Cuma Mayıs 17, 2024

Hitler,Mussolini ve Erdoğangillerin yaratılmasında liberallerin payı!

Son zamanlarda, bir çok liberal ve demokrat köşe yazarı, AKP iktidarını ve Erdoğan’ın “tek kişi(!)” diktatörlüğünü eleştirirken, Sovyetler Birliği’ni ve Stalin’i anmadan geçemiyorlar. Stalin’i Erdoğan ile eşleştiriyorlar ve Erdoğan’ın uygulamalarını Stalin önderliğinde SSCB olan uygulamalara benzetiyorlar. 

Liberal ve reformist burjuva yazar ve aydınların çoğunun Stalin düşmanı olduklarını biliyor ve bunun nedenlerini anlayabiliyoruz. Birinci neden; yaşam biçimleri ve buna uygun düşen düşünce tarzlarıdır. Kapitalist sistemin sömürü düzeninden nemalandıkları için düşünce biçimleri de buna uygun şekilleniyor. Bunlar, yaşadıkları gibi düşünüyorlar ve bu nedenle de, sömürü ve baskının olmadığı sosyalizmin karşısında yerlerini alıyorlar.

Bunlardan biri Murat Belge. 12.06.16 tarihli “t24”1 deki yazısında, Erdoğan’ı Stalin’e benzetmiş. Bunu tek MB yazmıyor. Bir çok sosyalizm düşmanı ve kapitalizm sevici burjuva liberal yazarlar da sık sık yazıyorlar. Kapitalist sistem içindeki faşist bir diktatörü getirip sosyalizm içine sokmaya çalışıyorlar. 

Bir türlü gönülleri, Erdoğan’ı Hitler, Mussolini vb.leri ile eşleştirme pek razı olmuyor. Böylece, yeni kuşağa; Erdoğan’ın “iyi” olmadığını söylerlerken, Stalin şahsında sosyalizmin daha da kötü olduğunu anlatmayı amaçlıyorlar. Bunların, kapitalizm ile sosyalizm karşılaştırmaları ancak bu kadar basit olabiliyor. Burjuva liberal düşünce yapıları, sermayenin kanlı diktatörlüğünü eleştirmeye ulaşamıyor.

Her şeyden önce Erdoğan birine benzetilmesi gerekiyorsa, öncelikle, en yakınında ve önceli Mustafa Kemal var. Onun zamanında da tek parti (CHP) vardı. Hiç bir demokratik hak ve ortam yoktu. Ağır baskı ve sömürü koşulları vardı.

M. Kemal ile Erdoğan arasındaki fark; birinin “laik” olması diğerinin ise islam dincisi. Ama yönetme biçim ve yöntemleri aynı. Aynı kapitalist sistemin ürünleri ve yürütücüleri. Erdoğan’a “diktatör” deyip, M. Kemal’e “diktatör” dememek riyakarlıktır. Kürtlerin katledilmesi, yok sayılması, salt bugüne özgü bir olay olmayıp, bu vahşet ve inkar M. Kemal ile başlamıştır. Alevilerin ibadet yerlerinin yasaklanması ve kapatılması ve toplumun sunnileştirilmesi salt bugüne özgü siyasal gelişmeler değildir. Yine, işçi haklarının yok sayılması, sendikaların yasaklanması, hiç bir muhalif siyasal oluşuma meydan verilmemesi ve komünistlerin içeri tıkılması yeni bir olgu olmadığı bilinen bir gerçektir. Bunlar, M. Kemal ile başlamıştır. TC’nin 1925-1950 arasını ne çabuk unuttunuz! M. Kemal iktidarı döneminde, “demokrasinin vaz geçilmez kurumları” dediğiniz hangi parti (CHP dışında) vardı? 

Yine benzetme konusunda daha uzağa gitmelerine gerek yok. Menderes-Celal Bayar ikilisi altındaki on yıllık yönetime bakmaları bile yeterli olur. Kutuplaştırma, islamlaştırma, Türkleştirme, azınlık milliyetlerin zorla göç ettirilmesi ve üzerlerindeki her türlü ağır baskı; tüm demokratik hak ve özgürlüklerin yok edilmesi, muhalif olanlara karşı ağır baskı koşulları, muhalif basının susturulması vb. uzayıp gider...

Bugün olduğu gübi, dün de “her mahallede bir milyonerin” (yandaş sermaye ve sermayenin merkesileştirilmesi vb.) yaratılmasına karşılık, aşırı sömürü, küçük mülk sahiplerinin mülksüzleştirilmesi, yoksulluk ve yolsuzluklar...

Bütün bunlar aynı sistem içinde, kapitalist sistem içinde olan gelişmelerdir.

“Demokrasi”cilik oynayan gelişmiş kapitalist ülkeler gelince, onlar, Erdoğan vb.lerinin yaratıcı ve besleyicileridir. Bugün, Türkiye’deki gelişmeleri Batı sermayesinin çıkarlarından bağımsız ele alamazsınız. Yine Kürdistan’ın yerle bir edilmesi, Suriye’nin talan edilmesi ve Milyonlarca Ortadoğulu halkın yaşamlarına son verilmesi, sizin çok sevdiğiniz ve sosyalizme karşı ısrarla savunduğunuz kapitalist sistemin ürünüdür. Batı’da –bugün için- Erdoğan gibi “tek kişi”2 diktatörlüğü yoktur, ama, işçi ve emekçilere karşı tekelci sermayenin diktatörlüğü vardır.

Nasıl ki Erdoğan ve daha nice faşist diktatörün yaratıcıları ve besleyicileri Batı sermayesi ise, İŞİD vb. terör örgütlerin yaratıcıları da onlardır. Ve bunların hepsi, sosyalizmin değil, kapitalist sistemin ürünüdürler. Kapitalist sistem var olduğu sürece, yukarıda sayılanların hepsi bir şekilde yaşanmaya devam edecketir. Ama, daha ağır bir şekilde olmak şartıyla yeniden ve yeniden yinelenecektir. 

Liberal aydınlarımız, Erdoğan’ı eleştiriyorlar, ona karşı çıkıyorlar, ama, onu yaratan ekonomik sisteme karşı çıkmıyorlar. Sanki Erdoğan vb.leri uzaydan gelip tepeye kondu(!) Oysa bu tür soytarı kralcıkları, kapitalist sistem halkın karşısına çıkardı ve yaşadığı sürece de çıkarmaya devam edecektir.

Türk burjuvazisi, AKP iktidarı süreci içinde “altın dönemi”ni yaşıyor. Bu sözler, ülkenin en büyük tekeli Koç Holding yöneticilerinin ağzından salya gibi dökülüyor. Türk egemen sınıfların “Erdoğan severliği”, İSO’nun; “Türkiye’nin 500 büyük Sanayi Kuruluşu Araştırması”na3 kısaca göz atıldığında daha kolay anlaşılır.

Liberal aydınların “kem sözleri” sadece Erdoğan için, ama onu ayakta tutan sermaye için değil. Dilleri bir türlü sermayeyi “diktatör”, “faşist” ve “anti-demokratik” olarak adlandırmaya varmıyor.

Erdoğan’ı Stalin’e benzetmek, siyasal ve sosyal sapkınlıktır. Neden mi? Çünkü, Stalin bir komünist kişilik ve Erdoğan ise faşist bir kişiliktir. Stalin, işçi ve emekçilerin dostu ve önderi iken, diğeri ise işçi ve emekçilerin düşmanı, sermayenin ise dostudur. Stalin, yaşamı boyunca sömürü ve zulüme karşı çıkmış, kapitalizme karşı mücadele edip, sosyalizmin kurulmasında en çnde yer alan önderlerden biridir.

Uluslararası proletaryanın önderi ve ezilen halkların dostu Stalin ile Erdoğan’ı aynı kare içinde anmak bile, sapla samanı birbirine karştırmanın ötesinde bilinçli pespaye “Akit”çilik yapmaktır.

Ayrıca, karşılaştırma yapılacaksa öncelikle her iki ülkenin işçi ve emekçilerin ne gibi haklara sahip oldukları ortaya konmalıdır. Stalin öndeliğindeki SSCB’de, işçi ve emekçilerin sahip oldukları ekonomik, demokratik (siyasal ve sosyal) haklar, o güne kadar tarihte ve elbette kapitalizmin dünü ve bugününde hiç bir zaman olmamıştır. Stalin ve sosyalizm düşmanlığının nedeni de budur. Sosyalizmin işçi sınıfı iktidarı olmasındandır. Sosyalizm de işçiler ve emekçiler özgürdü. Sosyalizmde burjuva sisteminin yalakaları liberallere de yer yoktu. Sosyalizm, burjuva liberallerin tahayyüllerinbin alamayacağı kadar özgürlükler sistemidir.

Erdoğan’ın başında bulunduğu ülke halkının durumunu ise burada yeniden tekrarlamaya gerek yoktur. Sıradan faşist bir kişiliğin temsil ettiği bilinen sıradan faşist bir düzen. Türkiyeli işçi ve emekçilerin yaşam koşulları ise ortadadır. Uluslararası İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ITUC) tarafından yayınlanan, “Global Haklar Endeksi Raporu 2016”ya göre, “Türkiye, çalışanlar için dünyanın en kötü 10 ülkesinden biridir.”4

“Tek kişi” diktatörlüğüne ve “faşizm”e karşı çıkışta tutarlı olmak için, öncelikle bunları yaratan ekonomik ve sosyal sisteme köklü bir şekilde karşı olmak gerekir. Kapitalizme karşı çıkmadan, onun kaçınılmaz doğal siyasal biçimlerine karşı çıkmanın tutarlı bir siyasal duruş olmadığı açıktır.

Stalin düşmanlığı, sosyalizm düşmanlığıdır. Bu belgeli ve tarihsel bir gerçekliktir. Kapitalizmin dünyayı nasıl bir cehnneme çevirdiğini unutturup, Stalin şahsında sosyalizm düşmanlığı, belki bir süre işçi ve emekçilerin kafasını karıştırabilir. Ama, bir Arap Atasözünün söylediği gibi: “Hava kapalı diye yıldızların yok olduğunu sanma.” Bugün, gökyüzü kapitalist sistem tarafından iyiyce sislendirilmiş, ancak bu koyu sisli hava, işçi sınıfı ve onun sosyalist iktidar gerçekliği ve onun gelecek oluşu gerçeğini ortadan kaldırmaya yetmiyor.

“Yetmez ama Evet”cilerin, Stalin gibi birini eleştirme haklarının olmadığı, bugün yaşanılanlardan dolayı açık değil mi? Erdoğan gibi bir faşist kişiliği halka şirin gösterenler başta onlardı. Komünistler değildi. Komünistleri “ütopyacı” kendilerini ise “gerçekçi” diye adlandıranların, gerçekleri Erdoğan ve Türkiye’nin geldiği bugünkü noktadır.

Ayrica, Stalin konusunda aydınlanmak istiyorlarsa, onlara yardımcı olunabilinir: Öncelikle, “Kapitalizmin Kara Kitabı”5, “Kuruşçev’in Yalanları”6 ve “Sovyetler Birliği Hakkında -En Çok Söylenen- Yalanlar ve Gerçekler-, Mario Sousa7 ve “Sovyetler’e karşı Büyük Komplo”yu8 okumları yeterli olur.

1 Bkz. T24.com.tr

2 (bu tanım gerçeği yansıtmıyor, doğrusu sermayenin faşist diktatörlüğüdür)

3 Bkz. iso.org.tr : “Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu-2015”

4 www.diken.com.tr/ 17.06.2016. (Dünyada çalışanlar için en kötü durumda olan 10 ülke ise Belarus, Kamboçya, Çin, Kolombiya, Guatemala, Hindistan, İran, Katar, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri oldu.)

5 Kapitalizmin Kara Kitabı, Evrensel Basım

6 Huruşçov’un Yalanları, Yordam kitap

7 Bkz. Cafrande.org. 23.08.2010, ayrıca, Vikisosyalizm

8 Michael Sayers- Albert E. Kahn, “Sovyetler’e kKarşı Büyük Komplo 1917-1947”, Yurt Yayınları 

 

43264

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

materyalist bilgi teorisi ve komünist partileri

 

“İnsan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar.” Marks

 

İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, insanın bilgisi  üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.

Sayfalar