Cuma Mayıs 24, 2024

Hangi Sınıftan Yanasınız?

Sinfli Toplumlar Tarihi Sinifli Toplumlar Tarihidir-1

SSCP ve CKP tarihini Amerikan Horror hikayelerinden, Trockist efsanelerden ogrenmeye kalktiginizda, bulacaginiz tek sey Gulyabani masallaridir.

Tarih de ideolojinin bir konusudur; ona nerden, hangi sinifin penceresinden baktiginiza gore elinizde bir tarih algisi olusur...

Sinifli toplumlarda sinifsiz gercek yoktur!

Tarihi incelerken tarihin hep iki boyutu oldugunu gorursunuz. Bu sinifli toplumlar icin tipik bir durumdur. Ve ayni zamanda yasamin dialektigi karsitlarin birligidir.

Catismasiz birlikler olmadigi gibi; catismasiz bir tarihte yoktur...Tarihi inceler ve ondan sonuc cikartirken mesele sudur; tarihin neresinden tutacagiz?...

Cunku tarihin neresinden tutarsaniz, oradan bir tarih algisi olusturursunuz.

Ben tarihi incelerken, tarihin kendi sinifimin tarafindan tutuyorum. Burda mesele adil olma meselesi degildir; cunku adalet de sinifli bir kavramdir. Proleteryanin adaletinin olmadigi yerde, burjuvazinin adaleti olacaktir. Ve burjuvazinin adalaetinin isciler-koyluler icin ne anlama geldigi tarihteki sayisiz orneklerle sarihtir.

Dunya ve sinif savaslari, her sinifin kendi tarih algisini yaratir. Burda bir ucuncu yol yoktur. Kantarin ne tarafina basarsaniz, tarih o sekilde elinizde kalir...O zaman mesele sudur; bizim tarihimiz kime hizmet edecektir;
Burjuvaziye mi? Proleteryaya mi?...

Liberalizm, fasizmin liberal zirh giymis hali olarak surekli bir liberal tarih algisi yaratir; sanki kendisi kapitalizme ait degilmis, kapitalzimden farkli bir secenekmis gibi..Liberalzizmin tarih algisinda sadece fasizm vardir; ama asla kapitalizm yoktur...Burdan olusturmaya calistigi tarih algisi ile Liberalzim Proleteryaya yuklenir...Oysaki Franco, Hitler, Mussoloini kapitalizmin kriz elbisesi giymis halidir sadece; Liberalizm ise onun gorece 'baris' donemlerindeki kostumu..Kaldi ki Liberalizm kapitalist metropolde Liberalizm elbisesi ile gezerken dahi; somurgelerinde Fasizm zirhi ile gezer.

Bu manupasyonu bozun. Butun siniflar icin adil bir tarih yoktur. Cunku sinifli toplumlar adil toplumlar degil; adi ustune sinifli toplumlardir...Adil bir toplum mu yaratmak istiyorsunuz?....Komunizmi kurun; siniflar varsa, adaletde,tarihte sinifli bir adalet; sinifli bir tarihtir sadece.

Iki sinifli toplumlarda..her zaman iki sinifin ayri ayri tarihi vardir...Kolelerin tarihi ve kole sahiplerinin tarihi aynidir...ama gercegin iki farkli yanidir..
Hic kole sahiplerinin saraylarindaki yasam, gundem, felsefe ile..kole hapishanelerindeki yasam, felsefe, gundem ayni olabilir mi?...

Ilber Ortayli gibileri saray tarihcisidir..Saraydan,kole sahiplerinin gozunden bakarlar tarihe..Bize kole sahiplerinin gozunden bir tarih anlatirlar...Meshur bir soz vardir..''aslanlar kendi tarihlerini yazana kadar, tarih hep avcilari anlatacaktir'' ..iste olay tam da budur.

Koleler, Proleterya; Burjuvazinin gozunden tarihe bakmayi bir tarafa birakin, kendi tarihinizi yazin!

 

Proleterya Iktidarini sucluyorlar, neden yikilmasina izin verilmedi Stalin doneminde diye(!)

Komunistleri liberal bir sistem kurmamakla itham etmek kadar ahmakca birsey yoktur. Marks'tan Mao'ya Komunist Manifesto Liberalizmi mezara gondermek, sinif mucadeleesini esas almak, ve ancak bu yolla devletsiz, sinifsiz , komunist topluma varma yolunu acikca ilan etmistir. Sinif mucadelesi teeorisi olan M-L-M'yi ,neden liberalizmi, tum siniflar icin demokrasiyi(!), soyut ozgurlugu degil de, sinif mucadelesini esas aldigi icin elestirmek kadar akla ziyan bir sacmalik olamaz...

Tarihe karalamalar ile degil, somut tarihsel, sosyal gerceklerle bakanlar, ancak tarihi dogru sekilde anliyabilir.....

Stalin sonrasi ne oldu peki?...

Zinoyev, Trocki,Buharin'le baslatilmak istenn, ancak Stalin tarafindan puskurtulen kapitalizme geri donus hamleleri, Stalin'in olumu sonrasi Kuruscev-Brejnev'le basliyan Liberilizasyon, Gorbacov, Yeltsin, Putin, aliyev, Turkmenbasi tarafindan surdurulup, Sosyalizm tamamen tasfiye edildi.

Unutmayin 1990 SSCP referandumunda halkin % 78'nin SSCP dagitilmasin oyu verdigi, ancak halka ragmen, bizzat KP sefleri tarafindan, ustten tasfiye edilen bir sistemden soz ediyoruz.

Stalin hakli degil miymis bu yeni burokrat burjuva sinifa saldirirken? Gorbacovlar Buharin'in, Zinoyev'in, Trocki'nin son versiyonlaridir sadece...Su akti yatagini buldu!...

Asagida donemine taniklik eden bir makale yayinliyorum...Anliyana, anlamak isteyene, siniftan yana olanlara...

'' 
 

"SBKP'nin Komsomol MK Yayın Organı 'Genç Muhafız' adına Söyleşiyi yapan Litov'un sorusu:

İyi de şimdi ne yapmalı, sosyalizmin düşmanları ideolojimize hissedilir darbeler indiriyorlar, insanların partiye olan güvenini yıkıyorlar, halkın gitmiş olduğu yolu karalıyorlar. Ben bilgi topluluğun propagandisti olarak sık sık gençlere hitap etmek durumunda kalıyorum. Kişi kültü ve temizliklere ilişkin epeyce soru soruluyor. Eğer yayınlanabilen anılardan bile bu konuya ilişkin ilginç olan her şey çıkarılıyorsa, ne yanıt vermeli, boşluğu neyle doldurmalı? O zamanki olayların aktif katılımcısı ve tanığı olan siz kendi fikrinizi, kendi versiyonunuzu, en nihayetinde kendi hipotezinizi neden söylemiyorsunuz? Öte yandan bu konuda kesinlikle yetkin olmayan, kin dolu insanları kendi görüşlerini nihai gerçek gibi sunarak ve kimilerini de ikna ederek konuşuyorlar! Yoksa sizin gibi bir Stalinist halk komiserinin, bir komünistin, onlara itiraz edecek bir şeyi yok mu ve bizim tarihimzden utanmamız mı gerekiyor.

Stalin döneminde Tarım Komiserliği, Kurşçev döneminde de Köy İşleri Komiserliği yapmış olan Benediktov'un yanıtı:

Israrınız beni ikna etti. Gerçekten tarihimizden utanacak bir durum yok. Bu, bütün dramatik sayfalarıyla kahramanca bir tarihtir, büyük bir halkın tarihidir. Ne yapalım, ben de kişisel görüşümü söyleyeceğim, ama tekrar eiyorum, gerekli belge ve olgularla teyit edilmiş değil.

Evet, ben o yılların aktif katılımcısıyım, birçok kez Stalin ile buluştum, 30'lu ve 40'lı yılların önde gelen parti ve devlet görevlilerini çok iyi tanıyordum, Politbüro toplantılarında birçok kez bulundum. Ancak yine de zamanımın çoğunda tarım sorunlarıyla uğraştım, başka sorunlarda tabii daha zayıftım. Elbette bugünkü çığırtkanlardan çok daha iyiyim, ama yine de yeterince profesyonel değilim. Bu nedenle bunu hesaba katmanız gerek.

30'lu ve kısmen 40'lı yılların temizliklerinin esas sebebi nesnel etkenlerdir. Her şeyden önce elbette sovyet iktidarının açık ve özellikle gizli düşmanlarının kudurmuşcasına direnişi gelir. Açık düşmanların sayısı, gizli düşmanlardan çok daha az idi, tüm zorluk da buradaydı.

Ekim devrimi sonunda zenginliklerini, ayrıcalıklarını, başkalarının emeğiyle yaşama fırsatlarını yitirenlerin hepsi yurt dışına kaçmadı. Bun insanların birçoğu devrim sonrası ilk yılların karmaşası ve bulanıklığından yararlanarak devlet ve parti aparatına hatta NKVD'ye bile girmeyi başardılar. Ayrıca her yerde eğitimli, kalifiye uzmanların sıkıntısı çekiliyordu. Özellikle maddi olandaki bir dizi ayrıcalıklarını yitirmiş ve başka alternatifi olmadığından deyim yerindeyse 'bağrına taş basarak' Sovyet aparatına çalışmaya gelmiş olan devrim öncesi entelijensiyanın önemli bir bölümü potansiyel bir 'beşinci kol' idi. Eski NEP'manlar ve Sovyet iktidarından nefret eden Kulak'lar, orta halli köylülerin bir kısmı ve her devrimde ve büyük toplumsal dönüşümlerde kaçınılmaz olan bazı aşırılıklarından ve anarşiden zarar görmüş bazı işçiler de buna dahil edildi. Bir kısmı yurt dışındaki mülteci çevrelerle düzenli bağları olan, yeraltına çekilmiş burjuva, küçük-burjuva ve hatta monarşist eğilimli siyasal gruplar ve grupçukları faaliyeti de daha az olmakla birlikte hissedilir bir tehlike arz ediyordu. Bütün bunlar Stalin'in ya da NKVD'nin uydurması değil, olabilecek en saydam gerçek idi.

Açıkça anti-sovyet amaçları olan Sanayi Partisi denen davadaki soruşturmalar sonucunda, bilinçli ve kasıtlı olarak sabotajcılık yapan yaklaşık iki bin kişinin ortaya çıkarıldığını söylemek yeterlidir. 30'lu yılların ortalarında ben şahsen kimya ve deri sanayisinde de bilinçli yıkıcılık olaylarına tanık oldum. Ayrıca bünyesinde çalıştığım hem RSFSC Sovhozlar Halk Komiserliğinde, hem de SSCB Tarım Halk Komiserliğinde devrim öncesi entelektüellerden bazıları bizim ayağımızı çelmelemek için fırsat kaçırmıyordu. Bu yıkıcı eylemlerle Troçkist-Zinovyevist ve sonra buna ek olarak Buharinist muhalefetin faaliyeti birleşti. Liderleri doğrusu daha 20'lerin sonunda arka plana itilmişler ve pişmanlık konuşmaları yapmak zorunda kalmışlardı. Ancak epeyce Troçki ve Buharin yandaşı Parti ve Devlet aparatında, orduda, devlet güvenlik organlarında kalmıştı, bunlar buralarda 'ideolojik' nedenlerle Sovyet iktidarına zarar vermeye deva mettiler, hem de ikiyüzlüce Ekim'in ideallerine dayanarak. Bu arada Kızıl Ordu'nun komuta kademesinde epeyce eski Çarlık subayı vardı. Tuhaçevski Yakir, Ubroviç ve ötekiler dahil olmak üzere bunların birçoğu Troçki'nin büyük örgütsel ve propaganda çalışması sonucunda Bolşeviklerin saflarına geçtiler. Bildiğiniz gibi Lenin, Troçki'nin devrimin kendini savunma gücünün arttırılmasındaki katkısına yüksek değer verirdi. Elbette bu insanların çoğunluğu kendi toplumsal kökenlerine ait belli önyargılarını korumakla birlikte Sovyet iktidarına sadık idiler. Ancak içlerinde kin tutanlar da vardı ve bu da belli bir tehlike kaynağı idi, çünkü Troçki müthiş bir örgütçü ve konspiratif yetenekleriyle yurt dışında iken de ülke içindeki hoşnut olmayanlarla düzenli bir bağ kurmuştu. 30'lu yıllarda SSCB topraklarına gönderilen kapitalist istihbarat örgütlerinin çok sayıda doğrudan ajanlarından söz etmiyorum bile.

Sovyet iktidarının düşmanları, ki bunların toplamı herhalde birkaç milyon idi, elbette halkın içinde bariz bir azınlığı oluşturuyordu. Ancak işgal ettikleri makanların önemini, daha yüksek entelektüel eğitim, bilgi düzeylerini dikkate alınca, bunları sosyalizme potansiyel tehdit olarak hesaba katmamak suç işlemek olurdu, ciddi bir siyasetçi için affedilemez bir düşüncesizlik olurdu. Düşmanlığını gizlemeyen kapitalist kuşatma ve yaklaşan faşizmle ölümüne kapışma koşullarında, ülkenin önderliği, ülkeyi içerenden gelmesi olası darbelerden korumak, potansiyel 'beşinci kolu' silahsızlandırmak ve parti, devlet, ordu yönetim saflarında maksimum birliği sağlamak için büyük ölçekte önlemler almak zorundaydı tabi ki. "

(Litov, Stalin ve Hruşçov Hakkında İvan Benediktov İle Söyleşi, s. 33-34-35-36, Yazılama Yayınevi)...............https://plus.google.com/112365406570080242447/posts

 

87384

Kürt krallığı için mi Halepçelerde öldüler ?

 

            Gazeteler geçenlerde Mesut Barzani ile Celal Talabani'nin İstanbul'daki mülklerini sıralayınca, Halepçe'de soykırıma uğratılan Kürtler geldi gözümün önüne.

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

Sayfalar