Pazar Mayıs 12, 2024

IŞİD Neden Yenilecek-Irfan Aktan

 

IŞİD’in Kobanê’de iki sebepten ötürü daha şimdiden yenilmiş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Birinci sebep Kobanê halkının bölgeyi terk etmesi, öbürü de IŞİD’in, Kürt sivillerinin boşalttığı bölgeleri doldurabileceği bir “halkının” olmayışı. Daha da ileri gidip şunu söyleyebiliriz ki, IŞİD Kobanê’ye doğru ilerledikçe yenilgiye daha da yaklaşıyor. Üstelik bu iddiamızın dayanakları YPG lehine atılmış sloganlara değil, doğrudan tarihsel deneyimlere bağlanabilir.

Ortadoğu hâlihazırda bir sırat köprüsü ve bölgedeki tüm aktörler köprünün üzerine dizilmiş durumda. Birkaç yıl sonra her aktör şu an gizli veya aleni elini tuttuğu, ittifak kurduğu gücün ya bedelini ödüyor olacak veya meyvesini tadacak. Neyse ki gelecek, öngörüde bulunamayacağımız kadar karanlık değil. Dünya siyasi tarihinden ders çıkarırsak, ezilmeye/ sömürülmeye çalışılan yerel halkla dayanışan güçlerin büyük bedellere rağmen eninde sonunda kazandığını görebiliriz. İşgalci/istilacı güçlerle ittifak kurar veya istilacıyla toprağının savunucuları arasında taraf tutmakta mütereddit davranırsanız, kaybetmek “kaderiniz” olur. Türkiye devleti şu an Ortadoğu’nun en mütereddit aktörü gibi görünüyor. Ama bununla da yetinmiyor; istilacı, gerçek anlamda harici olan IŞİD’le, Erdoğan’ın tabiriyle “diplomatik müzakere” yürütüyor. AKP ne IŞİD’in elini bırakmaya niyet ediyor ne de Kürt hareketiyle alenen karşı karşıya gelme cesareti gösterebiliyor. Üstelik AKP kurmayları bunu bir çıkmaz olarak değil diplomasinin kudreti olarak algılıyor veya algılatmaya çalışıyor. Fakat Araf’taki bu pozisyonun sürdürülebilirliği yok. Türkiye cennet ile cehennem arasında tercih yapma konusunda çok az zamana sahip.

Şengal ve Kobanê’nin Musul ve Rakka’dan farkı

Machiavelli’nin Hükümdar’a yaptığı nasihatlere bakılacak olursa, işgalci/istilacı gücün bir bölgedeki tahakkümü yerel halkı baskıyla veya rızayla safına çekmesine bağlı. IŞİD’in Musul veya Rakka gibi şehirlerde halkı katliam tehdidiyle boyunduruk altına alması buna bir örnektir mesela. Fakat Machiavelli’den şu iktibasla devam edelim: “Silah gücünüz ne olursa olsun bir ülkeyi ele geçirmek için o ülke halkının sizden yana olmasına ihtiyacınız vardır. Fransa kralı XII. Louis bu sebeple, çarçabuk ele geçirdiği Milano’yu yine çarçabuk kaybetti.” IŞİD’in Kürdistan’da kara bayraklarını dikebildiği üç-beş yerde uğrayacağı akıbet de bu. Şengal’de, Kobanê’de, Kürdistan’ın direnen bölgelerinde kısa vadede mevzi kazansa bile kalıcı olması söz konusu değil. Çünkü yerli halk IŞİD istilasına rıza göstermek veya boyun eğmek yerine topraklarını kitlesel olarak terk ediyor. Kısa vadede bu bir zafiyet olarak görülse de, aslında bir direniş/hamle biçimidir. Zira sivillerin boşalttığı alanlar IŞİD açısından en korunaksız bölgeler haline geliyor. Dolayısıyla Kürt hareketinin Kobanê’den göç eden sivilleri geri dönmeye çağırması ancak kısa vadede bir cesaret göstergesine vesile olabilir ama sivilsiz bir Kobanê’nin IŞİD açısından çok daha büyük bir tehlike olduğu söylenebilir. Zaten savaşlar tarihine bakıldığında, IŞİD türü istilacıların çoğunlukla girdikleri bölgeleri yakıp yıktığı, sivilleri kılıçtan/silahtan geçirdiği, verimli toprakları çoraklaştırdığı ve ama o çoraklığa aslında kendisini de hapsederek yok oluşunun zeminini yarattığı görülür.

Sivillerin kanı, dehşet sahneleri, kısa vadede istilacıların can suyudur. IŞİD’in vahşetini profesyonel yöntemlerle kısa filmler halinde tüm dünyaya nakletmesi, bunda özel bir çaba sarfetmesi, kan kokusuna ne kadar muhtaç olduğunu göstermeye yetiyor. Zira ancak bu şekilde sağ kalan yerli halkı topyekûn derdest edebilir ve burada bir tahakküm kurabilir. İstilacının, kendisini alkışlayan veya kendisine boyun eğen bir halkı yoksa tahakkümü de mümkün olmaz. IŞİD veya benzeri vahşet örgütlerine, döktükleri kanın kokusuyla derdest edebilecekleri bir halk bırakmadığınız zaman, dünyanın en verimli topraklarında bile çürüyüp giderler.

Göç hamlesi

Kobanê, Şengal halkının topraklarını terk etmesi bu bağlamda geri adım değil, bir karşı hamle olarak okunabilir veya işlevselleştirilebilir. Elbette göçün siviller üzerinde yaratacağı tahribatın boyutları her zaman yıkıcıdır ama bu, IŞİD’inkiyle kıyaslanamayacak düzeydedir. Sıcak savaşın yaşandığı bir süreçte insansızlaşmış bir Kobanê’de YPG’nin zafere ulaşması çok daha mümkün olabilir. Bilindiği gibi YPG’nin açılımı Halk Savunma Birlikleri. Halkı savunmak, bazen onu tahliye etmeyi gerektirebilir. Sivil katliamlarıyla nam salmak için didinen bir vahşet örgütüne karşı halkı koruyabilmenizin yegâne iki koşulu var: Ya çok güçlü savunma silahlarına sahip olacaksınız veya direniş sırasında halkı istilacılardan uzak tutarak topraklarınızı savunacaksınız. Elbette kitlesel göç IŞİD’in kendine güç vehmetmesine, sığınmacıları “kabul eden” Türkiye’nin de böbürlenip IŞİD’le ilişkisini örtme çabasına malzeme oluyor ama bunun cepheye doğrudan bir etkisi olmuyor. Fakat yine de bugün Kobanê’ye, yarın başka herhangi bir Kürdistan bölgesine istilacılar tarafından uyarlanabilecek bir yönteme karşı mutlaka tedbir alınmalı. Kürtlerden boşalan bölgelere IŞİD veya destekçilerinin, Esad zulmünden kaçan Sünni Arapları yerleştirmesi girişimi (henüz böyle bir girişimleri olamamakla birlikte) söz konusu yerlerde kanlı bir geleceğin taşlarının döşenmesi anlamına gelebilir ve Kürtlerin kendi topraklarını geri almaları çok daha çetin bir savaşı gerekli kılabilir. Nitekim Machiavelli, işgalciye şu öneride bulunuyor: “İşgal edilen ülkelerin dil, gelenek ve örgütlenme biçimleri farklı olursa, güçlükler çıkmaya başlar. Buralarda tutunmak için büyük bir şansa ve yönetim ustalığına sahip olmak gerekir. İyi ve etkin çarelerden biri de işgal edenlerin gidip o bölgeye yerleşmeleridir. Bu daha güvenilirdir ve sürekli egemenlik sağlar. Türkler öyle yaptılar. Yunanistan’a yerleşmeseydiler bütün önlemlere rağmen orada tutunamazlardı.”

IŞİD yenilecek, çünkü…

Gerek Türkiye gerekse Suriye-Irak rejimleri, Kürdistan’ı ellerinde tutabilmek için sistematik iskân politikalarını her zaman kullandılar. Türkiye, PKK’yle mücadelesi için milyonlarca Kürt köylüsünü topraklarından edip oralara karakollar dikti. Irak ve Suriye Baas rejimleri de bu yöntemle Kürdistan’ı Araplaştırma politikasına her zaman başvurdular. Fakat ne Türkiye boşalttığı köylere Türkleri yerleştirebildi ve tahakküm kurabildi ne de Batı’ya sürdüğü Kürtleri PKK’nin tabanı olmaktan vazgeçirebildi. Aynı taktik Suriye ve Irak için de hüsranla sonuçlandı. Dolayısıyla bu devletlerin yapamayacağını, IŞİD gibi “halksız” bir istilacı güruhun yapabilmesi zaten mümkün değil. Çeşitli Sünni Arap aşiret ve kabilelerinin desteğini almakla birlikte tamamen harici; dünyanın muhtelif bölgelerinden Ortadoğu’ya çöreklenen istilacı bu güruhun güçlü silahları olabilir ama PKK-YPG’ye karşı en zayıf noktası “halksızlık.” Türkiye’de IŞİD’e hâlâ bel bağlayanların akıllarında tutması gereken esas hakikat bu. Kürtler katliamlara, kitlesel göçlere maruz kalabilirler ama ne IŞİD çetesinin ne de bölge devletlerinin tahakkümüne rıza gösterirler. Halk kimden yanaysa, kazanacak olan odur. Türkiye’yi yönetenlerin PKK’nin ortaya çıkışından YPG’nin Rojava’daki etkinliğine kadar hâlâ idrak edemediği hakikat da budur.

Zete

 

80881

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)

Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.

Bir Sol Liberal Aydının Ezilen Ulus Milliyetçiliği Temelinde Ulus Sorununa Yaklaşımının Eleştirisi

Giriş:

Uluslar kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Ancak, kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de ulusal sorunlar çözülebilmiş değildir. Hala ezilen uluslar ve bunların kendi kaderlerini özgürce tayin etme mücadeleleri sürmektedir. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezilen ulus sorununun çözümü doğrudan proleter devrimlere bağlanmıştır.

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Sayfalar