Perşembe Mayıs 30, 2024

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

Burjuva-feodal devletin, en temel demokratik hak talebi için bir basın açıklamasına bile müsaade etmediği zamanları yaşıyoruz. Devlet, terörü artırarak direniş güçlerini susturmaya-sindirmeye-ezmeye çalışmaktadır. Umut ve cesareti kırmaya, yalnız olduklarına ve başaramayacaklarını inandırmaya çalışıyor; direnişe ve karşı koyuşa başvurmanın çözüm olmayacağını, var olana razı olmayı öğretiyor. Öğretilmiş-kabullenilmiş köleliği her tarafa yaymaya, herkese benimsetmeye çalışıyor. Hiçbir şeyin değiştirilemeyeceğini kabul ettirmeye, inandırmaya çalışıyor.

Birbirinden kopuk, bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin varlığı direnişi büyütmeye, daha geniş kitlelerin katılımını sağlamaya yetmemektedir. Direnişler kitlesel hale gelemiyor. Faşizm, neden bu kadar bizleri rahat hırpalayabiliyor? Bu gücü nereden alıyor? Bunun nedeni nedir? Elbette bunun birçok nedeni sıralanabilir. Sıralamalıyız da. Ancak nedenin en önemlisi halkın örgütsüz oluşudur. Temel mesele yeterince güçlü örgütlenememektedir.

Bu soruna nasıl bir çözüm bulacağız? İşe nereden başlamalıyız ne yapmalıyız? Bizden önce gerçekleşen Bolşevik ve Çin devrimiyle birlikte milyonlarca emekçi nasıl uyandırılıp sömürü ve zulüm sisteminden kurtulma savaşımına katıldı? Bolşevik ve Çin devrimini başarıya, zafere götüren sır nedir? Hangi kudretli ideoloji, hangi yetkin önderlik, hangi kazanıcı, örgütleyici yaklaşım hangi ikna-inandırma-güven veren güç, milyonlarca kitleyi ayağa kaldırıp kendi kaderlerini ellerine aldırdı? Örgütleyip savaştırdı? Savaşım içinde daha ileri düzeyde bilinçlenip örgütlendi? Bunun sırrı nerededir?

450 milyonluk halkın önderi Başkan Mao, bu kadar büyük bir kitleyi partisi etrafında nasıl örgütleyebildi? Elbette bu soru ve sorunların yanıtını bir çözümleme ve değerlendirme içinde veremeyiz. Belki her sorunun ve sorunun yanıtını tam anlamıyla da veremeyebiliriz. Zengin bir araştırma, kapsamlı bir inceleme konusu olduğu bir gerçektir. Ciddi ve yoğun bir çalışma gerekir. Ancak en azından doğru olduğunu bildiğimiz yerden, doğru bir noktadan başlayarak yanıtlar, doğrular bulmaya çalışıp, pratiğe girişebiliriz.

Etrafımızdan, en yakınımızdan, en acil olandan başlayarak ancak her şeyden önce kendimizden başlayarak yanıtlar bulmaya çalışmalıyız. Bulduğumuz yanıtlar doğrultusunda tüm cesaretimizle devrimci pratiğe girmeliyiz. Pratiğin öğretici-eğitici denizine açılmalıyız. Şu soruyu her zaman kendimize sormalıyız; Gerçekten devrim istiyor muyuz? Gerçekten geniş kitleleri örgütlemeyi istiyor muyuz? Fedakarlığa, mücadele etmeye, değişmeye ve değiştirmeye hazır mıyız? Gerçekten istekli ve gönüllü müyüz?

Ne yapmak lazım? Bizde eksik olan, yetersiz olan, başarılamayan ya da yeterince yapılamayan nedir? Sorunun yanıtını Başkan Mao dan dinleyelim; “Eğer halkın çıkarları uğruna doğru olanı yapmakta sebat eder ve yanlış olanı düzeltirsek saflarımız mutlaka genişler.” Demek ki öncelikle doğru olanı sebatla yapmalıyız!

İkinci mesele ise “yanlış olanları düzeltin” demektedir. Önce doğru soruları sorarak yanıtlarını bulmaya çalışmalıyız. Soru soramayan yanıt da bulamaz. Ancak her şeyden önemlisi, devrimci pratiğin içine giremeyen asla doğru yanıtı bulamaz. Demek ki önce doğru yanıtları bulmak için devrimci pratiğin içine hesapsız-çıkarsız-korkusuz girmemiz gerekir. Doğru olanla, yanlış olanı önce teoride sonra pratikte ayrıştırmalıyız. Ne teorisiz ne de devrimci pratiksiz doğru yanıtları bulamayız.

Önce doğruların yanıtını devrimci teoride arayalım. Başkan Mao’ya iyi kulak verelim. Her bir cümlesini defalarca okuyup anlamaya-kavramaya çalışalım.  Mao yoldaş ne diyor; Kitleler için çalışmayı ve nasıl çalışılacağını öğrenin… Halkın içinde ve halkla birlikte olun… Onlarla yakın temas halinde olun, onlardan kopmayın… Kendinizi bütünüyle halkın kurtuluşuna adayın… Bütün kalbinizle halkın çıkarları için çalışın… Halka hizmet edin… Kusurlarınız varsa bunların ortaya konulmasından ve eleştirilmesinden korkmayın… Kim olursa olsun herkes kusurlarımızı ortaya koyabilsin…

Neler yapmamalıyız?

Başkan Mao oldukça önemli ve can alıcı noktalara değiniyor. Ne yapmamız ve neler yapmamamız gerektiğini öğütlüyor. Ve başarı ve zaferin, kitleleri kazanmanın anahtarını veriyor. Kapsamlı ve hacimli devrimci eserlerine dikkat edilirse üzerinde en fazla önem ve ciddiyetle durduğu konuların başında kitlelerin desteği ve güveninin kazanılması meselesi oldukça yer kaplar. Kitlelere nasıl yaklaşılacağı, kitleler içinde kitlelerle nasıl çalışılacağı meselesi Mao için kritik önemdedir.

Başka bir önemli mesele ise sınıf bilinçli proleterlerin hataları karşısında dürüst ve samimi özeleştiri vermesidir. Kendi hatasıyla uzlaşan, yüzleşmeyen, hesaplaşıp kopuş sağlamayan devrimci bir sıçrama ortaya koyamaz. Kendini her gün her pratikte, her mücadelede değiştiremeyen başkalarını da değiştiremez. Dışını değiştirmeden önce kendimizi değiştirmeyi emrediyor Mao.

Devrimci teoriye güçlü hakimiyet, kitleleri kazanma ve özeleştiride cesur olma başarı ve zaferi kazanmanın önemli anahtarlarıdır.

Başkan Mao, işgalcilere, sömürücülere karşı direnme savaşında bütün ülke halkını birleştirmeyi başardığı, doğru bir siyaset izlediği, dürüst-samimi ve her kesimi kapsayan bir yaklaşım sergilediği için Çin’in dört bir yanındaki halkın desteği ve güvenini kazandı.

Bütün mücadele ve örgüt yaşamında bir yandan sınıf ve ülke düşmanlarını alt etmeye çalışırken diğer yandan en geniş kitlelerin desteği ve güveninin kazanılması için çalışmış, ciddi kafa yorup olağanüstü bir çaba ortaya koyup özeleştiriden bir an olsun geri durmamıştır. Dürüst, samimi, alçakgönüllü bir tarzda yaklaşarak halkın kalbini kazanarak, düşün dünyasını değiştirip adım adım devrimci pratiğin öznesi yaparak tarihin yapıcısı haline getirmiştir.

En temel mesele kitlelere nasıl yaklaşacağımız ve kitleler içinde kitlelerle birlikte nasıl çalışılması gerektiğidir. Bunu mutlaka öğrenmeliyiz. Sınırlı, dar, yetersiz bir çaba ile kitlelerin desteği kazanılmaz. Dar bir bakış açısıyla, sekter yaklaşımlarla kitleselleşemeyiz. Ancak dürüst, samimi, özeleştiriden korkmayan, halka hizmette cesur ve fedakar, küçük burjuva “kir ve pas”dan arınmış bir devrimci kimlik ve yorulmak bilmez devrimci pratik ile kitlelerin kalbini, desteğini ve güvenini kazanabiliriz.

Mutlaka kazanmamız gereken sürecin alçakgönüllü, fedakar, samimi, dürüst, cesur, çalışkan ve devrimci savaşçıları olmayı amaçlayalım. Yükseklere doğru cesaretle kaldırılan Partizan bayrağı mutlaka canlı-diri-dürüst olanları devrim saflarına kazandıracaktır.

1515

Korkaklar Zafer Anıtı Dikemez, Hele Sen Asla…

Recep Tayyip Erdoğan gibi, tek millet, tek din düşüncesinin sadık bir savunucusundan, paketin içine sıkıştırdığı nefret suçları ifadesine tamamen zıt bir karakterli, kendi inancı dışındaki herkese ve her inanca, her farklılığa düşman birinden Alevi ve Alevilik inancıyla ilgili çözümler beklemek, beklentiler içinde olmak bile başlı başına büyük bir hayalciliktir.

 

AKP"nin "Demokratikleşme" Oyunları

Başbakan Erdoğan’ın bugün (30.09.2013) açıkladığı AKP’nin “demokratikleşme paketinde, demokratikleşmenin dışında her şey var dense yeridir. Türk burjuvazisi, 1923’den beri “demokratikleştiğini”, “demokrasiye adım attıklarını”, her yeni hükümet dönemlerinde birden fazla “demokratikleşme” paketleri çıkarmalarından bilinir. Önceleri, “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış vatan-millet”, sonraları ise,  “vatana millete hayırlı uğurlu olsun” burjuva çiğ sözleriyle ortalığa sürülen “paketler” ortaya çıktı. 

 

Kürt krallığı için mi Halepçelerde öldüler ?

 

            Gazeteler geçenlerde Mesut Barzani ile Celal Talabani'nin İstanbul'daki mülklerini sıralayınca, Halepçe'de soykırıma uğratılan Kürtler geldi gözümün önüne.

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Sayfalar