Perşembe Mayıs 2, 2024

Kutup yıldızları…

“Ey rüzgar

Eğer kış geldiyse

İlkbahar çok uzakta olabilir mi?”

Yaşamın her alanında mevsimin kışa döndüğü günlerden geçiyoruz. Doğanın, buz, kar ve tipinin istilasına uğradığı, güneyin ışıklarını sakındığı günler… Denizlerin, göllerin, nehir ve derelerin, ağaçların ve çiçeklerin bilumum canlının yuvasına çekildiği, zorlu koşullarda yaşama tutunmaya çalıştığı günler… Döngünün, gök kubbenin altındakileri ciddi sınavlardan geçirdiği dönemdir kış. Görünürde her yerde derin bir sessizlik ve durağanlık vardır. Hakim olan durum da budur! Elbette biraz uzaktan ve gelişigüzel bakıldığında! Bu gerçek ortalıktan bir anda yok olan, kaybolan bitkiler ve canlıların bir anda ortaya çıkmasıyla idrak edilecektir. O ana kadar doğa kışa teslim olduysa da evlatlarına sahip çıkar, onları korur ve güneşli güzel günlere hazırlar. Kış ne kadar zorluysa baharın o kadar rengarenk olması da olağandır. Kış haşmeti ve gücüyle dört bir yanı kuşatsa da baharın geleceğinden şüphesi olmayan canlılar direnişe sığınır!

Bir süredir yığınların özgürlük düşleri kapsamlı bir kuşatmanın hedefinde. Sürekli bir mücadele ve çatışma, hesaplaşma ve kopuşun alanı olagelen, özgürlük kavgasının üzerinde soğuk rüzgarlar esiyor. Geleceğe, umuda ve daha güzel yarınlara yüzünü dönenler, bunun mücadelesini verenler ile umutsuzluğu, yoksulluk ve açlığı dayatanların kavgasını kıran kırana sürüyor. Zalimler ezilenlerin önemli başarı ve zaferlere imza attığı, güçlü bir moral ve motivasyon yakaladığı iklime tahammül edemedi. Kısa sürede ellerinde avuçlarında ne varsa, kılıçları-kalkanları-toplarıyla taarruza kalktı. Hedef ezilenlerin özgürlük ve gelecek düşleriydi. Baskı, gözaltı, tutuklama, katliam…

Suruç, Ankara, Antep’te onar onar, yüzer yüzer can verdi ezilenler. Kan kusan, lav saçan silahları, Sur’da-Cizre’de ve Nusaybin’de taş üstünde taş bırakmadı. Milyonlarca yürek göçmen kuşla misali dört bir yana, yuvalarından savruldu. Zindanlar doldu taştı. Düşünen, konuşan, yazan, çizen, sesini meydanlarda haykıran, işçi-köylü-kadın-LGBTİ-Kürt-Ermeni-Alevi… Kim varsa sınırsız şiddetin, öfkenin ve nefretin hedefindeydi.

Yelkenlerini hamaset, ırkçı söylemlerle dolduranlar hızlandıkça gemideki “fazlalıkları” da birer birer atıyordu. Kaptan hedefin yakın olduğunu ancak birazcık gayret ve fedakarlık gerektiğini buyuruyordu. Ne yapıyorsa mürettebatı ve halkı için yapıyordu, gücünü de onlardan alıyordu. Ama geminin rotasının yanlış, kaptanının yalancı ve sahtekar olduğunu söyleyenler yok muydu? Onlar olma bu okyanusların tek hakimi olacaktı! Bu amansız kavgada bugün kaptan ve “adam”larının boru sesi duyuluyor tüm haşmetiyle! İyiye ve güzele dair ne varsa saldırıp ezmeye, yok etmeye çalışıyorlar. Borazanlar yüksek yerlerden cihana duyursa da zafer naralarını umut hala var! Zaten bunu bildiğinden değil midir, kaptanın bunca telaşı, öfkesi ve düşmanlığı? “zaman, mevsim dönmeden ne kadar kanatırsam kardır” diyedir çabası. Açık ki mevsim kıştır ve ortalık karanlıktan, kandan beslenenlere kalmıştır. Ezilenler bir adım geri çekilmiştir ama öfke bilenmektedir her gün…

Tarihi ezilenler yazdı, yazıyor!  

Tarih boyunca zalimler, kurdukları sarayların yıkılmaz, saltanatlarının yenilmez olduğunu ilan etti. Onlar hep en güçlü, en haşmetli olanlardı… Bu hep böyle gelmiş böyle gidecekti… Devran böyle kurulmuştu! Biri yer biri bakardı… Biri çalışır biri sefa sürerdi… Gündoğumundan günbatımına alınterini akıtanlar olduğu gibi sırça köşklerde göbek büyütenler de her daim olacaktı. Bundan sebep uğraşmaya değmezdi, nafileydi tüm çaba… Onlar güçlü biz güçsüzdük. Sadrazamları, vezirleri, kadıları, akıncıları, kapıkulları, topları vardı. Bizse bir avuçtuk ve çıplaktık… Ufkumuz, dünyamız bir dilim ekmek, bir sıcak çorbaydı…

Velhasıl dünyanın düzeni ezelden beri böyleydi. Bize anlattıkları, öğrettikleri buydu. Mevsim hep kıştı, bundan sonra da böyle olacaktı.

Ancak tarih bu yalanı ele veren, yere çalan yığınla olaya, gelişmeye ev sahipliği yapıyordu. Kendilerini dünyanın fatihi ilan edenler, bir bir yıkılıyor, yok oluyor; yerlerinde yeller esiyordu. Ortaya çıktıkları günden bu yana tarihi hor görülenler, yok sayılanlar, ezilenler yazıyor. Ne kadar inkar edilmeye çalışılırsa çalışılsın halklar, onların öfke ve direnişleri tahtları yere çalmaya devam ediyor.

Toplumlar da doğa gibi sürekli bir hareket ve değişim halinde. Hiçbir kurum-kuruluş, fikir ya da değer bunun dışında değil. Toplumlar tarihi bin yıllara uzanır, bu sürecin içinde beş altı yıl bir kum tanesi gibidir.

Çok uzağa gitmeye gerek yok! Daha üç yıl önce bu topraklar tarihin en büyük çığlıklarından, öfke patlamalarından birine ev sahipliği yapmadı mı? “3-5 ağacın” bardağı taşırdığı büyük depremi birlikte yaşamadık mı? Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da firavunların tahtları bir bir devrilmedi mi?

Kuşkusuz bu gerçeğin onlar da farkında. Sömürü, zulüm üzerine inşa ettiklerini kalelerinin kumdan olduğunu biliyorlar. Bu yüzden mezarlıktan geçerken ıslık çalıyor, gördükleri her çiçeği koparmaya, yanan her ateşi söndürmeye çalışıyorlar. Geleceği, özgür yarınları teslim almak, kendi zaferlerini garantilemek için yapıyorlar bunu. Soğuk, fırtına, boran bunun için… Zemheri ayazı, kızılca kıyamet bunun için…

Sekiz kızıl karanfil, sekiz kutup yıldızı!

Gemiciler henüz ilk dönemlerde uçsuz bucaksız denizlerde, okyanuslarda yollarını şaşırdıklarında gökyüzüne bakarmış. Fırtınanın çıktığı, denizin kabardığı, bardaktan boşanırcasına yağmur altında rotaya tutunmak istediklerinde de… Kafileler, kervanlar ıssız çöllerde, dağlarda, derin vadilerde yolda kalmamak, güzergahı kaybetmemek için yaparmış aynı şeyi. Zira gecenin zifiri karanlığına, fırtına ve tipiye rağmen hep oradadır kutup yıldızı. Gülümser, ısıtır, yol gösterir.

Kutup yıldızı umut taşır. Yüzün geleceğe, yarına çevirmiştir. Tıpkı toprağa düşen sekiz kızıl karanfil gibi. El ayak buz tutmuşken, zifiri karanlığın örtüsü coğrafyamıza çekilmek istenirken dövüşenler, kutup yıldızının yoldaşıdır. Kutup yıldızı gibi geleceğe çevirmişlerdir yüzlerini. Çoğalmak için düşmüşlerdir doğanın bağrına. Şimdi tohum olmuşlardır toprakta. Toprak onları koynunda saklayacak, yılandan-çıyandan-engerekten koruyacaktır. Sonra her biri kardelen olup buzu yara yara gökyüzüne selam verecek.

Sekiz yürek, sekiz yoldaş, sekiz kutup yıldızı… Zemheri ayazında geçmişten geleceğe bedenleriyle, umutlarıyla, düşleriyle birer köprü oldular. Dünden bugüne kanla yazılan tarihe bir düğüm attı her biri. Onların öyküleri, sevinçleri, özlemleri yadigar kaldı bize. Bize emanet ettikleri düşler gibi. Kan ve canla ilmek ilmek örülen bir destanın son kahramanları oldular. Onlar bizim ilham kaynağımız, tükenmeyen gücümüz, başarma azmimiz ve zaferimizin teminatı oldular. Göğüs göğse cenk ederken karanlığın bekçileriyle yarınlara ve bizlere bıraktılar umutlarını… Büyütelim diye…

Açmaz

açmaz deme  

hiçbir zaman

bu nar çiçekleri

açacaktır elbet

bizim caddelerimizde de

bayram olacak

halkın üstüne

kalksa da böyle

faşist namlular

namert ellerdir

en sonunda

bir bir kırılacak

(Enver Gökçe)

(Bir Partizan)  

46302

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

44 Yıl sonra onlar yani sonsuzlar[*]

“Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm Kahramanlıklar okudum tarihte Çağımıza yakışan vakur, sade Davranışınız geliyor aklıma.”[1]

“Üç Fidan”ın 6 Mayıs’ından veya THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) savaşçılarından, 44. yıldaki sonsuzluklarından söz etmek zor olsa da; “olmazsa olmaz”…

Madımak’tan Mercan’a, Koray’dan Dursun’a‏

Biri henüz 11 yaşında, Pir Sultan Abdal’ın elinde dünyanın en güçlü direnç, bilinç ve isyan silahına dönüşmüş Bağlamaya, Semaha ve Türkülere sevdalı, 2 Temmuz 1993’te Madımaktaki 33lerin en küçüğü Koray Kaya… Diğeri yüzyıllardır özgürlük meşalelerinin yandığı, sefer edilip zafer elde edilemeyen Jaru Diyara, Kaypakkaya’nın destanlaştığı Munzurlara, Zel dağına, özgürlüğün diyarına giden, 17 Haziran 2005 Mercan Dağlarında kimyasal silahlarla katledilen 17lerin en küçüğü Dursun Turgut..

'Osmanlıcılık' Egemenlerin Krizlerine Çok Boyutlu Çare Arayışıdır / Haluk Gerger

Uluslararası ilişkiler ve özellikle Ortadoğu üzerine çalışmalarıyla tanınan akademisyen ve yazar Haluk Gerger Siyaset Gazetesi ile dünya güç dengeleri, Ortadoğu ve Türkiye üzerine bir röportaj gerçekleştirdi

CHP, stabil bir parti mi?‏ /İsmail Cem Özkan

Yaşadığımız ülkenin ve devletin kurucu gücü olarak tanıtılan CHP aslında homojen bir parti hiçbir zaman olamadı, sürekli olarak çağın ve zamanın ruhuna uygun olarak tavır değiştirtirken kadrosu da değişen bir siyasi partidir ve o yüzden stabil değil dinamiktir.

CHP kurucu üyeleri son Osmanlı Meclisi üyeleri ve 1. Ankara’da kurulan meclistir. Osmanlı devletinden almış olduğu mirası kesintisiz olarak ileriye taşıyan parti özelliğini de korumasına rağmen, bugün kuruluş çizgisinden çok uzakta hatta hiçbir bağlantısı kalmamış konumdadır.

Koşullara Boyun Eğmek Değil, Değiştirmek Devrimciliktir!

"Bak Bill, İşte Kocakafa!”

İslamcı faşist devletin en büyük korkusu, kitlelerin direnme gücünü bütünüyle kıramamış olmasıdır. Onlar, kendi saltanatlarını rahat sürdürebilmek için, öncelikle kitleleri bütünüyle teslim alamk isterler. Teslim almanın ötesinde, bütünüyle sindirmek ve ezmek isterler. Kısa ve uzun vadeli taktikleri budur.

AKP faşist hükümeti, 14 yıldır, kitleleri teslim almanın mücadelesini veriyor ve son 6 yıldır ise, yoğun bir şekilde saldırıyor. Buna rağmen, kitleleri bütünüyle teslim alabilmiş değildir.

Yaralı Gövdeyle Yaşama Tutunmak

Yaşam binbir zorluklarla,iniş-çıkışlarla doludur. Mutluluk ve mutsuzluk'da öyle birşey. Yaşamda yanlızca mutluluk yoktur, aynı zamanda yaşamımızda yanlızca mutsuzluk denen bir kader'de yoktur. İnsanların yaşamını belirleyen içerisinde yaşadıkları toplumsal ilişkiler ve olaylardır. Bu sosyal , siyasal,kültürel ve toplumsal olaylar etkiler yaratır insan yaşamında. Hatta insanın sosyal yaşamında belirleyci rol oynar. Doğada diğer canlılarda doğanın birçok olayında,değişiminde, altüst oluşunda ciddi şekillerde etkilenirler.

Yine bir Mayıs günü...Rojava’dan bir Partizan

Ölüm kutsanmaz bizde. Kutsanan özgür yaşamdır. Ancak özgür bir yaşam için ölmek gerekiyorsa tıpkı umutla yaşama koşar gibi, cesaretle karşılarız ölümü. Öncülük kutsanmaz bizde ancak geleceği kısaltmak içinse öncülük, bir sıra neferi gibi atılırız öne. Yaşamın, savaşın, gelişimin diyalektiğinde anlamlandırırız her ölümü ve öncülüğü. 

Ortadoğu'da Öcalan'ın rolü ve Demokratik Konfederalizm‏

Hegemonik güçlerin BOP projesi türlü türlü kaos politikalarının uygulamaya alınmasıyla devam ediyor.

Yaralı kartalların sığınağı,Dersim

İbrahim Kaypakkaya -Erdoğan Yalgın

Baba Ali Kaypakkaya doğan çocuğuna muhemeldir ki, Haranlı İbrahim Peygamberin adını verdi. Dünyaya gelen (1949) bebek, İbrahim Kaypakkaya’ydı. 

Gezi heyulası burjuvazinin korkusu olmaya devam ediyor

Bugün GEZİ’nin (2013 Haziran Ayaklanması) 3. Yıldönümü. Gezi, Türkiye ve Kuzey Kürdistan işçi sınıfı ve emekçilerin tarihinde,  hep yükseklerde tutularak taşınacak bir isyan bayrağı olacaktır. 

Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri tarihe bir not düşmüşlerdir: Politik özgürlüklerin baskı altına alınması, yok edilmesine karşı sessiz kalınmayacaktır. Kutuplaştırılmaya, islamlaştırılmaya, demokratik hak ve özgürlüklerin yok edilmesi karşısında sessiz kalınmayacaktır. Gezi’nin tarihe düştüğü not budur.

Sayfalar