Cuma Mayıs 31, 2024

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Bir önceki sayımızda, Kaypakkaya geleneği içinde bir sorun olarak gördüğümüz “Kaypakkaya’cılık yarışı” biçiminde görülen hatalı yaklaşım ya da anlayışı düzeltme gereğiyle eleştirerek, “Kim Daha İyi Kaypakkaya’cı?” başlığıyla bir makale yayımladık. Yayım tasarrufu gazetemizde olsa da okurun taktiri tamamen özgür bir alandır. Eleştiri bu taktirin ifadesi olduğu kadar, doğru-yanlış ekseninde kaçınılmaz olan fikir mücadelesinin de engellenemez bir biçimi ya da yansımasıdır. Fikir dünyasının eleştirisiz hali taşınması zor bir yüke dönüşür. Eleştirinin niceliğinden ziyade, niteliği daha dikkate değerdir. Aşağılayıcı, horlayıcı ve kırıcı kaba eleştiri Kaypakkaya’cı kültüre aykırı olup, acizliğin alametidir… Bizleri daha çok ilgilendiren boyut, eleştirinin doğruluğu ve yanlışlığıdır. Bu bilinçle, “Kim Daha İyi Kaypakkaya’cı?” hicviyle başlık etiğimiz sorunu, gelen eleştiriler temelinde, “Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?” başlığıyla tamamlamak ihtiyaç oldu.

Evet, bu kez sualin ikinci versiyonunu sormak için sebep doğdu…

Her önermenin kendi karşıtı önermeyle tam ve anlamlı olduğu doğrudur. Bunun gibi, her soru da pozitif ve negatif açılardan sorulabilir ve belki de ihmal etmeden sorulması gerekir. Ancak, pozitif bilimlerle ilgili olan herkes bilir ki, negatif soruyu öne çıkarmak muhatap üzerinde negatif bir yönlendirme ve etki gösterir ya da gösterebilir. Bundan hareketle, soruyu pozitif-olumlu özellikte sormayı doğru bulmuş ve “Kim daha iyi Kaypakkaya’cı?” sorusuyla ilgili konuda hakkında hatalı yaklaşımları eleştiren içerikle münakaşa yürütmüştük. Meramımız olumsuzluğu ve hatalı yaklaşımları derinleştirmek değil, iyimser yaklaşımları geliştirmekti. Bu amaca bağlı olarak kimseyi dışlamadan ve ötelemeden bütüncül bir yaklaşım ortaya koymuş, dar tartışmalardan özenle uzak durmuştuk… Ne ki, bu yaklaşım tarzımız tüm iyi niyetine karşın, hak etmediği reaksiyonlarla karşılaştı. Devrim kaygısı zayıf olup dar tartışmalar döngüsüne saplanarak kendisiyle kavga etmekten adeta zevk alan güdük devrimcilerin rahatsızlık duyduğunu gördük. Cılız da olsa bir arka plana dayanan bu rahatsızlığın, nezaketsizliğine bakmaksızın dikkate almayı ihmal etmedik; soruyu tersten de sorduk!…

Devrimci iyimserliğin büyütülmesi devrimci siyasetin ihmal edilemez görevlerindendir. Bahis konusu iyimserliğin, nesnel gerçeklere uygun geliştirilmesi ise elbette şarttır. Polyanacılık oynayarak sorunları gizleme ve gerçeklerden uzaklaşmayı telkin etmedik. Yeğlediğimiz sahte ve boş bir iyimserlik değildir, kastımız devrimci iyimserlik ve bunun geliştirilmesidir. Bu, her türden pesimist karamsarlığa karşı yükseltilmesi gereken pozitif bir değerdir. Ki, devrimci moral-motivasyonun yükseltilmesi devrimci cephenin genel ihtiyacıdır. Bu ihtiyaca kayıtsız olan ya da muhtaç olmayanların ise, zaten moral-motivasyona gereksinimi yoktur. Zira onlar bunun zirvesinde gezinmektedir! Sınıflar üstüdürler bunlar; yemez-içmez, ihtiyaç duymaz mükemmel devrimcilerdir! Bunlar, bulutların üstünde pembe alemde seyredenlerdir; ayakları yere basmaz, hiçbir şeyden etkilenmez görünseler de aslında kuru iradecilerdir bunlar…

Kendisini eleştirmeyen, sorgulamayan, kendisinde zerrece hata görmeyen ve muhtemel bir kusurlarının olabileceğini öngörerek bunu arama zahmetinde bulunmayanlar gelişemez, gelişme şansları yoktur. Ki, bunların karakteristik bir özelliği, hatayı hep başkalarında aramak, kendilerini hatalardan muaf görmektir… Oysa, çuvaldızla iğneyi doğru kullanmak, eleştiri-özeleştiri mekanizmasının ve diyalektik bilimsel tutumun ötelenemez şartıdır… İstisnasız olarak Marksist otoritelerin hepsi hatalar yaptı. Hatalar gelişmenin bir vesilesiydi, buna hizmet ettiler. Ama onlar hatalarına karşı açık ve alçak gönüllüydü; hatalarını görerek onlardan öğrenmesini bildiler. Kimse mükemmel değildi, olamazdı!…

“En kötü Kaypakkayacılar” O’nu savunup ileriye taşımayanlardır!

Halkın Günlüğü, “Kim daha iyi Kaypakkaya’cı?” sorusunu irdelerken, bu tarz bir yarışın hatalı içeriğini deşifre etmeye gayret gösterdi. Kendisini ve paralel kurumları bu sorgulamanın dışında tutmadı. Kendisini hepten olumlayarak eleştiri konusu yaptığı hatalı tarzdan muaf ele almadı. Yapıcı ve bütünleştirici eğilimi benimsedi. Az ya da çok hatalı olanları, biraz daha ileri ya da biraz daha geri olanları Kaypakkaya’cı zeminin dışına itmedi. Hepsini Kaypakkaya’cı olarak tarif etti. Bu kabul esasta bilimsel yönteme uygundu. Ötelenen, dışlanan ya da dışa çıkarılan veya çıkanların hemen hepsi bulundukları yerde ve temsiliyet taşıdıkları oranda şu veya bu ölçüde Kaypakkaya’cı olarak kaldı; terk edip başka diyarlara mesken edeni olmadı. Onlarca yıldır, “siz Kaypakkaya çizgisini terk ettiniz, siz tasfiyecisiniz, siz kır küçük burjuvazisini temsil ediyorsunuz, siz gerçek Kaypakkayacılar değilsiniz, siz partiyi temsil etmiyorsunuz” vb. şeklinde mesnetsiz eleştirilere maruz kaldı Kaypakkaya geleneğinin ana akım parçaları ya da daha küçük grupsal temsiller… Fakat buna karşın, aynı on yıllardır bu kesimler Kaypakkaya geleneğine bağlı, Kaypakkaya’cı yapılar veya gruplar olarak varlığını sürdürdü, bu temsillerinden ödün vermediler. Dolayısıyla, yürütülen ilgili eleştirilerin/dışlayıcı, öteleyici ve suçlayıcı eleştirilerin esasta subjektif olduğu bu pratik gerçek tarafından kanıtlanmış oldu.

Bu tecrübe karşısında hiç değilse bir kez daha düşünmek gerekli değil midir? Daha sağlıklı ve gerçekçi yaklaşmak lazım değil midir? Kesinlikle gerekli ve lazımdır! Uluslararası Maoist Komünist Harekete bakmakta fayda var. Onlardan öğrenmesini bilmek ve önemsemek gerekir. Bu Maoist hareketlerin hepsi istisnasız olarak birçok Maoist ve Maoizm’e yakın olan komünist ve devrimci partilerle birlikler kurdu, cepheler gerçekleştirdi. Bir de Maoist hareketin Türkiye-Kuzey Kürdistan ayağına bakalım! Burada durum nasıl gelişiyor, hangi özelliği barındırıyor. Bura Maoistleri birlikler gerçekleştirmede sonuna kadar ketum ve kabız. Ama ayrılık ve bölünmelerde sonuna kadar bonkör! Peki bütün bunlarda bir terslik yok mudur? Bizce var. Dolayısıyla Maoist Komünist Hareketten öğrenmeme gibi, kendi hatalarından da öğrenmeme ve bu bağlamda hatalı yaklaşımlarda ısrar ederek yürüme biz Kaypakkaya’cıların mustarip olduğu sorunlu yaklaşım tarzıdır…

Söz Kaypakkaya’cılığa gelir ise, bu zeminde de bazı gerçekliklere işaret etmek ihtiyaçla doğru olacaktır. “Kaypakkaya’cılık yarışında” muhataplarına aman tanımayan en keskin Kaypakkaya’cılardan, bunların suçladığı diğer tüm Kaypakkaya’cı kesimlere kadar (ki, aslında bu yarışta kimse diğerine sıra vermeyerek en ilerde durduğunu iddia etmekten geri durmamaktadır) hangi temsilin Kaypakkaya yoldaşı dört başı mamur bir teori-pratik bütününde geliştirip ileri taşıdığı iddia edilebilir? Temsil etme veya geliştirerek ileri taşıma iddiasına uygun olarak, ilgili muhataplar hangi pratikler, hangi kazanım ve ilerlemeler sağlanmıştır? Evet bazı nüanslardan bahsetmek mümkün. Fakat, devrimci savaş ve militan mücadele pratiğinin geliştirilmesi babında, ilgili temsiller arasında ciddi ve büyük oranda bir gelişmeden bahsetmek mümkün değildir. Bugün hiçbir Kaypakkaya’cı kesim göğsünü gererek devrimci savaşı büyüterek temsil ediyorum deme durumunda değildir! İşin özü şu ki, “Kaypakkaya‘cılık yarışı” sadece slogancılığa indirgenmiş ve devrimci pratiğin geliştirilmesine taşınarak burada kıyasıya bir yarış temsil edilememiş, edilememektedir! Ki, gerçek “Kaypakkaya’cılık yarışı”, ancak silahlı devrimci mücadele ve bunun, bugünün koşullarının koşulladığı Sosyalist Halk Savaşı pratiğinin geliştirilerek temsil edilmesiyle anlamlıdır…

Lakin Kaypakkaya’cı gelenek, örgütsel durum ve silahlı mücadele zeminindeki siyasi mücadele anlamında ciddi yetersizlikler göstermesine karşın, komünist teori/MLM ideoloji ve ilkelerde güçlü bir temsiliyet ve duruş gösteren ender bir gelenektir. Bu özünü geriye atarak unutmak veya anlamsızlaştırmak büyük bir hata ve haksızlık olur. Sorunları, hataları ve problemleriyle birlikte, Kaypakkaya’cı gelenek ülke devrimci hareketinde en diri devrimci mevzidir. Ülke devriminin kaderinde doğrudan söz sahibi olan köklü bir damar, bilimsel ideolojiyle donanmış komünist devrimci zemindir… Evet hatalı yapmakta, ciddi yöntem ve yaklaşım sorunları barındırmakta, önemli yetersizlikler taşımaktadır. Buna karşın her temsiliyeti (ister küçük grup olsun isterse de büyük siyasi parti örgütlüğü olsun), Kaypakkaya’cıdır; bu özü taşımaktadır. Kırılmalarına, sapmalarına ve hatalarına rağmen esas niteliği Kaypakkaya’cı ve Maoist‘tir bu kesimlerin. İsteyen dışlasın, isteyen reddetsin ve hatta men etsin, bu bir gerçektir; “yalnızca ben temsil ediyorum” iddiacılığıyla değiştirilemez olan nesnel bir gerçektir…

Buna itiraz edilmesi elbette mümkündür. Ne ki, itirazın ikna edici bilimsel dayanaklarla izah edilmesi aslolandır; slogancılıktan beslenen kuru itiraz sonuç ve durum değiştirmez. Açık ki, yapılan itirazlar haklı-devrimci ve ideolojik-teorik temele sahip itirazlar değil, bilakis mesnet taşımayan ve dogmatik statükoculuktan beslenen, bir o kadar da ben-merkezci ve sekterizmden malul olan “kuru itirazcı kültürün” ürünüdür… Bundan hareketle, “Kim daha Kötü Kaypakkaya’cı?” sorusu yanıt bulmuştur kanaatindeyiz.

“Daha kötü Kaypakkaya’cılar kimlerdir” sorusunu biraz daha açıklarsak; ilk akla gelenler Kaypakkaya’nın komünist çizgisi adına hareket edip de O’nu geliştirmekten imtina eden tutucu dogmatiklerdir. Bunun tersi olarak, Kaypakkaya’yı geliştirme adına hareket edip de Kaypakkaya çizgisini sulandırarak yozlaştıranlardır. Kaypakkaya çizgisinin narasını atıp da onun uygulanması, örgütlenmesi ve geliştirilmesi pratiğinde esamesi okunmayanlardır; kuru slogancılardır. İş yapmadıkları halde yapılan işlere burun bükerek küçümseyen ve iş yapıyor güründenlerdir. Savaş boruları çalıp da mantar patlatmayanlardır. Süreci ve koşulları okuyamayanlar; somut şartlara göre pozisyon almayıp devrimci argümanları sömürmekten geri durmayanlardır. Bilumum Kaypakkaya’cıları “mundar” olarak lekelemekten sakınmayıp, kendilerini makul ve mağrur görmekten haz duyan kibirlilerdir. Laf yarışıyla meşgul olup, elinde tuttukları çomağı hoyratça Kaypakkaya’cılara sallayan siyasi körlerdir… Çok daha özel olarak ise, Kaypakkaya geleneğinin birliğine karşı olup, ayrılıkçı ve bölücü kültürü temsil eden Kaypakkaya’cılar bu kategoride sayılırlar. Bu silsile uzatılabilir ama merak sahipleri için bu kadarı yeterlidir…

Yeterlidir çünkü, bizler negatif zemini kaşıyarak öne çıkarıp ayrılıkları büyütmeyi değil, onları doğru yaklaşım ve ilkelerde birleştirmeyi gaye ediniyoruz. Ayrılıklarımız ve hatalarımız kadar, birlik ve olumluluklarımız üzerinde emek harcamayı daha devrimci buluyoruz. Ayrılıklarımızın farkındayız, lakin bunların giderilmez engeller ve aşılmaz dağlar olduğunu düşünmüyoruz. Aksine abartılarak yapay nifaklar haline getirildiklerini değerlendirmekteyiz. Daha da önemlisi bu ayrılık konularının sağlıklı mekanizmalarda ve birlik kültürü içinde tartışılmasını doğru bulmaktayız…

Başarıları ön plana çıkarmayı gündemleştirmeli, birliği örmeliyiz!

En önemlisi de “daha kötü Kaypakkaya’cılar” kimlerdir sorusuna yanıt verirken, bunları Kaypakkaya’cılığın dışına itmiyor, bilakis Kaypakkaya’cı olarak değerlendiriyor, öyle görüyoruz. Kaypakkaya’cılar derken Maoist komünistleri ifade ediyoruz. Ve bunların mızıkçı çocuklar gibi davranarak, “sen kötüsün, ben iyiyim” mızmızlanmasıyla “oyun bozanlık” yapmalarını devrimci sorumlulukla bağdaştırmıyoruz.

Sadece ve sadece Kaypakkaya’cı geçinenler yok mudur? Hiç şüphesiz ki vardır. Bunlar, en arısından sanal “Kaypakkaya’cılardır.” Bu ayrım çizgimiz; demagojik safsata, kaos ve karmaşa düşkünlüğü, burjuva bencil savruluşun yol açtığı kastlaşmış önyargıların esiri olan, geleneğe temelden yabancılaşmış ender tipleri kapsar. Bunlar Kaypakkaya’cı geçinmekten başka her kılıfa girme yeteneği gösteren ve kışkırtıcılığı meslek edinmiş olan az sayıdaki bireylerdir. Ve bunlar Kaypakkaya’cı görülemeyecek olan cılız vaka ve egzotik türdürler… Bu tartışmaya teğet olarak da olsa değinmeyi katlanmak zorunda kaldığımız bir eza olarak gördük, yaşadık. Zira, bu tartışma biçiminin en masumu bile, tahripkâr, yıkıcı ve kavgacı yöntem olarak, geleneğimizin tabanını usandıran, bizleri de daraltarak kasvetli bir boğuculuğa buyur etmektedir…

Kesinlikle daha doğru tartışma ve gelişmeleri gündemleştirmeliyiz. Başarı ve geliştirici meselelere odaklanmalı, devrimci coşku ve heyecanı gündemleştirmeliyiz. Hep başarısızlık ve olumsuzlukların gündemde olduğu bir süreç moral yükseltmez, itici dinamikleri geliştirmez. Kültürel şekilleniş ve devrimci motivasyon hepten olmasa da belli ölçülerde konuşup yaşadıklarımızla ilgili bir süreçtir. Bilinçli bir odaklanma yaratmalı, inisiyatif geliştirerek gelişmelere yön vermeliyiz. Hep hata ve olumsuzluk ya da başarısızlık arayan, bununla meşgul olan bir bakış açısı, illa da bir olumsuzluk, hata ve başarısızlık görüp tespit eder. Bundan kopmazsa, körelir ve ideolojik kırılmadan kurtulamaz. Bilinçli davranış sorun ve olumsuzlukları aşmanın temel yoludur. Hata ve başarısızlıklar ya da bunların sebepleri hasır altı edilemez. Ancak başarı ve olumluluklardan bahsetmek için de yeterince sebebimiz vardır. Mesele hangisine odaklanacağımızdır…

Sürekli başarısızlıkla suçladığımız ve sadece başarısızlıklarını öne çıkararak hep eleştirdiğimiz yoldaşlarımızın, bu negatif yaklaşımın ürünü olarak motivasyon kaybına uğraması kaçınılmazdır. Yoldaşlarımıza yardımın tek biçimi eleştiri değil, aynı zamanda başarılarını da taktir etmektir. Kolektifi hep başarısızlık ve sorunlarıyla yüz yüze getirmek, ona yardımın tek biçimi değildir. Tek yanlı olan her yaklaşım hatalıdır. Bardağın boş ve dolu tarafını birlikte görmek tek doğru bakış açısıdır. Tek yanlı yaklaşımlarla hep olumsuz yanı görüp bununla meşgul olmak, gelişme yanını bırakarak zayıf yanı öne çıkaran yaklaşım tarzıyla fiilen gelişmenin karşısında pozisyon almaktır ki, bu, kendiliğindeciliğin bir biçimidir. Bilinçli rolle inisiyatif almak, olumlu yanı öne çıkararak teşvik etmek ve gelişmeye ön ayak olmak demektir. Kolektifin birliğinin pekiştirilmesi ve gelişmenin bir temeli bu bakış açısının egemen kılınmasından geçer… Yaraları kanatmak değil, tedavi etmek aslolandır. Kanatmak ancak tedavi için gerekliyse doğrudur ve bu, kesinlikle dengeli, kontrollü, tahriş etmeyen bir kanatmadır…

2181

Korkaklar Zafer Anıtı Dikemez, Hele Sen Asla…

Recep Tayyip Erdoğan gibi, tek millet, tek din düşüncesinin sadık bir savunucusundan, paketin içine sıkıştırdığı nefret suçları ifadesine tamamen zıt bir karakterli, kendi inancı dışındaki herkese ve her inanca, her farklılığa düşman birinden Alevi ve Alevilik inancıyla ilgili çözümler beklemek, beklentiler içinde olmak bile başlı başına büyük bir hayalciliktir.

 

AKP"nin "Demokratikleşme" Oyunları

Başbakan Erdoğan’ın bugün (30.09.2013) açıkladığı AKP’nin “demokratikleşme paketinde, demokratikleşmenin dışında her şey var dense yeridir. Türk burjuvazisi, 1923’den beri “demokratikleştiğini”, “demokrasiye adım attıklarını”, her yeni hükümet dönemlerinde birden fazla “demokratikleşme” paketleri çıkarmalarından bilinir. Önceleri, “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış vatan-millet”, sonraları ise,  “vatana millete hayırlı uğurlu olsun” burjuva çiğ sözleriyle ortalığa sürülen “paketler” ortaya çıktı. 

 

Kürt krallığı için mi Halepçelerde öldüler ?

 

            Gazeteler geçenlerde Mesut Barzani ile Celal Talabani'nin İstanbul'daki mülklerini sıralayınca, Halepçe'de soykırıma uğratılan Kürtler geldi gözümün önüne.

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Sayfalar