Pazartesi Mayıs 20, 2024

Liberallerin ve Ulu“sol”cuların Solculuğu-2 Kemalizm Sol Değildir!

AKP-MHP faşist ittifakı süresince siyasal İslamcılığın karşısına da alternatif olarak Kemalist ideoloji çıkarılıyor. Kendine “sol” diyenlerin siyasal İslamcılığın alternatifi olarak Kemalizm’i yeğlemeleri kabul edilebilir bir siyasi tutum değildir.

Bunlar madalyonun iki yüzü gibidirler. Her ikisinin de alternatifi sosyalizmdir. Burjuvazi, bilinçli olarak, sosyalist mücadeleyi boğmak için kendi sınıfsal çıkarlarına denk düşen ideolojileri ya da siyasal taktikleri öne çıkarıyor. Kitlelere, birinden birini seçmelerini öneriyor ve bunu küçük burjuvazi de rahatlıkla yerine getiriyor. Bugün de AKP siyasal İslamcılığına karşı Kemalist karşı-devrimciliğini yeğleyenlerin durumu budur. TC’nin kuruluşundan bu yana burjuvazinin bu ikili oyunu aynen devam ediyor. Oysa bugünkü AKP siyasal İslamcılığını ortaya çıkaran Kemalist burjuvazidir.

Kemalist burjuvazinin “devrimi”nde ilericilik bulanlar, bunların görülmesini ve savunulmasını istiyorlar.

Solun, daha doğrusu solun önemlice bir kesiminin, Türkiye’deki burjuva devrim ve modernizasyon süreçlerine son dönemdeki bakışını sağlıklı saymak ne yazık ki mümkün değildir. Bu tarihsel süreci, geri üretim biçim ve ilişkilerinin tasfiyesi, emeğin kapitalizm öncesi bağlarından kurtulması, modern sınıfların oluşması, sınıf mücadelesine olanak tanıyacak belirli bir aydınlanmanın yaşanması, medeni hukukun görece özgürleştirici yanları vb. nesnel-tarihsel ölçütlere göre değil de güncel siyasi duruma ve konjonktürel olgulara bakarak yargılamanın sağlıklı bir yaklaşım olduğu söylenemez. Bugün çetelerin varlığına, Kürtler üzerindeki baskılara, kirli savaşa, devletin yayılmacı özlemlerine vb. kızılıyorsa, bunların nedeni kendi başına “Birinci Cumhuriyet” değil, bu Cumhuriyet’in içini dolduran sınıfsal güçlerdir, sınıf mücadelesinde karşıt ağırlığın oluşturulamamasıdır, sosyalizmin henüz kitlesel bir güce ulaşmamasıdır. “[1]

Birçok defa vurguladığımız gibi küçük burjuvazi soruna tek yönlü bakıyor. Ve burjuva “ilericiliği”nden öte daha ileri bir şey göremiyor. Kemalizm’in “modernasyonundan”, “emeğin kapitalizm öncesi bağlarından kurtulmasın”dan söz ediyor. Ancak Kemalist “devrim”in feodal toprak ağaları ve yerli eşraf takımıyla birlikte yapıldığını ve bunların çıkarlarına uzun bir süre hiç dokunulmadığını görmezden geliyor. Ve dahası olası bir demokratik devrime karşı geliştiğini göremiyor.

Ayrıca Kemalistler, Osmanlı hanedanlığını devam ettiremezlerdi ve Osmanlı’nın tarihi süreci çoktan bitmişti. Yapılması gereken o günün koşullarında, “devrilen taçların yerine”, hakim sınıfların iktidarının “kazasız belasız” tesis edilmesiydi. Bu ise Batı’da olduğu gibi olmadı, olması gerektiği gibi oldu. Çünkü Türk burjuvazisi, bir burjuva devrimini burjuva devrimci tarzda gerçekleştirecek ekonomik ve siyasal koşullardan yoksundu. Osmanlı’dan kalma Türk ordusu artıklarıyla yapabildiklerini yaptılar.

Ki Ekim Devrimi’yle sınıflar mücadelesi yeni bir sürece, emperyalizm ve proleter devrimler çağına girmişti. Bu koşullar altında Türk burjuvazisi daha milli mücadele yılları içinde emperyalizmle işbirliğine girip, toprak ağalarıyla ittifak kurdu ve cumhuriyetini ilan etti. Kemalist “devrim” denilen şey işçi sınıfının ve köylülüğün demokratik devrim ihtimaline karşı gelişti.

Başka şansı yoktu!

T“K”P’li yazar (bu makaleyi yazdığı dönem T“K”P’liydi ve ölene kadar da bu sosyal şovenist ulusalcı çizgiyi terk etmedi), Kemalizm’in “ileri” yanlarını sayarken, olası bir işçi sınıfı devrimini nasıl boğduğunu hiç aklına getirmiyor. Varsa yoksa “burjuva moderasyonu”nu öne çıkarmaya çalışıyor. Oysa yanıbaşında bir Sovyet devrimi yaşanıyordu, M.Suphi önderliğinde TKP kurulmuştu. Kemalistler ise devrimi boğmak için M.Suphi ve yoldaşlarını, Kemalizm’e yönelik hatalı, eksik analizlerini bir fırsata çevirerek alçakça katletmişti. Yani Kemalizm’in, işçi sınıf önderliğinde olası bir devrimi boğması, M.Çulhaoğlu gibi düşünenleri hiç ilgilendirmiyor. İşte, küçük burjuvazinin burjuva ulusalcılığına bel bağlamaları bu denli güçlüdür. Kendilerine yapıştırdıkları “komünist” sıfatı ise üzerlerinde eğreti bir şekilde durmaktadır.

“Bugün çetelerin varlığı”, “Kürtler üzerindeki baskılar”, “kirli savaş” vb. lafları edenler nedense bu yaşananları bugüne özgü göstermeye çalışıyor. Koçgiri Kürt Ayaklanmasının bastırılması, Şeyh Said İsyanın bastırılması, Pontuslu Rumların katledilmesi, Dersim katliamları ise dün olmamış gibi. Yani bunları yapanlar T“K”P’li yazarın “ilericilik” bulduğu M.Kemal döneminde olmuştur.

Çeteleri bugüne özgü göstermeye çalışanlar Kemalist tarihi aklama ve de unutturma çabası içine girmektedirler. Topal Osman, Yahya Kahya ve daha niceleri ve her şeyden önce M.Suphi ve yoldaşlarının yani 15 komünistin katledilmesi vb. çetecilik bugüne özgü olmayıp dün de vardı. “Kirli savaş” denilen haksız ve karşı devrimci savaş bugüne özgü değildir, dün de alası vardı. TC devleti, Kemalizm ideolojisine dayanarak soykırım pratiği üzerinden yükselmiş bir devlettir.

İşçi sınıfı enternasyonalisttir!

 

Birgün yazarı Merdan Yanardağ, “Solda Türk kompleksi!” adlı (30.10.2022) yazısında ise, işi daha da ileri götürüyor: “Türkiye sosyalistleri, neredeyse Türk olmaktan utanıyor, bu kimliğini adeta gizlemeye çalışıyor. Bu durum, sosyalist hareket için ciddi bir meşruiyet sorunu, hatta krizi yarattığı gibi, ayaklarını bu topraklara ve kültüre basmalarının önünde de ciddi bir engel oluşturuyor. Daralmaya ve fiilen marjinalleşerek tasfiye olmasına yol açıyor.” [2]

Bu ifadeler küçük burjuvazinin “solu” ulusalcı çizgiye çekmek için demagojik ve yalan metaforunu kullanmaktan da çekinmediğinin göstergesidir. Komünistler insanları milliyetlerine göre değil sahip oldukları dünya görüşüne göre değerlendirirler. Ulusal aidiyetlerinden dolayı değil, dünya görüşlerinden dolayı gurur duyarlar ve hiçbir kimseyi de ulusal aidiyetlerden dolayı küçümsemezler. Tersine, ulusal ayrımcılığın, ırkçılığın ve sosyal şovenizmin amansız düşmanıdırlar.

Komünistler, “ne mutlu Türk’üm”, “ne mutlu Alman’ım”, “ne mutlu Fransız’ım” diye övünmez. Eğer övünmek gerekiyorsa, “ne mutlu komünistim” diye övünürler ve bunu da her yerde gururla ilan ederler.

Komünizm birleştiricidir, ulusalcılık ise ayrımcılık ve bölücülüktür. İşçi sınıfı ve emekçileri ulusal kimliklerine göre bölme burjuva politikasıdır. Burjuvazi, kendi sınıfsal çıkarları için kitleleri “ulusal bayrağı” altında toplanmaya çağırır. Sınıf bilinçli işçi sınıfının bayrağı ise bütün dünyada tekdir: Kızıl bayraktır.

Kızıl bayrak; emperyalizme, feodalizme, kapitalizme, ataerkiye, faşizme ve her türlü gericiliğe karşı mücadeleyi ve sömürüsüz, sınıfsız, sınırsız bir özgürlükler dünyasını temsil eder. Burjuvazinin ay yıldızlı bayrağı ise bir avuç burjuvazinin toplumun ezici çoğunluğu üzerinde baskıyı, sömürüyü ve zulmü temsil eder.

Sol tanımlamaları ülkemizde de kendine sol diyen çevrelerde sık sık yapılmaktadır. Elbette bu tanımlamaların bir kısmı, solu, burjuvazi karşısında daha geri bir duruşa çekmek için yapılırken, bir kısmı da “sol”u, ulusallaştırmaya yani burjuva ulusalcılığın şovenist kulvarına çekmeye çalışıyor. Bunlar bütünüyle solu burjuvazi karşısında ideolojik olarak silahsızlandırma çabalarının ürünüdür. Bu aynı zamanda solu, sınıf uzlaşmacı bir tavra zorlamaktır.

Birikim yazarları ve çevresi, solu, liberalleştirmeye çalışırken, T“K”P gibi örgütler ise, solu, “ulusal”laştırmaya çalışıyor. Burjuva ulusal değerlerine sahip çıkılmasını öğütleyerek, Kemalizm’e karşı çıkan liberallerle, Kemalizm savunuculuğu yapan T“K”P, farklı kulvarlarda yürüseler de buluştukları bulvar aynı oluyor.

Tarih, farklı kulvarlardan akıp aynı bulvarda buluşanlara çokça tanıklık etmiştir.

Solu, esas olarak karşı-devrimci Aydınlık çevresi ulusallaştırmak için çok yönlü bir çaba harcadı ve bu çabasına devam ediyor. Bunu yaparken de kendisini Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao savunucusu olarak göstermeyi ihmal etmemeye çalışıyor ve M.Kemal’in yanına proletaryanın bu ustalarını da serpiştirmeyi de unutmuyor.

Böylece “sol” gözüküp sağ vurmayı deniyor. Solu ideolojik olarak manipüle etmeyi hesaplarken, elimine etmenin de siyasal ve pratik yollarını döşüyor. Bunda kısmen başarılı da oluyor demek yanıltıcı olmasa gerek. Burjuva Kemalist ulusalcılığın sopasını yiyenler, işkence tezgahından geçen kimi “Marksist” eskiler, Kemalizm’in plazalarına tünemeyi “devrimcilik” olarak göstermeye çalışıyorlar.

Aydınlık gibi tescilli karşı-devrimcilerin tavırlarının burada tartışılacak bir yanı yok. Onlar her yönüyle netler. Net olmayan, burjuva ulusalcılığı, kitlelere şirin göstermeye çalışan ve solu burjuva ulusalcılığı kabul ettirmeye çalışan T“K”P gibi sol örgütlerdir. T“K”P’nin bu çizgisi sınıf uzlaşmacı bir çizgidir. T“K”P’nin bu marifeti yeni mi? Ya da T“K”P “ulusalcılığı” yeni mi keşfetti? Elbette hayır. “Gelenek” dediği eski T“K”P’de, M.Suphilerin Kemalistler tarafından katledilmesinden bu yana, T“K”P, “burjuva Kemal”in ruhuna yapışık yürümüştür.

 Metin Çulhaoğlu, “solu tanımlamak” adlı yazısına; “Şu ‘sol’ kavramını günümüz koşullarında güncellemeye ne dersiniz?[3] diye başlamış ve solu kendi bakış açısıyla güncellemiş. Tam da T“K”P’nin çizgisine ve giderek ulusalcılığa daha yatkın hale gelen yanına göre bir “güncelleme” yapmış. Elbette her pratik adımın teorik bir yanı olması gerekiyordu. T“K”P’nin saflarındayken “teorisyenlerinden“ kabul edilen Çulhaoğlu’da üzerine düşeni “Cumhuriyetin 75. Yılı” kutlamalarından beri büyük bir gayretkeşlikle yaptı. Ama, T“K”P’nin ulusalcı yanını, daha doğrusu “Burjuva Kemal” yanını “sol” teoriyle cilalayarak, “ulusalcı” damgası yemekten kurtulmak için de “teorik” bir temel oluşturmaya çalışırken, Kemalizm’i de sola benimsetmeye çalıştı.

T“K”P, elbette şimdilik “sol” cenahta yer alıyor. Ancak “gelenek”çi olduğu kadarıyla da revizyonist ve Kemalist hayranlığı çukurundan bir türlü kendini kurtarmadığı, daha doğrusu böyle bir niyeti de olmadığı için, her seferinde, “sol” tarafının yanına bir de burjuva Kemalciliği eklemekte bir sakınca görmemiştir.

TKP, devrimcilerle ortak hareket etme yerine, başta kardeş örgütleri Aydınlıkçılar (Vatan Partisi) olmak üzere, CHP gibi egemen burjuvazinin partisiyle birlikte hareket edecek denli “sol”(!) kalmıştır. NATO karşıtı protestolarda kitlesini pikniğe çağırmıştır. Taksim Dayanışma’sının çağrısıyla, kitlelerin Taksim’de toplanmasına karşın, kendileri İP ve CHP ile birlikte Kadıköy’de “Gaz Adam Festivali”nde birlikte olmayı yeğlemiştir.

Bu bilinçli bir seçimdir. Çünkü mümkün olduğunca devrimci kesimlerle ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ile yan yana görünmekten, yan yana durmaktan kaçınmıştır. Bu kesimlerle ortak hareket etmek yerine CHP ve İP gibi partilerle birlikte hareket etmeyi daha çok tercih etmiştir.

Son olarak Emek ve Özgürlük İttifakı’nın karşısında, “Sosyalist Güç Birliği” ittifakı ilan etmek tam da bu çizginin ürünüdür. Böylece egemen ulus ırkçılarıyla (CHP ve Aydınlıkçılar) birlikte olmayı “sol” kavramı içine sokabilmiştir. Çulhaoğlu’nun “sol”u “güncelleme”si tam da bunun altını doldurma gayretidir.

“Cumhuriyete sahip çıkma”, “Cumhuriyetin kurucusunu 10 Kasımlarda anmak” T“K”P’ye kalmış. AKP gericiliğinin karşısına bir başka gericilikle karşı koymayı kendine ilke edinmiş olan T“K”P, bunları kitlelere “devrim ve komünizm“ savunusu olarak yutturmayı da elden bırakmıyor.

“Sol”u daha önceleri Birikim Dergisi yazarlarından Ahmet İnsel “tanım”lamıştı. İnsel’in “Solu Tanımlamak” adlı kitabı, CIA’nın “anti-komünist cephesi”nde örgütlü ve maaşlı Daniel Bell ve liberal Andre Gorz’un görüşleri doğrultusunda Marksizm’e yönelik ideolojik bir saldırıyı içermektedir.

Marx’ı “ekonomizm”le suçlayacak denli yolunu şaşırmış ve idealizmin çukurunda kendine yol bulmaya çalışan küçük burjuva “aydınlar”ımızın imdadına; T“K”P’nin “teorisyen”leri de, bir başka cepheden, egemen ulus milliyetçiliğinden, “sol”u burjuvaziye yanaştırmak istemekle yetişiyorlar.

Liberaller ve ulu“sol”cular bu iki farklı cephe, Kemalizm konusunda anlaşamasalar da, Marksizm’i revize etme ve “sol”u, burjuvazinin kabul edebileceği noktaya çekme konusunda birleşiyorlar. Farklı kulvarlarda yürüyerek aynı bulvarda buluşmak buna denir.

Ulu“sol”un Kürt imtihanı!

Konuyu fazla dağıtmadan, Çulhaoğlu’nun “güncellemesi”ni buraya alalım: “Aydınlanmacılık, Emperyalizm Olgusu ve Emek-Sermaye Çelişkisi”ni sol’un kabul etmesini istiyor Çulhaoğlu. Bunları kabul edenlerin “sol” sayılabileceğini belirliyor. Kendine Marksist diyenlerin bunları kabul etmesi gerekir. Ancak yazarın, burjuva aydınlanmacılığını sol olmanın kıstasları arasına alıp, ülkemizde en önemli sorunlardan biri olan Kürt ulusal sorununu dıştalaması, onun günümüz için artık “geçerli olmadığını” söylemesi, bir gerçeğin üstünün örtülmesinin terminolojisidir.

Yani kapitalizmin şafağındaki burjuva aydınlanmacılığını “sol olmanın” kıstası içine alıp, Türkiye ve Kürdistan’da 40 yıldır özgürce ayrılma hakkını şu veya bu şekilde kullanmak için savaşan ve ağır bedeller ödeyen Kürt ulusal özgürlük hareketine yaklaşımı “sol” olmanın kıstasları arasından çıkarmak, tam da burjuva ulusalcılığın, T“K”P açısından da egemen ulus şovenizmini sahiplenmenin siyasal ve ideolojik argümanları olarak kalıyor.

“Burjuva aydınlanmacılığı” kapitalizmin şafağında ortaya çıkan bir olguydu. Bugün sorunu salt burjuva aydınlanmacılığı ile sınırlamak ise gericiliktir. Günümüz açısından toplumu daha ileriye götürecek, sınıfsız, sömürüsüz ve sınırsız bir toplumsal özgürlükler dünyasının yaratılması gerçeği ve bunun nesnel koşulları vardır. İşte, bunu savunmak ve bunun mücadelesini vermek sol olmak demektir. Burjuva aydınlanmacılığı feodal aristokrasiye karşı ilerici ve devrimciydi. Bugün ise her yönüyle gerici bir konumdadır. T“K”P vb.lerinin bilinçli olarak çarpıttığı nokta burasıdır.

Ulu“sol”cuların Kürt ulusunun özgürce ayrılma hakkına karşı düşmanlığını gizlemenin aracı/propaganda yöntemi olarak kullanılmaktadır.

Sosyalizm karşısına burjuva aydınlanmacılığını savunmak ya da ikisinin aynı kefeye koymak, işçi sınıfının bilimsel dünya görüşünü ve toplumsal kurtuluş mücadelesini, bir eski çağ ilericiliğine kurban etmek demektir. Yani tarihi geriye çekmektir. Günümüzde, siyasal İslamcıların varlığı, şeriat vb. düzenleri geri getirmek isteyenler ya da uygulayanlar, emperyalist gericiliğin bir ürünü ve emperyalizmin toplumları bütünüyle tahrip etmesinin ürünüdürler. Bu gelişmeler ve siyasal gericilik; üretici güçlerin alabildiğine gelişmesi karşısında üretim ilişkilerinin ne denli geri bir düzeyde kaldığı ve dolayısıyla, insanlığın (ve elbette doğanın) tahribinin de, üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişmenin keskinleşmesinin ürünüdür. Tahribatın boyutu, söz konusu çelişmenin keskinleşmesiyle doğru orantılıdır. Çelişmenin keskinleşmesi arttıkça, tahribatın boyutunda artmaktadır.

AKP siyasal İslamcılığına karşı olmak adına, alternatif olarak Kemalist burjuvazinin, daha bir başka söylemle; komprador Türk egemen burjuvazisinin ay yıldızlı bayrağına sahip çıkmak, onun yanında saf tutmak, “sol” olmanın değil, ama, egemen ulus şovenisti olmanın kıstasları arasına sokulabilir.

Özellikle, Türk ırkçılığı tescilli, işçi sınıfı devrimi ve devrimci düşmanı, ve her türlü eli kanlı faşist katillerle birlikte hareket eden; her koşulda ve her ortamda, MHP ile aynı kulvarda rahatlıkla buluşan, Alman Nasyonal Sosyalistlerin (Nazilerin) görüşlerinden ideolojik bağlamda hiçbir ayrımı olmayan Vatan Partisi (eski İP, Aydınlık, faşist kontr-gerilla bileşenleri) ile başına “yeni“ ekleyerek        “Cumhuriyet“ mitingleri düzenleyebilmeyi, T“K”P’nin ”aydınlanmacılık“ anlayışında aramak gerekir.

Aydınlığın “sol”culuğu ile Nazi’lerin “sosyalist”liği arasında her hangi bir fark yoktur. Naziler ne kadar “sosyalist” idiyse, Aydınlık’da bir o kadar “sol”dur!

“Cumhuriyet mitingleri” düzenlemek kendine “sol” diyen T“K”P’ye düşmemeli. Kendini “komünist” ve “sol” değerlendirenlerin cumhuriyetleri, sosyalizm olmalıdır. Çulhaoğlu’nun “emek-sermaye” çelişmesini de “sol” olmanın kıstasları arasında yer vermesi, sınıf mücadelesinden söz etmesi, sorunu bulanıklaştırmanın, T“K”P’nin şovenist çizgisinin üstünü küllemenin argümanları olarak kabul etmek gerekir.

1- M.Çulhaoğlu, “Seksen Beşinci Yılda Cumhuriyet ve Sol, 25 Ekim 2008, Sol Portal

2- https://www.birgun.net/haber/solda-turk-kompleksi-408161

3- Metin Çulhaoğlu, 22.10.2013, Sol gazetesi.

https://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/liberallerin-ve-ulusolcularin-solculugu-1-sentez

1748

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

6/7 Eylül 1955 kan-gözyaşı ve ölüm

               Ermeni soykırımı tarihinin ilk evresi, Osmanlı imparatorluğu hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere karşı Abdülhamit döneminde uygulanan katliam ve baskılar ile başlamaktadır.1896 yılına kadar birçok vilayette yapılan katliamlarda yüzbinlerce insan öldürülmüştür.Bir ulusun yok edilmesinin ikinci evresi 1915 yılında İttihat-Terakki hükümetinin 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olan yeni bir yüzyılın başlangıcında ilk SOYKIRIM olayıdır.Üçüncü ve son devresi ise Ulus devleti inşasında kurulan TC,yani Kemalist Türkiye'sinde azınlıklara karşı uygulanan politikalar sonunda  b

Sayfalar