Cumartesi Mayıs 4, 2024

Gerçeğe ışık, devrime pusula: Mehmet Demirdağ -2-

Mehmet Demirdağ ve “örgütlü olmak” üzerine

Mehmet Demirdağ yoldaşa ve onun tarihselleşen pratiğine dair yürütülecek inceleme açısından en belirleyici tartışma başlıklarından birisini de örgüt olgusu ve Demirdağ yoldaşın “örgüt olmak” çağrısı oluşturmaktadır.

1994 sonrası esen tasfiyeci rüzgara karşı kolektifi “ilkeleri üzerinden ayağa dikmenin” çağrısı olarak “örgüt olmak” yönelimi, hem yaşadığımız coğrafyanın kızgın politik gündeminde bir an önce süreci yakalamak hem de geleneğimizin değerlerine yönelen günceldeki açık tasfiyeciliğe karşı gerçeğin bayrağını yükseltmek için pratik bir sorumluluk ve gerekli bir inceleme olarak önümüzde durmaktadır.

Bolşevik parti anlayışı ve Mehmet Demirdağ

Sınıflar mücadelesi yaşamın her alanına sirayet eden çok yönlü çelişkileri içerdiği oranda, işçi sınıfı için tüm bu çelişkilerin açığa çıkarttığı pratik hattın üzerinde yürüyecek bir kumanda merkezine, komünist bir partiye ihtiyaç vardır.

Daha açık bir ifade ile sınıf mücadelesinin tarafları, düşman sınıfı ezmek ve kendi sınıf çıkarlarını savunmak için gerekli mücadele araçlarını yaratır ve sınıf mücadelesinde proletaryanın öncü-önder örgütü olarak işlev gören Komünist Partisi bu genel ihtiyacın ürünüdür.

Bu anlamda 1. Enternasyonal’den günümüze proletaryanın örgüt deneyimleri itibari ile, Marks ve Engels’in parçası olduğu Komünistler Birliği’nden Lenin’in Bolşevik Parti öğretisine ve Mao’nun iki çizgi mücadelesi belirlemesine kadar sürekli bir gelişimden söz etmek mümkündür.

Bu gelişim; Marks’ın “işçi sınıfı[nın] ancak kendi politik partisini kurduğunda sınıf olarak hareket edebileceği” yönlü belirlemesinden Lenin’in “proletaryanın en seçkin, en ileri unsurlarından oluşan, katı bir disipline sahip, çelikten bir çekirdek” olarak kavradığı Bolşevik modeline ve yine Mao yoldaşın Komünist Partisini de sınıf mücadelesinin arenası olarak kavrayarak buradaki sınıf mücadelesinin aracı olarak “iki çizgi mücadelesi” yöntemini partinin gelişim motoru olarak kavramasına kadar, bir politik partiyi KP’ye çeviren genel nitelikleri açığa çıkartan gelişimin haritası olmaktadır.

Bu genel belirleme ışığında ifade edebiliriz ki, yönü pratiğe dönük bir örgütlenme olarak Komünist Partisi, üstte bahsettiğimiz gelişim seyri içerisinde açığa çıkarttığı ilkelerle ve şaşmadan yürüdüğü iktidar yürüyüşü ile komünist olma vasfını koruyabilir. Mao Zedung yoldaşın “disipline sahip olan Marksist- Leninist kuram ile silahlanmış, kendi kendini eleştirme yöntemini uygulayan ve halk yığınlarına bağlı bir parti” (Mao Zedung Seçme Sözler/ Umut Yayımcılık/ Syf 12) şeklinde yaptığı tanımlama aslında politik organizasyona komünist sıfatını veren nitelikleri belirler.

Tüm bu pozitif tanım, soyut anlamda Komünist Partisi’ni tanımlarken, kuşkusuz ki ülkemizdeki komünistlerin iktidar yürüyüşünde bütünlüklü bir hayata geçiş sağlandığı iddia edilemez. Aksine tarihimiz bu ilkelerin defalarca pratiğe geçirememenin sonuçlarına, özellikle 90’lı yılların başlarından bu yana sol hareketi etkisi altına alan Sağ ve Sol Tasfiyeciliğin bu temelde ciddi bir dejenerasyon yarattığına tanıklık etmiştir. İşte bizler açısından Mehmet Demirdağ yoldaşın önemi de burada ortaya çıkmaktadır. ’94 tasfiyeciliğinin yarattığı tahribat, sadece saflardaki nicel azalma ile değil nitel anlamda devrimci ilkelerin dejenere olduğu bir içerikle tanımlanabilir. Mehmet Demirdağ yoldaş, kolektifi ilkeleri üzerinden ayağa dikme çağrısı ile yaptığı köklü müdahaleleri en temelde “örgüt olmak” olgusu üzerine yöneltmiş ve KP’yi KP yapan temel özellikler, yeniden işler kılınmıştır.

Politikleşmek, “yeniden ve yeniden” politikleşmek üzerine

Komünist Partisi olmak, daha doğrusu bir örgütlenmeye komünist sıfatı biçmek, birçok temel nitelikle beraber esas itibariyle bir çalışma tarzı sorunudur. Yoldaş Mao’nun Koalisyon Hükümeti Üzerine makalesinde yer alan  “Marksist-Leninist kuram ve ideoloji ile donatılan Çin Komünist Partisi Çin Halkına başlıca olarak kuram ve pratik birliği, halk yığınları ile sıkı ilişki ve kendi kendini eleştirme yöntemi üzerine kurulmuş yeni bir çalışma stilini getirdi” (Mao Zedung/age/agy/12) sözleri bahsettiğimiz çalışma tarzı sorununu özetlemektedir.

Bu tanımın izleğinde Mehmet Demirdağ ise “örgüt olmak” meselesinde yaşanan geriliğe yönelik olarak sorunu politikleşme sorunu olarak koymaktadır. Demirdağ yoldaş komünist partisinin politik olduğunu belirtmiş ancak onun politikleşme çabasından azade olduğunu reddederek Mao Zedung yoldaşın sadık öğrencisi olduğunu bir kez daha göstermiştir. Politik çalışmanın bütün çalışmaların can damarı olduğu bilimsel gerçeği ile tasfiyeciliğin MLM biliminde ısrar ve politikleşme çabası ile aşılacağını belirtmiştir. Bugün saflarımızda ortaya çıkan bir dizi sorunun aslında KP içindeki politikleşme düzeyinin giderek yok olduğunu ortaya koymaktadır. Zira kadro politikasından kitlelerle iletişime, statükoculuktan bir dizi hareketi tasfiyeye sürükleyecek en temel sorun o hareketin politik düzeyindeki sorunsalla ilgilidir.

Zira iç ve dış sorunlara karşı yaklaşımlarda ortaya çıkan çapsız yaklaşımların, avare pratiklerin, karakterde yansıma bulmayan teorilerin temeli, esas olarak bahsini ettiğimiz soruna dayanmaktadır. Devrimcilik adına devrim mücadelesinin pratiklerinden ve deneyimlerinden uzak yaklaşımların ortaya çıktığı bu süreç ne kitleleri örgütleyebilir ne de devrimci yapıyı bir adım ileri taşıyabilir. Bizler açısından sorun bu yaklaşımları mahkûm ederek sonuç çıkarmak ve bakış açımızı geliştirerek gerçekleri pusula edinmektir.

Tarihsel deneyimler elbette bugün yolumuzu aydınlatan pratikler olarak ele alınmalıdır. Ancak burada esasta tarihsel deneyimlere bakış açımız önemlidir. Zira tarihsel deneyimlere bakış açımız onu kelam edinip güncelde tanımlamama üzerinedir.  Zira politikleşme tarihsel deneyimlerin soyutlanmasında oluşur, anda kendini üretir ve geleceğe yönelir. Ancak bizler açısından uzun bir süredir tarihsel deneyimlere hapsolmak, anda politik üretimi sağlayamamak ve tarihe hapsolarak karanlığı beyt eylemektir. Tarih her ne kadar aydınlığa yürüyecek deneyimler barındırsa da bu deneyimlerin karanlıkta olduğu ve onu oradan çıkarmanın meziyetli ve bilimsel bir çabayla olacağı bilince çıkarılmalı. Bu noktadaki elimizdeki deneyim tarih bilimidir. Bu konudaki sözlerimizin ötesindeki ehli durumumuz içler acısıdır. Tarihten beslenmek adına ona mahkûm olmak ve geleceği buradan üretmek, kitlelerden ve kültürden kopmak ve sonucunda apolitik bir zeminde gezinmekten öteye gitmez. Böylesi bir algı açık biçimde iki çizgi mücadelesini algılayamaz, örgüt olamaz, politikleşemez ve sınıf ve tarih ilerlerken gelecekte olduklarını zannederek aslında geçmişe saplanarak konuşurlar. Bugüne dek bu politik meselelere tarihsel olaylar üzerinden yaklaşılmaktadır. Tarihte yaşananların deneyim olduğu ancak soyutlanıp teori haline getirilmediği bir durumda an üretilemez ve örgütlenemez. Bu durum devrimci hareketin politikleşme sorununu açığa çıkarır ki bu aynı zamanda Marksizm kılıfıyla Marksizm’in reddidir. Örgüt olmak, politikleşmek durağan değil sürekli bir evredir. Bu süreklilik ise statik değil aksine değişkendir. Devrimci hareket içindeki birey veya grupların anda sergilediği duruş onun tarihsel misyonu ile değil andaki misyonu ile tanımlanır ve bu misyon ancak politikleşmiş bir devrimci hareketin oluşumu ile mümkündür.

Politikleşme sadece tek tek kadroların politize olması ya da daha net ve tutarlı bir politik hattın tutturulması şeklinde de anlaşılamaz. Politikleşme sorunu esas itibari ile örgütlenmenin bütünde politize olması, ideolojik ve politik mücadeleye, iki çizgi mücadelesine açtığı alan, kitlelerle kurduğu bağın politikliği ve iktidar hedefindeki ısrar ile ölçülebilir. Dolayısıyla politikleşmek örgüt olmak, örgüt olmak ise politikleşmeyi şart koşmaktadır. Bu durum açısından kültür devriminin  örgüt içinde süreklilik arz etmesi her zaman günceldir.

Devam edecek

* Fotoğrafta ayakta duranlar arasında sağdan 7. Mehmet Demirdağ

45000

44 Yıl sonra onlar yani sonsuzlar[*]

“Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm Kahramanlıklar okudum tarihte Çağımıza yakışan vakur, sade Davranışınız geliyor aklıma.”[1]

“Üç Fidan”ın 6 Mayıs’ından veya THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) savaşçılarından, 44. yıldaki sonsuzluklarından söz etmek zor olsa da; “olmazsa olmaz”…

Madımak’tan Mercan’a, Koray’dan Dursun’a‏

Biri henüz 11 yaşında, Pir Sultan Abdal’ın elinde dünyanın en güçlü direnç, bilinç ve isyan silahına dönüşmüş Bağlamaya, Semaha ve Türkülere sevdalı, 2 Temmuz 1993’te Madımaktaki 33lerin en küçüğü Koray Kaya… Diğeri yüzyıllardır özgürlük meşalelerinin yandığı, sefer edilip zafer elde edilemeyen Jaru Diyara, Kaypakkaya’nın destanlaştığı Munzurlara, Zel dağına, özgürlüğün diyarına giden, 17 Haziran 2005 Mercan Dağlarında kimyasal silahlarla katledilen 17lerin en küçüğü Dursun Turgut..

'Osmanlıcılık' Egemenlerin Krizlerine Çok Boyutlu Çare Arayışıdır / Haluk Gerger

Uluslararası ilişkiler ve özellikle Ortadoğu üzerine çalışmalarıyla tanınan akademisyen ve yazar Haluk Gerger Siyaset Gazetesi ile dünya güç dengeleri, Ortadoğu ve Türkiye üzerine bir röportaj gerçekleştirdi

CHP, stabil bir parti mi?‏ /İsmail Cem Özkan

Yaşadığımız ülkenin ve devletin kurucu gücü olarak tanıtılan CHP aslında homojen bir parti hiçbir zaman olamadı, sürekli olarak çağın ve zamanın ruhuna uygun olarak tavır değiştirtirken kadrosu da değişen bir siyasi partidir ve o yüzden stabil değil dinamiktir.

CHP kurucu üyeleri son Osmanlı Meclisi üyeleri ve 1. Ankara’da kurulan meclistir. Osmanlı devletinden almış olduğu mirası kesintisiz olarak ileriye taşıyan parti özelliğini de korumasına rağmen, bugün kuruluş çizgisinden çok uzakta hatta hiçbir bağlantısı kalmamış konumdadır.

Koşullara Boyun Eğmek Değil, Değiştirmek Devrimciliktir!

"Bak Bill, İşte Kocakafa!”

İslamcı faşist devletin en büyük korkusu, kitlelerin direnme gücünü bütünüyle kıramamış olmasıdır. Onlar, kendi saltanatlarını rahat sürdürebilmek için, öncelikle kitleleri bütünüyle teslim alamk isterler. Teslim almanın ötesinde, bütünüyle sindirmek ve ezmek isterler. Kısa ve uzun vadeli taktikleri budur.

AKP faşist hükümeti, 14 yıldır, kitleleri teslim almanın mücadelesini veriyor ve son 6 yıldır ise, yoğun bir şekilde saldırıyor. Buna rağmen, kitleleri bütünüyle teslim alabilmiş değildir.

Yaralı Gövdeyle Yaşama Tutunmak

Yaşam binbir zorluklarla,iniş-çıkışlarla doludur. Mutluluk ve mutsuzluk'da öyle birşey. Yaşamda yanlızca mutluluk yoktur, aynı zamanda yaşamımızda yanlızca mutsuzluk denen bir kader'de yoktur. İnsanların yaşamını belirleyen içerisinde yaşadıkları toplumsal ilişkiler ve olaylardır. Bu sosyal , siyasal,kültürel ve toplumsal olaylar etkiler yaratır insan yaşamında. Hatta insanın sosyal yaşamında belirleyci rol oynar. Doğada diğer canlılarda doğanın birçok olayında,değişiminde, altüst oluşunda ciddi şekillerde etkilenirler.

Yine bir Mayıs günü...Rojava’dan bir Partizan

Ölüm kutsanmaz bizde. Kutsanan özgür yaşamdır. Ancak özgür bir yaşam için ölmek gerekiyorsa tıpkı umutla yaşama koşar gibi, cesaretle karşılarız ölümü. Öncülük kutsanmaz bizde ancak geleceği kısaltmak içinse öncülük, bir sıra neferi gibi atılırız öne. Yaşamın, savaşın, gelişimin diyalektiğinde anlamlandırırız her ölümü ve öncülüğü. 

Ortadoğu'da Öcalan'ın rolü ve Demokratik Konfederalizm‏

Hegemonik güçlerin BOP projesi türlü türlü kaos politikalarının uygulamaya alınmasıyla devam ediyor.

Yaralı kartalların sığınağı,Dersim

İbrahim Kaypakkaya -Erdoğan Yalgın

Baba Ali Kaypakkaya doğan çocuğuna muhemeldir ki, Haranlı İbrahim Peygamberin adını verdi. Dünyaya gelen (1949) bebek, İbrahim Kaypakkaya’ydı. 

Gezi heyulası burjuvazinin korkusu olmaya devam ediyor

Bugün GEZİ’nin (2013 Haziran Ayaklanması) 3. Yıldönümü. Gezi, Türkiye ve Kuzey Kürdistan işçi sınıfı ve emekçilerin tarihinde,  hep yükseklerde tutularak taşınacak bir isyan bayrağı olacaktır. 

Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri tarihe bir not düşmüşlerdir: Politik özgürlüklerin baskı altına alınması, yok edilmesine karşı sessiz kalınmayacaktır. Kutuplaştırılmaya, islamlaştırılmaya, demokratik hak ve özgürlüklerin yok edilmesi karşısında sessiz kalınmayacaktır. Gezi’nin tarihe düştüğü not budur.

Sayfalar