Cuma Mayıs 17, 2024

Hasta iken tutsak olmak!

AKP hükümeti ve yargısının düşman hukuku nedeniyle hasta tutsaklar sorunu hala gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. Hemen hemen her gün yapılan basın açıklamaları, HDP milletvekillerince meclise soru önergelerinin verilmesi, konunun özgür basın tarafından her gün haber yapılması ve bir bir hastaların zindandaki tükenişleri dahi hasta tutsakların dünya tarafından görülmesi ve bırakılmalarına yetmiyor.

Ben, hastayken tutsak olmanın ne olduğunu çok iyi bilenlerdenim. Bizler şuan dışarıda yeterince oksijen alırken o’nlar dört duvar arasında, göğü daraltsın diye olduğundan da yükseltilmiş duvarlar içerisinde oksitlenmiş demir, nem ve rutubet kokusuyla yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Bizler dışarıda her türlü çirkinliği yaşar ve aldığımız solukları anlamlandıramaz ve günü birlik yaşarken o’nlar, aldıkları her nefesi anlamlandırmak durumundalar çünkü bizim kadar ucuza alamıyorlar ciğerlerine soludukları oksijeni.

Ben her akşam havalandırma kapıları kapandıktan sonra nefes almak için paslı parmaklıkların dışına dudaklarımı dayayıp nefes almaya çalışıyordum. Nefes alabilmek için ağır ağır ilaçlar kullanıyordum.

Hasta tutsakların mevcut hastalıkları dışında zindan koşulları nedeniyle başka birçok virüs doğallığında ve bazen de idare tarafından çeşitli yöntemlerle vücudumuza enjekte edilebiliyor. Sağlıklı bir insanın bile zor nefes aldığı bir ortamda hastaların yaşama tutunabilmeleri inanın ki çok fazla sürmez ki sürmüyor.

Halil Güneş arkadaşla Amed zindanında aynı kısımda kalma şansım oldu. Arkadaşımız sırf arkadaşları rahatsız olmasın diye ağrı kesicilerin faydasız kaldığı an’larda dahi inlemiyor, öksürüğünü dahi tutmaya çalışıyordu. Serum takılması için vücudunda delinmedik tek yer dahi kalmamıştır arkadaşımızın. Her gün aldığı serum ve ağır ilaçlar ağrılarını dindirmeye ve yaralarını iyileştirmeye yetmiyordu; çünkü bir hastalığın ağrısı geçip diğeri başlıyor, bir yara kapanıp bir diğeri açılıyordu. O’ndaki inanç, irade, yaşama bağlılık ve özgürlük aşkı hastalıkları nedeniyle inanın tıpta çığır açmıştır. Halil Güneş’in Sayın Öcalan ve halka olan aşkı bugün, onu yaşama bağlayan tek ilaçtır diyebilirim.

Hasta tutsaklar ölüme terk edilmiş durumda

Namı diğer Apê Dedo kalp krizi geçirmiş ve tedavisi yarıda kesilerek ameliyat elbisesiyle benim de için de olduğum ring aracına konularak hastaneden cezaevine götürülmüştü. Seksene merdiven dayamış kalp ve astım hastalıkları olan Mehmet Emin Özkan (Apê Dedo) ve Sıdık Güler (Apê Sıdık), genç yaşına rağmen ayakları günden güne çürüyen ve baston ile bile zor yürüyebilen Selahattin Aytek, kanser, kalp ve beyin damar rahatsızlıkları olan Şemsettin Kargılı ismini hatırlayabildiğim hasta tutsaklardan yalnızca bir kaçı. Ayakları olmayan, eli ve kolları olmayan arkadaşlarımız tek kişilik odalarda tutuluyorlar. Bu arkadaşlar şuan Amed zindanında ve günden güne eri(tili)yorlar.

Hükümet yetkilileri ve kamuoyunun onları anlayabilmesi için illa ağır hastalıklarının olması ve el-kol ve ayaklarının olmaması mı gerekiyor?

Emin olun ki Hasta tutsaklar çözüm sürecini ve seçimi bekleyemezler.

Hasta tutsakların hastane sevki bazen 3 ay bazen 6 ay sürebiliyor. Bazen de bilerek sevke çıkarılmayıp muayeneye götürülmüyorlar. Böylelikle hastalıkları da ilerlemiş oluyor. Revirden tam teşekküllü bir hastaneye sevk izni revir doktoru ve cezaevi idaresinin insafına bırakılıyor. Her şikâyete ağrı kesici ve merhem veriliyor. Cezaevine bir şekilde getirilen virüs, ortamdan kaynaklı kısa sürede bütün cezaevini sarabiliyor. Akşam belli bir saatte revir kapanıyor ve acil bir durumda ambulans çağırmak durumunda kalıyorsun. Eğer kalp krizi geçirmişsen zaten ölmüşsün demektir çünkü ambulans en az 45 dakikada geliyor. Arkadaşın gözünün önünde yaşamını yitiriyor ama sen hiçbir şey yapamıyorsun. Halil Güneş gibi birçok arkadaşımız var ve bu arkadaşlarımızın bir sabah uyanamama gibi bir riskleri var.

Evet, bu canlarımızın tek tek solukları kesilir de yine de minnet etmezler o’nlara düşman hukuku ile yaklaşanlara. Ancak o şartlarda bırakın hastayken yaşayamamayı, inanın sağlıklı iken dahi yaşanamıyor.

Hasta tutsakların çözüm sürecini bekleyecek ne halleri var, ne de zamanları. Bizler yeterli oksijen alırken, onlar; Oksitlenmiş demir kokusu, nem ve rutubetli hava soluyorlar. Aldığımız nefesin hakkını ancak Hasta tutsakların özgürlüğü için mücadele etmeyle verebiliriz. Bu da hükümetten beklemek, basın açıklaması yapmak ve evde oturmayla olmuyor/olmadı, olacağa da benzemiyor. Başka bir şey gerek ama ne!

Kendi adıma söylüyorum!

O'nların zindanda olduğu her an aldığım nefesleri, onursuzca almış sayacam.

Hasta tutsakların durumu seçime kurban gitmemeli ve özgür tutsaklar bir an önce serbest bırakılmalılar.

Mehmet Polatsoy

14.02.2015


69945

Mehmet Serhat Polatsoy

Özellikle Kürt Ulusal Hareketi üzerine ve kürtlerin sorunları üzerine makaleler yazmakta olan yazarımız 2011 sonlarından beri yazılarıyla sitemizde yer almaktadır.

serhatpolatsoy@kaypakkaya-partizan.net(hazırlanıyor)

Mehmet Serhat Polatsoy

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

materyalist bilgi teorisi ve komünist partileri

 

“İnsan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar.” Marks

 

İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, insanın bilgisi  üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.

Sayfalar