Pazartesi Nisan 29, 2024

Hukuk Mu Dediniz?

Güney Afrika Cumhuriyeti'nde, emperyalist bir tekelin çıkarları uğruna maden işçilerinin katledilmesi (16.08.2012)

Burjuvazi ve onu hizmetindeki kalem erbabı; “hukuk”, “adalet”, “hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı”, “bağımsız Türk mahkemeleri”, “demokrasi” “insan hakları” gibi kavramları çok sever. Her fırsatta bunları dile getirirler. Burjuvaziyi tanımayanlar; “bunlar ne kadar da adalet ve hukuk düşkünüymüş” diye hayret içinde kalır ve alıkışlarlar, kendi zayıf “hukuk düşkünlüklerinnden" ve  zayıf “adaletli” oluşlarından utanır olurlar.

 

Emperyalist burjuvazi, Irka’a; “demokrasi getirmek ve insan haklarını tesis etmek” için, girer, bombalar, bir milyondan fazla insanı öldürür, ktileler içinde alt kimlikleri kaşıyrak birbirine düşman haline getirir ve savaş artık kitlelerin birbirine karşı savaşına dönüşür ve burjuvazi buraya “demokrasi” getirdiğinden , “insan hakları normlarını yerleştirdiğinden” utanmadan, gözümüzün içine baka baka, söz eder.

 

Suriye’de, “diktatörlüğü yıkmak”, “demokrasi ve insan haklarını tesis etmek için”, taş taş üstünde bırakılmaz, binlerce katili Suriye içine sürerler, yüzbinlerce insan katledilir. Ne kültür ne de yüz yılların insanlık mirası kalır, “din” adına savaşları kışkırtır ve herkes birbirini boğazlayacak duruma ve insanı insan olduğuna utandırır hale getirilir. Emperyalist burjuvazi, yine, “hukuçu”, “adaletçi” ve “demokrasici” kesilir.

 

Türkiye’de son günlerde yine “hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı” sıkça konuşulur oldu. AKP, kendi çıkarları doğrultusunda 2010 yılında referanduma sokarak değiştirdiği yasaları yeniden, yani, kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde değiştirmeye çalışıyor ve değiştirecek de.

 

Bütün burjuva muhalif kesim, basbas bağırmaya başladı; “kuvvetler ayrılığıyla oynayamazsınız!”, “yargı bağımsızlığı kutsaldır!”, “halkın yargıya güvenini sarsmayın!”, “hukukun üstünlüğü korunsun!” vb. vb. demeçleri üst üste yığılıyor.

Ve bunların hepsi, bu ülkede eskiden beri yaşananlar yok sayılarak,  gözlerimizin içine bakılarak yapılıyor. Her şey ayan beyan ortada. İstedikleri gibi “hukuk” yapıyorlar, istedikleri gibi “adalet” dağıtıyorlar, istedikleri gibi, “hukuk üstünlüğü” anlayışları ortaya çıkarıyorlar ve buna rağmen kalkıp “bağımsız yargı”, “kuvvetler ayrımı” demeleri mide bulandırıyor.

 

T.C. devleti, tarihi boyunca, çok sevdiklerini söyledikleri, “batı tipi” bir burjuva hukukuna dahi sahip olamadı. Kimi kanunları alıp “yasa” diye kağıt üstüne geçirseler de, pratikte onu uygulamadılar. Hukuk ve adalet, burjuvazinin çıkarlarına göre işledi ve işletildi. Bir burjuva diktatörlüğünde başka türlü olması da beklenemezdi. 

 

Liberal kalemşörlerimiz, her ne kadar “batı tipini” savunsalarda, onların “Batı”sının da; Afganistan’da, Irak, Suriye, Filistin, Afrika ve daha bir çok ülkede, nasıl bir “demokrasi” ve “hukuk” sistemi uyguladıklarını, her gün binlerce insanın katledilmesi ve ölmesiyle görüyor ve yaşıyoruz. Onların “Batı hukuku ve demokrasisi”, İtalyan kıyılarında Akdenize diri diri gömülen binlerce Afrikalı, Asyalı yoksul göçmenin cesetleriyle kanlanmıştır. Onların Batı demokrasisi; Bangaldeş, Hindistan, Kamboçya, Tayland, Pakistan, Endonezya, Filipin, Afrika kıtasında yer alan ülkelerin hepsinde ve daha yüzlerce yoksul bıraktıkları ülkelerin yoksul binlece emekçilerin alın teriyle kanlanmış durmdadır.

 

AKP, 12 Eylül 2010 değiştirdiği ve istediği gibi biçimlendirdiği HSYK, 17 Aralık yolsuzluk olayından sonra, baktı ki “açık” var, hemen değiştirmeye yöneldi. Bundan önce, kendi yasa ve kanunlarını da çiğneyerek AKP’nin emri dışına çıkan tüm bürokrat ve polis yetkililerini değiştirdi. Oysa, düne kadar bunlar “kahramanlık destanı” yazan AKP elemanlarıydı.

 

Burjuvaziye, “hukuk” yetmez. Burjuvazi için hukuk; sermayenin büyümesini ve egemenlik alanlarının genişletilmesine hizmet etmek zorundadır. Özellikle emperyalizme bağımlı kapitalist ülkelerde böylesine değişimlerin yaşanması sık sık görülür. Gelişmiş kapitalist ülke burjuvazisi, olağan koşullarında, açıktan, bu tür “hukusuzluklara” müsade etmez. Siyasal temsilci ve bürokratlarının “hatalarına” göz yummaz, anında görevden alır. Daha çok istifa ettirir. Böylece, burjuva hukuku, kitlelere, “eşit adalet”li gösterilir. Örneğin,  Almanya’da bir cumhurbaşkanı, “Afganistan’da çıkarlarımız için varız” dediği için, “sen bunu nasıl söylersin, biz orada Afgan halkına yardım için varız” gerekçesiyle, yani, adam doğruyu söylediği için, anında istifa ettirildi. Bir Afganistan olayı, Almanya’da, dört yıl içinde, iki cumhurbaşkanı, iki savunma bakanı, bir genelkurmay başkanı ve bir çok danışmanın başını yedi. Batı, burjuvazisi, kendi “demokrasisi”ni aynen böyle koruyor. Kitlelerin burjuva hukukuna ve adaletine güvenleri sarsılmasın diye.

 

Türk burjuvazisi, emperyalizmin elinde büyüdüğü için, "yerine" yerleşemedi, ne hukuk sistemi yerleşti, ne de burjuva demokrasisini yerleştirebildi. Bunların kıyısından köşesinden geçti, ama bunu içselleştiremedi. Ve Türk kapitalizminin başından beri ağır aksak gelişmesi, burjuvazisinin de gelişmesini buna göre koşullandırdı. Bu nedenle de paylaşılmayan çok alan var, yeni yeni palazlanan yeni egemen güçler var. Bunlar arasındaki mücadele de hep sert ve yer yer kanlı olmuştur. Bu, hemen hemen bütün yarı-sömürgelerde böyledir. Bu gelişmeler, bu tür ülkelerin emperyalizme bağımlı oluşundan ve onun çıkarlarına göre siyaset belirlemesinden ayrı ele alınamaz.

 

AKP (ve Cemaat) hükümeti de, iktidara geldiğinde, arakasındaki yeni kapitalistleri güçlendirdi. Onların palazlanması, doğal olarak daha önce palazlananlarla, aralarında, bir sömürü ve egemenlik savaşı başlattı. Çünkü yeni gelenler eskilerin yerlerine gözlerini diktiler. Başka türlü de olamazdı. Şu anda, AKP’nin sallanması, “gitti-gidecek” olması, egemen sınıflar arasındaki savaşın siyasal görüntüsünden başka bir şey değildir. AKP ve arkasındaki sermaye, iktidarı kaybetmemek için her yolu deneyeceği gibi, yeni ittifaklara ve uzlaşmalara gidebilecektir.

 

Böyle bir devletin “hukuku” da buna göre oluşmaktadır. Genelde, burjuva hukukun sınırlarını belirleyen egemen güçler arasındaki çatışma oluyor. Askeri darbeler, askeri müdahaleler, hükümetleri düşürmeler, emperyalist burjuvazinin yanında, içerdeki egemen güçler arasındaki çıkar dalaşları, “demokrasi”nin içeriğini, “hukuk” ve “adalet” sistemini de belirliyor. Bu nedenle de, “bağımsız yargı”, “hukukun üstünlüğü”, “bağımsız mahkemeler” diye bir durum söz konusu değildir. Halkımız bunu yakından bilir. En küçük bir adli olayda dahi rüşvetsiz işlem yapılmaz. Ya hakim, ya savcı ya da mubaşire para verilir. Ya da bunları tanıyan “nüfuzlu” biri, yine para karşılığı araya sokulur. Cinayet olayalarından tutunda tüm diğer adli olaylara kadar, bu işin muhatabı olanlar, rüşvetle adam ararlar. “Adamını” bulan, suçlu da olsa, ceza almadan ya da az ceza ile “temiz” hale gelir, getirilir. Burjuvazinin ise basına yansımayan, yansıtılmayan, kendi yasalarına ters, o kadar “hukuksuzluğu” vardır ki, bunların adı bile geçmez. 

 

TC devletinin “adaleti” parayla ölçülür. Hukuk sistemi ise, öncelikle burjuva devletini ve onun çıkarlarını, yani, sermayenin çıkarlarını korur, ondan sonra ise halkın devletle ya da kendi aralarındaki “uyuşmazlıkları” konusuna bakar. Bunları da yine, sermayenin çıkarlarına zarar vermeyecek şekilde yapar. Ama, burjuva adaleti, her zaman mülkün, daha doğrusu üretim araçlarını (esas mülk budur, çünkü bu kitlelerin elinden, yasa vb. zorla, şiddetle çekilip alınmıştır) elinde bulunduran sınıfın çıkarlarını, kitlelerden korumaya yönelik düzenlenmiştir.

 

Gelinen son süreçte ise, “hukukun üstünlüğü”, egemen sınıflar arası keskin dalaşmanın sonucu iyice deşifre oldu. Burjuva “adaleti” ise, Roboski’de, çoktan ölmüştü. Kürdistan’da zaten, hiç bir zaman burjuvazinin yazılı “adaleti” ve de “hukuku” işlemedi. Faşist devletin zorbalığı işledi ve hep o devredeydi. 

 

Türk hukuk sistemi; bir diktatörün kırık ayanasına bakıp, egemenlik alanlarının parçalandığını görmesinin hırçınlamasına bağlı olarak, yeniden ve yeniden düzenleniyorsa, bugüne kadar olanın da bundan pek farklı olmadığının yanında, ve bu hukukun ne denli “hafif” olduğunun da göstergesidir. Bu aynı zamanda, onların, demokrasisinin de içeriğini oluşturur.

 

Kitle mücadeleleri de burjuva hukukun demokratik haklar yönünde sınırlarının genişlemesini sağlar. Ancak, burjuva devleti var olduğu sürece, burjuvazinin sermayenin çıkarları doğrultusundaki temel yasal düzenlemelerini değiştiremez. Bu bir devrim sorunu olarak kalır. Elbete, bu gerçeklik,  kitlelerin, demokratik hak ve özgürlükler için mücadelesini reddetmez, tersine, bu uğurda mücadelenin büyütülmesini, genişletilmesini ve sürekli güncelleştirilmesini zorunlu kılar.

 

Türkiye’de “hukuk” ve “adalet” sistemi, sermayenin çıkarlarıyla örtüşüyorsa “huku”tur, “adalet”tir. Gerisi, ise “hukusuzluk” olur. Aynen bugün olduğu gibi. Onlar,  halka karşı işledikleri suçları “hukuksuzluk” saymazlar. Haziran Ayaklanması (GEZİ) sırasında yapılan baskılar, tutuklamalar, öldürme ve yaralamalar “hukuksuzluk” sayılmaz. İnsanların yargılanmadan yıllarca cezaevlerinde tutulması, işkencelerin yapılması, devrimci tutsaklara yönelik katliamlar “hukusuzluk” sayılmaz. İşçlerin haklarının gasp edilmesi, iş kazaları adı altında işlenen cinayetler, sermayenin daha da palazlanması için, kentsel dönüşüm adı altında rant alanların açılması, doğanın açıktan katledilmesi, ekolojik dengelerin bozulması vs. vs. “hukusuzluk” sayılmaz. Kısacası burjuvazi için, sermayenin cinayeti “hukuk”tur, “adalet”tir, sömürülenlerin hak araması, baskı ve sömürüye karşı çıkmaları ise “hukuksuzluk”tur, “terör”dür. Bu, farklı sınıfların farklı hukuk sistemlerinin pratik halidir.

 

Türk devletinin hukuku,  halkı baskı ve sömürü altında tutan bir hukuk sistemidir. Ne mahkemeleri ne yargılamaları ne de “dağıttığı adalet” asla ve asla bağımsız olmamış, bir avuç burjuvazinin çıkarlarını korumaya yönelik düzenlenmiş ve bunlar “yasa” ve “kanun” haline getirilmiştir. “TC devletinin, hukuk ve bundan ayrı olmayan adalet sisteminin “bağımsız” olduğunu ileri sürmek, en basit söylemle; sahtekarlık ve kitleleri kandırmaya yönelik bir yalan propagandasıdır. 10.01.2014***

91193

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Tarihsel bir şahsiyet TKP/ML'nin Kurucusu kurucu Önderi İBRAHİM KAYPAKKAYA-Halil Ahmet

Kimilerince genç Komünist diye bilindi. Yaşı 24’dü, ortaya koymuş olduğu eser ise bir dâhinin ortaya çıkarmış olduğu esere benzerdi. Amacımız, Komünist öndere dahi sıfatı yükleyip, olmayacak, başarılmayacak şeyleri başarmış olmasını göstermek değil. Bizler Komünist öndere dahi misyonu biçmiyoruz. Zira dahi demek, burjuvazinin bir takım insanları yüceltmesi, her yüzyılda bir gelen insanlar kategorisi çıkartmak, mucit icat vb şeyleri bulanları toplumlar tarihi sınıf savaşımında iyi şeyler gerçekleştirmiş olanlara da içteki ve dıştaki burjuvazi tarafından payeler biçilmesidir sadece.

Kiminle Çuvala Girdiğini Bilmek- Fikret Başkaya

 HDP’li milletvekillerini Meclis dışına atma operasyonunun terörle mücadeleyle uzaktan-yakından bir ilgisi yok. Tam tersine savaşı şiddetlendirmek ve faşist tırmanışı kurumsallaştırmak için öyle bir yola giriliyor. Asıl amaç tek adam diktatörlüğünü tesis etmek!

Rakka Operasyonu Emperyalizmle Kurulan Köprüdür!- Marco Karakaya

Suriye’de 2011’den bu yana yaşanan toplumsal gelişme ve karmaşa hali derinleşerek devam ediyor. Artık Ortadoğu sisteminin nasıl şekilleneceğine dair bir mücadele ve savaş süreci yaşanıyor diyebiliriz. Uzun süre muhalif denen ve geniş bir emperyalist blokun ve bölge gerici devletlerinin desteğiyle ayakta duran kesim gerek askeri gerekse de siyasi anlamda Esat rejimi karşısında ciddi bir başarı üretemedi. Rusya ve İran’ın Esat rejimine sunduğu destek Suriye’de ki “savaşın” tam bir “vekalet savaşı” niteliğine bürünmesine neden oldu.

Rakka’ya Sefer Tutarlı Devrimci Çizgiye Yönelik Seferdir!

Ortadoğu’da emperyalist güçler kendi sermaye egemenliklerini kurmak için her alanda savaşıyor. Ortadoğu halkları emperyalist kan emici  haydutların kırımından,vahşetinden, zulmünden inim inim inliyor. Yüzbinlerce mazlum kadın, çocuk genç-yaşlı katledidi.milyonlarcası yerinden, yurtlarından zorla koparıldılar. İşkence, zulüm gördüler. Binlerce kadın aşağılık haydutlarca seks kölesi olarak pazarlandı.

“Zübük devrimci” dedikoducular üzerine

Öncelikle şunu söylemeliyim ki, bir devrimci durüst olmalı, yalan söylememeli. Düşündüklerini,eleştirilerini,yargılarını açık ve net söylemelidir. Kişilerin arkasında konuşmamalı, eleştirisi veya söyleyeceği birşeyler varsa  muhatabı olan kişilerin yüzüne söylemelidir. Geyik muhabbetlerini yaparken gizli , imalı ,deyim yerindeyse; “sinsice, hin’ce ” iğneleyici laflarla kişiler eleştirilmektedir. Ömrüm boyunca ne bir devrimciye şiddet uyguladım nede uygulayanlara müsade ettim. Her zaman ve her koşulda  karşılarında oldum, teşir ettim.

TKP/ML TİKKKO savaşçısı Sefagül Aslan,18 Mayıs’ı anmak direnişi tüm Kürdistan’a ve Türkiye’ye yaymaktır’

TİKKO savaşçısı Sefagül Aslan: “Benim Kaypakkaya yoldaşın yolundan gidişimin nedeni Kürdistan topraklarının derininde, halkın yüreğinde oluşundadır”

TKP/ML TİKKKO savaşçısı Sefagül Aslan, “18 Mayıs ölümün, yaşamın, direnişin, kararlılığın, cüretin, ısrarın, ölümlerden yeniden doğuşun simgesi olmuştur” dedi.
Aslan, İbrahim Kaypakkaya’yı, Haki Karer’i, Dörtler (Necmi Ferhat, Eşref ve Mahmut) gibi devrimci öncülerin ölümsüzleşmelerinin yıldönümünde andığını ifade etti.

Dünyayı kurbağa gözüyle değil, Kaypakkaya gözüyle görmeliyiz

Madem başaramadık? Neden olmamız gereken yerde değiliz? Yaşadığımız deneyimler diyor ki,  hiçbir şey bizimle başlamadı, bizimle de bitmedi. Böyle düşünmek hem bencillik hem de metafizik bir bakış acısıdır. İnsanoğlu tabiatı gereği bencil-egoisttir. Edinilen erkin özelliği doğru kavranmazsa; Erk’i insanları egemenliğine alma yolu benimsenir ki, bu da birçok yanlışa, sekterliğe yol açar.
  

TKP/ML - TİKKO ROJAVA KOMUTANLIĞI

18 Mayıs karanlığı parçalama günüdür

18 mayıs, karanlıkları parçalama özgürlük ateşini her tarafa yayma günüdür. Özgürlük idealini ve kurtuluş düşünü can bedeli bir mücadeleyle sonsuza dek yaşatma günüdür. Karanlığın en koyu anında özgürlüğe ve kurtuluşa sahip çıkmanın adı, direnişi büyütmenin günüdür.

 
18 Mayıs şehitleri özgürlük düşüyle yürümenin gerçek yoludur. Onların aydınlık yolunda kararlılıkla savaşılırsa sömürü merkezleri parçalanır ve zulmün kaleleri yıkılır. Onların ideallerine sahip çıkıldıkça emperyalizm-feodalizm ve her türden gericilik alt edilir.

TKP/ML-MK: “Şehitlerimizi, iradelerinden öğrenerek anacağız”

“Ülkemiz devrim mücadelesinin devrimci önderlerinden Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Yusuf Aslan'ı, Amed zindanında direniş meşalesi olan Dörtleri, komünist önder İbrahim Kaypakkaya'yı katledilişinin 43. yılında andığımız Mayıs günlerinde ölümsüzlüğe uğurladık yoldaşlarımızı. Bir kez daha Mayıs ayı muştuladı zaferi, bir kez daha haykırdı direnişi, baş eğmezliği, teslim olmamayı…

Türk-Kürt ve çeşitli milliyetlerden emekçi halkımız!

YDG “Kaypakkaya yoldaş: Ölümsüzlüğünün 43. yıldönümünde halkımızın bağrında umut, zalimlerin zihninde korku olmaya devam ediyor!

 “İbrahim Kaypakkaya, Haki Karer ve Dörtlerin 18 Mayıs ölümsüzlüğü, Kürt ulusunun ve ezilen tüm kesimlerin kader ve kurtuluş birlikteliğinin simgesel değeridir. Türk devletinin ortak mücadele ve birlikte hareket etme iradesine yönelik bu denli saldırmasının temelinde de bu öz yatmaktadır. Onun için 18 Mayıs’ta Kaypakkaya yoldaşı anarken ortak mücadele ve en geniş bileşenle Kaypakkaya yoldaşı sahiplenme temel çıkışımız olmaktadır” ifadelerine yer verdi. Açıklamada şu ifadeler yer alıyor:

“Fiili saldırılar artarak devam ediyor”

"Kaypakkaya, devrimin kutup yıldızı, direnişimizin meşalesidir!"

"Komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın faşist cellâtlar tarafından Amed Zindanı’nda katledilmesinin üzerinden 43 yıl geçti. Faşist diktatörlük, önder yoldaşı fiziken imha ederek ondan duyduğu büyük korkuyu ilan etmiş ve böylece onun düşüncelerini yok edebileceğini düşünmüştür.

Sayfalar