Pazar Mayıs 19, 2024

“HAYIR”ı sokakta büyüttük, direnişle kazanacağız!”

“Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine/ Başkanlığa ilişkin anayasa referandumu, siyasi iktidarın kendi hukukuna rahmet okutacak bir karar ve onun üzerine inşa edilen hilelerle “sonuçlandı”.

Gayri resmi sonuçlara göre, sandıktan, “Evet” cephesine yüzde 51.4, “Hayır” cephesine ise yüzde 49.6 oranında oy çıktı. 16 Nisan günü, çalınan oylara, müşahitlerin ve sandık görevlilerinin görev yapmalarının engellenmesi veya gözaltına alınmasına; T.Kürdistanı’nda asker ve korucu tehditleriyle oy kullanılmasına, oy çuvallarının helikopterlerle taşınmasına, binlerce sandıktan “Evet”e blok şeklinde çıkan oylara; AKP’nin itirazıyla YSK tarafından 2.5 milyona yakın mühürsüz pusula ve zarflardaki oyların geçerli sayılmasına ve nihayetinde henüz oylar sayılırken Anadolu Ajansı’nın oylamayı bitirmesine sahne oldu.

Yaşananlar, TC devletinin, hile, şaibe ve türlü ayak oyunuyla seçim kazanma, kendi yasalarını açıkça ihlal etme geleneğinin sürdüğünü ve buna yeni bir halka eklendiğini göstermiştir. Ne var ki açık bir farkla görüldü ki, egemenler bu defa çok fena halde köşeye sıkışmış, gerçek sonuçları ters yüz etmek için uzun bir süreden sonra belki de ilk defa böylesine açık, aleni bir şekilde, kendi yasalarını ihlal etmiş ve hile yapmışlardır. Bu hamlenin başta “Hayır” cephesi olmak üzere milyonlar tarafından böyle görülüp okunduğuna şüphe yoktur. Bunun iktidar partisi nezdinde, sisteme yönelecek ve siyasal iklimi etkileyecek sonuçları açığa çıkaracağını tahmin etmek zor değildir. R. T. Erdoğan’ın seçim günü kameralara yansıyan görüntülerindeki, endişe ve tedirginlikle bezeli korkusunun temel nedeninin bu olduğu gerçektir. Açık ki sandıktan açık ara “Hayır” çıkmıştır. Sisteme mühürsüz oy pusulası marifetiyle sokulan oylarla “Evet” sonucunun çıkarıldığı reddedilemez bir gerçektir. YSK’nın hiçbir şekilde izah edemediği bir kararla hem de sandıklar açılmaya başlatıldıktan sonra mühürsüz pusula ve zarfları geçerli saymasının başkaca bir izahı yoktur. Siyasal iktidar anlaşılıyor ki, yüzde 60’lara yakın ezici bir çoğunlukla “Hayır” çıkma ihtimaline karşı önlemini, mühürsüz pusulaları yedekte tutarak almış, bu sonucun çıkması durumunda mühürsüz pusulaları bahane ederek seçimlerin iptalini planlamıştır. Farkın bu kadar yüksek çıkmaması üzerine bu defa mühürsüz oy pusulaları, sonuçların “Evet” lehine çıkması adına sisteme sokulmuştur. Sonuçların, YSK yerine devletin resmi ajansı, Anadolu Ajansı (AA) tarafından kamuoyuna sunulması, henüz binlerce sandığın oyları sayılmamışken seçim sonuçlarını duyurması, resmi sonuçlar beklenmeden başbakan ve R. T. Erdoğan’ın açıklama yapması ve buna eklenebilecek yığınla usulsüzlük, hukuksuzluk, seçim sonuçlarından AKP’nin istediğini alamadığını göstermiştir. Nitekim Türkiye’nin, en büyük illeri arasında olan İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Adana, Mersin ve Diyarbakır’dan “Hayır” çıkmasına rağmen Türkiye genelinde “Evet” çıkması yapılan hilenin, şaibenin bir diğer göstergesidir.

Korku Dağlarına “Hayır”

Siyasal iktidarın, veriler üzerinden rakamlarla oynayarak kamuoyuna sunduğu resmi “Evet” sonucu bile kazananın “Hayır” iradesi olduğunu göstermeye yetmiştir. Zira, başından itibaren eşitsiz koşullarda sürdürülen bir seçim yarışından bahsetmek gerekir. Her şeyden önce AKP, böylesine önemli bir oylamayı OHAL koşulları altında gündeme getirerek, seçim sonuçlarını garantiye almayı ve bu süre içinde yapacağı hukuksuzlukların üstünü örtmeyi hedefliyordu. Nitekim yaşanan tam da bu olmuş; siyasal iktidar devletin resmi ve gayri-resmi tüm olanaklarını, kurum ve kuruluşlarını kendi hukukunu da hiçe sayarak “Evet” çalışması için seferber etmiştir. Diğer yandan “Hayır” cephesi, sürekli olarak engelleme, sansür, gözaltı ve tutuklama girdabında tutulmuştur. OHAL’in ilan edilmesinden bu yana 11 bin kişi gözaltına alınmış, başta HDK/HDP olmak üzere devrimci, ilerici güçlerden 5 bini aşkın insan hapishaneye konulmuştur. HDP Eş Genel başkanları dâhil 13 vekil ile 83 DBP/HDP’li belediye eş başkanı tutuklanmıştır. Referandum sürecinde 2 bin 165 “Hayır” aktivisti gözaltına alınmıştır. TRT dâhil 17 ulusal kanalda Erdoğan ve danışmalarının 360 saat propaganda yapmasına karşılık, HDP’nin sadece 58 dakika yer bulabildiği 1-31 Mart tarihinde TRT’de Erdoğan ve danışmanlarına 2 bin 511 dakika, AKP’ye 4 bin 46 dakika, HDP’ye ise 8 dakika 57 saniye yer verildiği bir seçim süreci yaşanmıştır.

Açık ki, “tek adam” rejimini reddettiğini sokakta, gözaltı ve tutuklamalar pahasına ilan eden, bunun çalışmasını yürüten ve siyasal tavrını tüm tehditlere rağmen alanlarda gösteren bir “Hayır” iradesi ortaya konulmuştur! Başta Kürt halkı olmak üzere, demokrat, devrimci, ilerici güçlerin ve buna eklenebilecek CHP tabanının baskılara inat, siyasal tercihini, sokakta savunduğu ve “Hayır” tutumunu bedeller pahasına inşa ettiği bir süreç yaşanmıştır.

Söz konusu eşitsizliğe karşın, ilan edilen gayrı-resmi sonuçlar bile bu anlamda büyük bir başarıya işaret etmektedir! Gerçek sonuç ise bunun çok üstündedir.

“Tek Adam” Rejimine “Hayır”!

“Hayır” oyları, tekçiliğe, tüm yetkilerin tek bir elde toplanmasına, temel hak ve özgürlüklere yönelik geliştirilmek istenen bütünlüklü saldırı furyasına ve gaspa yükselen itiraz anlamına gelmektedir. Sandıktan çıkan sonuçlar, toplumun kılcal damarlarında biriken sinerjinin çapı ve büyüklüğü hakkında fikir vermektedir. Özgürlük ve demokrasi mücadelesini büyütmek isteyenler açısından bahsi edilen sonuçlar, bu enerjinin daha ileri taşınması ve büyütülmesine dair bir kafa yoruşla ele alınmak durumundadır! “Hayır”, 15 yıldır ülkeyi tek başına yöneten AKP/R. T. Erdoğan’dan duyulan büyük hoşnutsuzluğunun ve tepkinin dışavurumudur. Türlü engellere, baskılara, gözaltı ve tutuklamalara; şovenizm ve ırkçılığın körüklenmesine rağmen R. T. Erdoğan’a toplumun yarısından fazlası güçlü bir şekilde “dur” demiştir. Ortaya çıkan sonuçlar, toplumun kamplaştırıldığını, çok ciddi şekilde kutuplaştırıldığını göstermiştir. Geleneksel AKP seçmeninden bir önceki seçimlere kıyasla düşmüş olsa bile alınan yüksek “Evet” oyları ile “Hayır” cephesinden benzer şekilde çıkan sonuçlar da bunun göstergesidir.

16 Nisan referandumunda yaşanan yüksek katılım da not edilmesi gereken başlıklar arasındadır. Görülüyor ki yığınlar, AKP’nin yaşama geçirdiği politikalar karşısında olabildiğince politikleşmiş ve sürece doğrudan taraf olma adına istekli davranmıştır. Yüksek katılım oranı, yığınların ne denli siyasallaştığını ve siyasi iradesine sahip çıkma bağlamında, tüm devlet terörüne karşı mücadele etmekte kararlı, istekli olduğunu göstermiştir. Açık ki, sandıkta kimin oy kullandığı kadar oyları kimin saydığı da önemlidir. Küçük bir azınlığın, baskı, şiddet ve zulüm üzerine inşa ettiği TC devletinin, halkımızın önüne koyacağı sandıkların hilesiz ve şaibesiz olması karakterlerine uygun değildir.

Seçimler veya sandık seçeneğini, komünistler, düşmanın ve ezilenler cephesinin durumuna dair somut değerlendirmeler ve anın ihtiyaçları üzerinden analiz ederler. Burada kıstas, yığınların sınıf düşmanlarına karşı mücadelesini beslemek, büyütmek, mevcut mevzileri korumak ve ileri taşımaktır!

 Her süreci, politik başlığı, siyasal savaşımın doğrudan bir alanı, yığınların sistemle çelişkilerini derinleştirmenin, sistemi teşhir etmenin, onları düzene karşı seferber edip bir araya getirmenin ve bu uğurda örgütlemenin aracı haline getirmek MLM’lerin temel yaklaşımı olmalıdır. Seçimler gündemi ancak bu çerçevede anlam kazanıp işlevselleşebilir. Bu bağlamda referandumda “Hayır” taktiğinin doğru bir tutum olduğu açıkça ortaya çıkmıştır.

Kürt halkı, diz çöktürme konseptine direnişle karşılık verdi!

Her türlü zora karşın ezilenler, kendilerine dayatılana, “Hayır” seçeneğiyle bir duruş ve karşı koyuş göstermiştir. “Hayır” sonuçları, AKP şahsında sistemin içine girdiği siyasal ve ekonomik krize yönelik tepkinin ve biriken öfkenin de su yüzeyine vuran yanı olarak okunmalıdır.

 “Hayır”, sokakta adım adım örülmüş, ödenen bedellerle inşa edilmiş, kitlelerin hak arama bilinci referandumun politik atmosferi içinde gelişmiş ve tazelenmiştir. İlan edilen sonuçları kabul etmeyerek, OHAL’e ve yasaklara rağmen sokağa çıkan on binler, bunun somut bir göstergesi olmuştur. “Hayır” iradesi, OHAL’in korku iklimini paramparça etmeyi başarmıştır. Özellikle OHAL şemsiyesi altında kentlerin, ilçelerin ve mahallerin yerle bir edildiği, ölüm ve katliamın sıradanlaştığı T. Kürdistanı’nda ortaya çıkan sonuçlar bunu göstermiştir. Namluların gölgesinde, asker ve polisin türlü tehditlerine karşın Kürt halkı, AKP’nin diz çöktürme ve teslim alma politikalarına “Hayır” demiştir. Bir önceki seçimlere kıyasla T. Kürdistanı’nda HDP’nin aldığı oylardaki düşüşü, son birkaç yıl içinde yakılan-yıkılan kentler, göç ettirilen nüfus ve yapılan hileler, çalınan oylarla ortaya çıkan tablo içinde okumak gerekir. Özyönetim direnişleri sürecinde dümdüz edilen, boşaltılan, işkenceden geçirilen Silvan, Sur ve Gever halkının ortaya koyduğu yüzde 76’lık, Nusaybin’in 78’lik, ve Şırnak’ın yüzde 71’lik “Hayır” iradesi, Kürt halkına dayatılan imha, inkar ve asimilasyona, katliamlara karşı açık bir yanıt olmuştur! T. Kürdistanı’nda yüzde 62 oranında “Hayır” sonucu çıkmış, Kürt halkı AKP’nin tüm tehditlerine, şiddet ve terörüne yüksek sesle “Edi Bese” demiştir!

“Hayır” Bitmedi Daha Yeni Başlıyor!

Referandum, AKP eliyle yönetilen sistemin gerek içeride gerekse de dışarıda uygulaya geldiği politikalardan duyulan rahatsızlığının ne denli büyük olduğunu, tüm devlet terörüne rağmen bu öfkenin söndürülemediğini aksine büyüdüğünü ve sokağa da taşmaya başladığını göstermiştir. Bu defa balkondan atılamayan zafer nutukları, bu resmin farkına varıldığına delalettir. Hâkim sınıf kalemşorlarının “anlamlı bir evet çıkmadı”, “büyük şehirlere yönelik yeni politikalar geliştirilmeli” vb. başlıklarla masaya yatırdıkları gündemlerin temel nedeni de bu tablonun varlığıdır. YSK’nın hilesini ve ilan edilen sonuçları, sokaklarda protesto eden on binlerin, iktidar katında ikinci bir Gezi İsyanı endişesi yaratması da bundandır. Söylemek gerekir ki söz konusu beklenti temelsiz değildir! Zira, referandum süreci, OHAL’e ve onun siyasal iktidara tanıdığı tüm keyfiliğe ve olanaklara rağmen yığınların tüm bunlara karşı duruşuna dahası sokağa çıkışına, diktatörlüğe meydan okumasına vesile olmuş, böylesi bir zemin sunmuştur!

Gezi İsyanında sokakları dolduran tüm öznelerin yine benzer bir motivasyonla ancak daha bilinçli bir politik tercihle harekete geçtiği ve bu alanda bir öfkeyi mayaladığı bir gerçektir. Buradan bir sinerjinin ortaya çıkması ve ciddi politik sonuçlar doğurması mümkündür! 16 Nisan süreci, tam da iddia edildiği gibi ezilenlerin sokağın diliyle daha fazla konuştuğu, kendine olan güveni tazelediği; siyasi iradesine, her türlü şiddete rağmen bedeller pahasına sahip çıktığı bir dönem olmuştur. Bugün, hileli sonuçlar karşısında sokağa taşan yığınların mücadele azmi tam da burada bilenmiş ve yeni hesaplaşma ve çatışmalar için güç depolanmış, moral kazanılmıştır! Açık olan şu ki, söz konusu sonuçlar ve yaşanan saflaşma, “Hayır” cephesinin ortaya koyduğu enerji ve duruş; önümüzdeki birkaç yılın siyasal atmosferini doğrudan etkileyecektir. Siyasal iktidara meydan okuyacak, güçlü darbeler indirecek ve toplumsal muhalefeti büyütecek olan rüzgâr buradan esecektir. Bu bağlamda, kitlelerin doğrudan eyleminden çıkan, “Hayır Bitmedi, Daha Yeni Başlıyor” şiarı, dönemin karakterini özetler niteliktedir. Referandumun iptali talebi, kitlelerin siyasi iradesi ve tercihine sahip çıkması bağlamında hak arama mücadelesini ileri taşıyan bir taleptir, bu anlamda sahiplenilmesi ve büyütülmesi gerekir.

Evet, siyasal iktidar, CHP ile zımni anlaşmasıyla referandumu kazanmıştır! Ne var ki bunun adı ancak Pirus zaferi olabilir! Rejimin sigortası CHP’nin, açık hile, şaibe ve buna karşı sokağa taşan öfke seline rağmen, eylemlerin içinde olmayacağına bunun yerine mecliste “en sert” muhalefeti yürüteceğine dair açıklamaları, düzenin sahiplerinin biriken öfkeden ve bunun eyleme dönüşerek gelişmesinden duydukları korkuyu anlatmaktadır!

Su Yüzeyine Vuran Dalgayla Buluşalım!

Referandum süreci, “Evet” - “Hayır” tercihi etrafında önemli bir saflaşmayı açığa çıkardı. AKP iktidarının, kutuplaş- tırma politikalarıyla bu tabloyu bilinçli bir şekilde açığa çıkardığı biliniyor. Geride bıraktığımız süreç, AKP’nin ideolojik, politik ve kültürel hegemonyası altında kalan kitlelere ulaşma anlamında “Hayır” cephesinin yetersizliğini ortaya koymuştur. Bu durum, siyasi iktidarın siyasi ve ekonomik krizin faturasını ödeyen önemli bir toplumsal kesimin öfkesini “diğer” kamptakilere karşı harekete geçirebilmesini kolaylaştırmaktadır. Mevcut kamplaşma halinin, ezilenlerin dayanışmasını ve sorunun temel kaynağı sisteme yönelik mücadelesini zayıflattığı bir gerçektir.

Referandum hilesinin ve YSK eliyle çalınan gerçek zaferin sorumlusunun “Evet” oyu veren kitleler değil onları manipüle eden, şovenizm ve ırkçılıkla zehirleyen ve kendi politikalarına yedekleyen AKP iktidarı olduğu göz ardı edilmemelidir! “Hayır” tercihi etrafında açığa çıkan ve bugün artık OHAL’e rağmen sokağa taşan öfke ve tepkinin yöneleceği gerçek adres tam da yaşadığımız yoksulluk ve yoksunluğun gerçek nedeni, sömürü ve zulüm sistemi ile onun kaptan köşkünde 15 yıldır oturan AKP iktidarıdır! Bugün kendiliğinden gelişen bir kitle hareketi söz konusudur. Bizimse görevimiz, bunun parçası olmak, ondan öğrenmek ve onunla bütünleşmek olmalıdır! Siyasi iktidarın referandum gündemli eylem ve etkinliklere yönelik yasaklama, engelleme, gözaltı ve tutuklamalarının hareketin gelişmesine paralel şiddetleneceğine ve bastırma, ezme politikasının yaşama geçirileceğine şüphe yok. Ne var ki, 16 Nisan seçimleri, bardağı taşıran son damla olmuş ve ok yaydan bir kez çıkmıştır. Şimdi bastırılsa bile dikilen zor ve şiddet gömleğinin dikiş tutmayacağı ve kısa sürede yığınların zoruyla yırtılacağı gün gibi açıktır! Uluslararası proletaryanın birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs, referandumun koordinatlarını çizdiği bu siyasal atmosfer içinde kutlanacak ve anlam kazanacaktır! İşçi sınıfı ve geniş emekçi yığınlar, sömürüye, talana, yoksulluğa 1 Mayıs’ta “Hayır” diyecek; bizi ezen, yok sayan sisteme meydan okuyacaktır! Bedellerle bugüne taşınan ve “Hayır”da ifadesini bulan direniş ve mücadele bayrağı- nı proletaryanın kavga gününde daha yükseklerde dalgalandırılacaktır! Güvenle ilan edebiliriz ki, siyasal ve ekonomik krizin beslediği ve büyüttüğü çatışma ve hesaplaşma, bugün belli yanlarıyla, kitle hareketi şeklinde yüzeye vurmuştur! Bunun büyüyeceğinden kimse şüphe etmemelidir! Kuşkusuz bizim için aslolan, sınıf mücadelesinin engin denizinde görünür olmaya başlayan bu direnişle buluşmak ve onu büyütmektir!

PARTİZAN”

41210

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

6/7 Eylül 1955 kan-gözyaşı ve ölüm

               Ermeni soykırımı tarihinin ilk evresi, Osmanlı imparatorluğu hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere karşı Abdülhamit döneminde uygulanan katliam ve baskılar ile başlamaktadır.1896 yılına kadar birçok vilayette yapılan katliamlarda yüzbinlerce insan öldürülmüştür.Bir ulusun yok edilmesinin ikinci evresi 1915 yılında İttihat-Terakki hükümetinin 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olan yeni bir yüzyılın başlangıcında ilk SOYKIRIM olayıdır.Üçüncü ve son devresi ise Ulus devleti inşasında kurulan TC,yani Kemalist Türkiye'sinde azınlıklara karşı uygulanan politikalar sonunda  b

Sayfalar