek millet, tek din düşüncesinin sadık bir savunucusundan, paketin içine sıkıştırdığı nefret suçları ifadesine tamamen zıt bir karakterli, kendi inancı dışındaki herkese ve her inanca, her farklılığa düşman birinden Alevi ve Alevilik inancıyla ilgili çözümler beklemek, beklentiler içinde olmak bile başlı başına büyük bir hayalciliktir.

 

AKP"nin "Demokratikleşme" Oyunları

Başbakan Erdoğan’ın bugün (30.09.2013) açıkladığı AKP’nin “demokratikleşme paketinde, demokratikleşmenin dışında her şey var dense yeridir. Türk burjuvazisi, 1923’den beri “demokratikleştiğini”, “demokrasiye adım attıklarını”, her yeni hükümet dönemlerinde birden fazla “demokratikleşme” paketleri çıkarmalarından bilinir. Önceleri, “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış vatan-millet”, sonraları ise,  “vatana millete hayırlı uğurlu olsun” burjuva çiğ sözleriyle ortalığa sürülen “paketler” ortaya çıktı. 

 

Kürt krallığı için mi Halepçelerde öldüler ?

 

            Gazeteler geçenlerde Mesut Barzani ile Celal Talabani'nin İstanbul'daki mülklerini sıralayınca, Halepçe'de soykırıma uğratılan Kürtler geldi gözümün önüne.

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Sayfalar