Pazartesi Mayıs 6, 2024

Hükümet-PKK ‘Ortak açıklaması ’ ve BHH seçim tavri üzerine kısa deginmeler

HDP-İmralı heyeti ile Hükümet yetkilileri arasındaki görüşme ve PKK’nın on maddelik açıklaması üzerine bir çok yorumlar yapıldı ve bazı kesimler “PKK silah bırakacak” şeklinde yorumladı.

Her şeyi kendi koşulları içinde değerlendirmek gerekiyor. Koşullardan bağımsız yorumlar, gerçeklerle örtüşmez veya doğru yaklaşımlar olarak ortaya çıkmaz. PKK’nın geldiği aşamayı da bir on yıl öncesi ve hatta beş yıl öncesi gibi ele almak yanıltıcı olur. Bölgede ve uluslararası alanda bu süreçte çok şey değişti.

Her şeyden önce Irak ve Suriye’deki statüko bütünüyle değişti. Bu duruma bağlı olarak PKK, sadece  Türkiye’nin “misaki milli” sınırları içinde değil, geniş anlamıyla Kürdistan’da bir güç, bu bağlamda Ortadoğu’da bir güç oldu. Bunlar bir yana, Rojava’nın ortaya çıkması ve KOBANE savaşı, PKK’yı silahsızlandırmaya değil, daha fazla silahlanmaya ve bir devlet olarak ortaya çıkmasının güçlü ön koşullarını yarattı.

Böylesine ortada fiili bir durum varken, “PKK silahları bırakır-bırakmaz” tartışmaları, anlamsız bir tartışma oluyor. Daha önce, “BU Kürtlerin Son Savaşı MI?” (11.10.2014)[1] başlıklı makalemde belirtmiştim: Kürtlerin ulusal savaşının daha uzun süreceğini... 

PKK-Hükümet “ortak açıklaması” olarak bilinen açıklamada ise, ortada fazla bir şey yok. İki tarafta kendine göre yorumluyor. Ancak, bu açıklamada PKK’nın öne çıktığı ve devletin PKK ile ortak bir açıklama yapmak zorunda kaldığı gerçeği vardır. Devletin neden böyle bir açıklamaya gereksinim duyduğu açıktır. AKP ve devlet, “PKK teröristlerine silah bıraktırıyor” havası yaratarak kısa vadeli çıkarlar hesabı güdüyor. Ancak, buna ne kendi tabanı inandı ne de başkaları. Çünkü, öne sürülen on maddenin Türk devleti tarafından yerine getirilmesinin de koşulu yoktur. Demokratik bir ortam, ancak, Türk ve Kürt işçilerinin ve emekçilerinin ortaklaşa mücadelesi sonucu gerçekleşebilir. Türk devletinin ise demokratik bir niteliği söz konusu değildir.

PKK, Türk devletiyle silahlı “çatışmasızlık” ortamının sürdürülmesini, kendisi açısından bugünkü koşullarda doğru görmektedir. Bu nedenle de PKK böyle bir açıklamaya onay vermiştir. Ancak, bundan “silahların bırakılması”nı çıkarsamak, bölgedeki gelişmeleri ve PKK’nın son iki yılda elde ettiği kazanımları yok saymak ya da görmezden gelmek demektir.

“Ortak açıklama”ya karşın, devlet de PKK da birbirlerinin ne yaptığını biliyorlar. Karşılıklı güç denemesi, taktiksel politikalar ve türbünlere oynama politikasıdır. Özellikle devletin politikası budur. Devlet, PKK’yı yenmeyi, dağıtmayı çok istedi başaramadı. Bölmeyi çok istedi başaramadı. En son, “teröristlerle masaya oturulmaz”dan, “oturulur” düzeyine gelmek zorunda kaldı. Bu durum PKK’ya uluslararası alanda da bir avantaj sağlamış ve kendi siyasal konumunu daha da güçlendirmiştir.

PKK, gelinen aşamada silah bırakmaz, silahların gücüyle geldiği noktayı bırakması doğru  da olmaz. Ancak,  yenilir ve askeri güçleri bir başka güç tarafından zorla (savaşla) dağıtılırsa, o zaman PKK silah bırakmak zorunda kalır. Bugün, nasıl ki, Türk devletinin kendi ordusunu gönüllü olarak dağıtmayacağını biliyorsak, PKK’nın da kendi ordusunu (askeri gücünü) gönüllü olarak dağıtmayacağı bir o kadar açıktır. Bu niyet sorunu değil, koşullarla ilgili olduğu kadar, bu koşulların ortaya çıkardığı ulusal hareketin siyasal niteliğiyle de ilgilidir. Reformist olmak, ezilen bir ulusun çıkarlarını feda etmek anlamına gelmiyor.

Bir çok anlaşmalar, uzlaşmalar ve hatta yer yer kısmi geri çekilmeler olabilir. Ancak, PKK’nın silahları bırakması beklenmemelidir. Bunu, Öcalan istese de başaramaz.

Ayrıca belirtmek gerekiyor ki, PKK’nin devlet ile bir masa etrafında oturması kadar doğal bir şey olamaz. Savaşan düşman güçler, bir taraftan savaşırken, bir taraftanda barış görüşmeleri yaparlar. Bu, bütün savaşlarda böyle olur. Bunun yadırganacak bir yanı yoktur. Önemli olan içeriktir. Örneğin, Filipin Komünist Partisi ve FARC-EP’de aynı görüşmeleri yapıyorlar. Ve daha niceleri... Savaşın bir yanının barış ( ya da ateşkes) olduğu unutulmasın. Bunlar da, birbirleriyle savaşan güçlerin karşılıklı görüşmeleriyle olur. Ve bu da, savaşın, masadaki mücadele biçimidir.

Tartışmanın esas konusu, Kürt Ulusal Hareketinin, Türkiye ve Kürdistan’da demokratikleşme de oynadığı rol olmalıdır. Bugün, Kürt Ulusal Hareketi, bu rolü oynuyor ve işçi sınıfının mücadelesinin bir müttefiki durumundadır. İşçi sınıfı, demokratik hak ve özgürlüklerin elde edilmesinde bu müttefiki dıştalama ya da onu karşı tarafa itme anlayışı içinde olamaz. Onun reformist ve sınıf uzlaşmacı politikalarını eleştirmeli, ama, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması ve faşizmin geriletilmesi için de birlikte mücadeleyi güçlendirmelidir.

PKK, Kürt ulusunun siyasal hak ve özgürlüklerini kazanmak ve elde etmek için sol’a gereksinimi var. Sol’un da, PKK ile müttefik olmaya gereksinimi vardır. Bugünkü koşullarda asgari taleplerde bir ortaklaşma söz konusudur. Ayrıca, PKK; kendini “sol” olarak değerlendiren bir çok “sol” harekettende (örneğin BHH içinde yer alan bazılarından) pratik ve siyasal duruşuyla işçi sınıfına daha yakın konumdadır.

HDP nezdinde 7 Haziran seçimlerinde ortak bir mücadele konseptinin oluşturulması, sınıf uzlaşmacı ya da proletaryanın sınıf çıkarlarının gözardı edilmesi değil, faşist diktatörlüğe karşı ortak bir mücadelenin seçimler özgülünde oluşturulmasıdır.

BHH’nin Seçim Tavrı

BHH (Birleşik Haziran Hareketi)’nin  7 Haziran Genel Seçimi ile ilgili açıkladığı tavır ise geleneksel orta yolcu bir tavrın dışa vurumu olmasının yanında, devrimci demokrat güçlerle ortak hareket etmek yerine, CHP’ye “muğlak” bir göz kırpmanın tavrı gibi gözüküyor. Özünde  ise, bu tavır, CHP’le göbek bağını kesmemesinden kaynaklanıyor.

Açıklamalarının demokratik haklarla olan içeriği, HDP ve bileşenlerinin açıklamalarından daha ileri değildir. Demokratik bir çerçevenin dışına çıkmamaktadır. O zaman, HDP ile ittifaktan kaçmanın nedeni ne? Bu açık değil. Çünkü, BHH bileşenlerinden ÖDP yetkilileri, CHP-HDP-BHH ittifakının olabileceğini açıklamışlardı. Yani, onların gönlünde CHP ile ittifak yatmaktaydı. CHP buna yanaşmayınca, kimseyle ittifak yapmayarak, ortada bir yerde durmayı tercih ettiler. Saflarındaki şövenist etkilere karşı mücadele etmek ve göğüs germek yerine onun etkisi altında kalma yolunu tercih etmişlerdir.

BHH bileşenleri içinde, kemalizm “hayranlığının” güçlü bir yer tuttuğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ezilen ulus demokratları ile birlikte gözükmektense, ezen ulus egemenlerinin  “sosyal demokrat” kılıflı bir sınıf partisiyle ittifaka daha yatkın gözükmeyi tercih ediyorlar. Onları, HDP ile ortaklaşa mücadeleden uzaklaştıran esas etmenlerin başında bu geliyor. Yoksa, proletaryanın sınıf çıkarlarını ya da onun ideolojisinin saflığını korumak diye her hangi bir dertleri olduğundan değildir.

BHH bileşenleri, mevcut siyasi iktidara karşı kitle hareketini, sokağın gücünü  geliştirmek istiyorsa yine Kürt hareketi ve sol’a yüzünü döndürmeliydi, büyük burjuvazinin partilerinden biri olan CHP ye göz kırpmak veya yakın durmaya değil. Bunu yapmamak bir sınıf tercihidir. Hangi sınıf ve kesimlere yüzünü dönme meselesidir. Hangi saflar ve kesimlerle ittifaklara girme veya eğilim duyma meselesidir.

Seçimlerin kurtuluş olmadığını komünistler başından beri açıklıyor. Ancak, seçimlere katılma koşulu varsa bu mücadele alanını terk etmek de doğru değildir. Evet, seçimler, işçi sınıfının kurtuluşunu getirmeyecek, ancak, kitleler parlamentodan umutlarını kesmedikleri sürece, burayı da bir mücadele alanı olarak kullanmak, sınıf bilinçli proletaryanın görevleri arasındadır. Tersi  “sol” komünizm çocukluk hastalığı”dır.

Esas olarak, sokaklardaki mücadeleyi geliştirmek, bütün üretim alanlarında işçi sınıfının mücadelesini örgütlemek ve geliştirmek birincil görev olmalıdır. Ancak, sınıflar arası mücadele çok yönlüdür ve her alanı sınıfın çıkarları için bir mücadele alanı olarak kullanmak gerekiyor.

Kısacası, BHH, seçimlerle ilgili, altına imza atanları da  tatmin etmeyen “muğlak” tavrını açıkladı. Ancak, bu içinden geçtiğimiz süreçte, işçi ve emekçilerin demokratik hak ve özgürlük mücadelesini güçlendirici bir içerikten yoksun olarak...

4 Mart  2015

[1] Bkz. http://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/kurtlerin-son-savasi-mi


61874

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

"Güleç yüzlü yiğit komünist şehit düştü" Osman Oğuz

Kapkara, zapzayıf bir adamdı, dışarıdan bakınca. Ama koca cüsseli olanı bile öyle bir sarardı ki karşılaştığında… Hani, “Ne çelikten irade kardeşim!” dersin ya bazılarına, öyle biri işte. Dosta candan güler, gülmek diye buna denir; düşmana ser verir, sır vermez.

İslamcı faşist diktatörlüğün korkusu

Adı resmileşmemiş, ama fiiliyatta TC artık islamcı faşist bir diktatörlüktür. Egemen sınıflar arasında bu konuda bir anlaşmazlık var. Ancak, gelişmeler bunun resmi bir hal alacağıdır.

Mussolini, Hitler ve Franco, faşizmi açıktan savundukları gibi, Erdoğan ve arkasındaki sermaye ise, açıktan “islamcı” bir iktidarı savunuyorlar. Meclis Başkanları bunu açıktan dile getirdiği, Erdoğan ve diğerleri ise teyit etti. Teyit etmelerine de gerek yok, 14 yıllık savunu ve uygulamaları islamcılığı bütünüyle yerleştirmek ve Suudi Arabistan benzeri Selefi iktidar kurmaktır.

79-ԵՐՈՐԴ ՏԱՐԵԼԻՑԻՆ ԱՆԻԾՈՒՄ ԵՆՔ ՏԵՐՍԻՄԻ ՑԵՂԱՍՊԱՆՈՒԹՅՈՒՆԸ:

79.YILINDA DERSİM TERTELESİNİ LANETLİYORUZ !

Kürt, Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani, Alevi, Ezidi halklarına mensup farklı etnik ve inanç sahibi toplulukların bir arada yaşadığı coğrafyamızda yüzyıllardır hiçbir zaman kan, gözyaşı ve acı eksik olmamıştır. Zulüm, bugün bile mazlum halkların kanları ile sulanan topraklarda en koyu ve vahşi şekilde devam etmektedir.

Parti biziz /Halil Ahmet

Belki biz olmayacagiz ama bu celik aldigi suyu asla unutmayacak,Ibrahim kaypakkaya.

Sorunlari cözme tarzimiz olaylara olgulara bakis tarzimiz ve bunlar arasindaki iliskiyi ele alisimiz nasil olmalidir.

Dogaldirki yazinin basligindanda anlasilacagi gibi parti biziz .Biz partiyiz ve dogal olarak partinin ele alinisi ve degerlendirilmesi parti onderligi ve cizgisinden bagimsiz olarak ele alinip degerlendirilemez.

Faşizme Karşı Direniş, Serhildan!

Faşist Kemalist Diktatörlük başta Kürt ulusu olmak üzere parolası mücadele ve direniş olan tüm halk kesimlerine azgınca saldırmaya devam ediyor. Hâkim sınıf kliği AKP sistemli baskı ve sömürü politikasına, katliam, gözaltı ve tutuklama terörüne geride bıraktığımız iki seçimle (7 Haziran-1 Kasım) birlikte hız kazandırmış, Kürt ulusuna, işçi ve emekçilere, kadınlara, çocuklara, LGBTİ’lere, doğaya ve yaşama karşı teyakkuza geçerek yeni bir saldırı dalgası başlatmıştır.

" Devrimci cephe hareketi "üzerine

Kaypakkaya'dan günümüze 44 yıl geçti. Yaşadığımız devrimci deneyimler bizlere önemi azımsanmayacak kazanımlar bıraktı. Bu bizler için önemli miras bu mirası doğru özümsemeliyiz, kavramalıyız ki, gelecekte Halk Cephesi’ni kurma yolunda ufkumuz açık olsun. Gereksiz polemiklerden böylece kaçınmış olunur. Eğer ki mesele doğru kavranmaz, önemsenmez ve de olsun-bitsin mantığıyla hareket edilirse ciddi yaralar alınır.  "Kaş yapalım derken, göz çıkarmış "oluruz.

PARTİ VE KAYPAKKAYA ÇİZGİSİNE SAHİP ÇIK, TEORİK TEMELLERİNİ GÜÇLENDİR, ONU KAVRA ve GELİŞTİR

Partimizin kurucusu şahsında amaç ve araç, hedef ilişkisi bağlamında kuracağımız analiz-sentez ilişkisi bizim sorunu nasıl ele alacağımızla direk ilintilidir. Tarihsel olarak olaya baktığımızda İbrahim Kaypakkaya (İK) sıradan bir devrimci önder değildi. Onu komünist yapan doğrudan savunmuş olduğu ve yaptıklarıydı, yani teori ve pratik bütünlüğüdür.

Bir ikiye bölünür / Halil Ahmet

Herşey bir çelişkidir. Bu Maoist felsefi tanımdan yola çıkarak soruna bakarsak olayları ve olguları ve bunların arasındaki iç bağlantıları doğru bir şekilde kurabiliriz.

“Hareketin kendisi bir çelişkidir veya bir ikiye bölünür” Maoist felsefi yaklaşımını nasıl ele almalıyız? Başkan Mao’nun bu noktadaki ML’ye yaptığı katkılardan biri olarak felsefe alanında çelişki yasası olduğu gerçeği de herkes tarafından kabul edilmektedir.

“Bir ikiye bölünür ama asla iki birleşip bir olmaz. İkiyi bir yapmak revizyonistçe bir yaklaşımdır.” (Mao Zedung)

TKP/ML – TİKKO ROJAVA KOMUTANLIĞI: 24 Nisan devrimin zorlu ve onurlu yoludur!

Savunduğu devrim öğretisiyle burjuva-feodal devletin soluğunu kesen kıvılcımı-aleve, alevi tüm ülkeye yaymaya çalışırken sadece gerçeğin sesine ve gerçeğin izinde yürümeye çalışan Kaypakkaya yoldaş işçi sınıfının ve çeşitli milliyetlerden emekçi halkımızın önderi olmaya devam ediyor. Kaypakkaya yoldaşın devrim ve örgüt öğretisi, işçi sınıfının kazandığı ve sahip olduğu en ileri devrimci öğretidir. Ülkemizde hiçbir teori, hiçbir düşünce ve strateji Kaypakkaya yoldaşın ortaya koyduğu kurtuluş yolu kadar gerçekçi, uygulanabilir ve güvenilir değildir.

TKP/ML MK : 44.YILIMIZDA ŞAN OLSUN İHTİLALCİ PROLETER ÇİZGİMİZE!‏

“Yerin seni çektiği kadar ağırsın,

Kanatların çırpındığı kadar hafif…

Kalbinin attığı kadar canlısın,

Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…

Sevdiklerin kadar iyisin,

Nefret ettiklerin kadar kötü…”

Yoldaşlar,

Partimiz TKP/ML kuruluşunun 44. Yılını kutluyor. Partimiz, Önderimiz İbrahim Kaypakkaya önderliğinde Şafak Revizyonizme karşı ideolojik-politik temelde örgütsel mücadelenin sonucu olarak 24 Nisan 1972’de tarih sahnesindeki yerini aldı.

Tarih Tanıktır: 24 Nisan’da Kaypakkaya Çizgisinin Doğuşuna

Yüzyılda Ülkemiz iki önemli tarihi zelzeleye tanıklık etti. 24 NİSAN. Öyle ki, her iki toplumsal olay tarihimizde silinmez ve silinmeyecek izler bıraktı. Hele ki bu silinmez tarihi olay aynı güne denk gelmişse - ki öyle- bir o kadar daha önemli ve de değerlidir. Tarihimizde bazı yaşanmışlıklar vadesi dolduğunda unutulur, tarih sahnesinde silinip giderler. Ve kendi kendini tasfiye ederler.

Sayfalar