Cuma Mayıs 24, 2024

Neden Öcalan’ın özgürlüğüne karşı sessizsiniz? (Vedat Yeler)

Üzülerek böyle bir yazıyı yazdığımı belirtmek istiyorum. Galiba ilk başta ifade etmem gereken mesele, ben ve benim gibi Marksizm suyuna bulaşmış birçok Kürdü ‘hüsrana uğratan bir konunun’ hüznünü dile getirmek oldu. Çok basit ve sade bir dille, hiçbir teorik ve ideolojik kriz yaratmadan 9 Ekim Komplosu’nun yıldönümünde 23 yıldır ağır tecrit altında olan bir halkın önderliği için örgütlenen bir kampanyaya ve bu kampanya nezdinde açığa çıkan Türkiye sol, sosyalist, devrimci, demokrat… kesimin sessizliğine değineceğim. Kişisel ve duygusal bir sitem olarak da ele alabilirsiniz. Ya da biraz daha düşünüp gerçekten Kürtlerle olan ilişkilerinizi sorgulayabilirsiniz.

Hatta hiç kaleye almadan yolunuza devam da edebilirsiniz. Veyahut en basitinden başınızı kaldırarak dünyanın dört bir yanından atılan yüz binlerce tweete bakıp, ‘Biz neden bir açıklama yapmadık? Biz neden olması gerek dayanışma, destek adımlarını atmadık?’ da diyebilirsiniz. Sizin tercihiniz. Saygı duyarım. Ama burada bir parantez açmam gerekiyor. Türkiye solunun kendi içinde uzun yıllardır tartıştığı, mücadele etmeye çalıştığı şovenizm ve sosyal-şovenizmin varlığı üzerine de düşünebilirsiniz. Umarım bu sonuca çıkmazsınız ama sizin takdirinizde olan bir şey.

Bir polemik yaratma derdinde de değilim. Sadece olması gerekenleri söylüyorum. Çünkü ortada bir halkın talebi var. Bu talep dört parçaya bölünmüş ve dört parçada egemen olan ulusların soykırım politikalarına karşı amasız-fakatsız direnen, bedel ödeyen Kürt halkının talebidir. Emperyalist güçlerin ve işbirlikçileri olan bölge gericilerinin Ortadoğu’yu cehenneme çeviren savaş politikalarına karşı bölge halklarına umut olan, mücadelesi sınırları aşan bir halkın ve hareketin talebidir. İster kabul edilsin, ister edilmesin; bu halk kendi özgürlüğünü Sayın Öcalan’ın özgürlüğü ile eşdeğer tutmaktadır ve bu yüzden her süreçte, her yerde ve her alanda yegâne talebi, ‘Rêber Apo’ya Özgürlük!’ şiarı üzerinden faşist Türk devletine karşı direniş mevzisine dönüşmektedir.

Kürt özgürlük mücadelesinin ilk olarak 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Diyarbakır 5 Nolu Hapishanesi’nde gerçekleştirdiği açlık grevi, son 10 yılda tek bir talep ile gündeme geliyor; Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması. Sokak ortasında vahşice katledilen, bedenleri panzer arkalarında sürüklenen Kürt gençlerinin yüreğinden geçen de ‘Rêber Apo’ya Özgürlük!’ olmaktadır… istisnalar hariç, bunu biz Kürtlerden başka kimsenin anlamayacağı kanaatindeyim. Sadece anlamaya çalışılabilir. Herhangi bir sorun veya olayla karşılaşanlar en iyi o sorunu anlamlandırabilenlerdir. Çünkü hissiyatı ve teorik kavrayışı doğrudan pratiğinden gelir. Diğer türlü meselenin algılanma biçimi sadece teorik düzlem üzerinden anlaşılır. Bu da araya bir uçurum koyar. Burada Türkiye solunda hakim olan çizgiye dikkat çekebiliriz. Çünkü bugün yanı başında her türlü saldırı altında olan ve birçok alanda aynı düşmana karşı omuz omuza mücadele eden bir hareketin ve halkın talebine bu kadar yabancı kalabilmenin işaret ettiği bir nokta da burası olmaktadır. Umarım yanılıyorumdur. Çünkü birçok hareketin Rojava Devrimi ile beraber bu anlayışı yok etmeye çalıştığını da not düşmek gerekir. Ama bahsettiğimiz mesele öyle on yıllık bir sorun değil. On yıllara varan bir anlayışın kök salmasından ve bunun üzerinden şekillenen tabanlardan bahsediyoruz. Yani Türkiye solunda hala şovenizm veya sosyal şovenizmin en ufak bir kırıntısı varsa, bu da daha egemen ulus siyasetinden yani Türk kimliğinden kurtulamadığına işaret etmektedir ve böyle bir pratiğin bir nedeni olarak okuyabiliriz.

Eminim ki, birçok sol anlayış buna direk karşı da duracaktır. Sınıf ve ulus kavramları perdesinden çeşitli savunma argümanları ortaya koyacaktır. Hatta kendi iç sessizliğinde ulusal ve sınıfsal hareket, önderlik gibi kıyaslamalar üzerinden ‘Marksist’ bir tutumla bütün doğruluğunu teorize edecektir. Yani kendi argümanları ile kendisini vuran bir tutuma ortak olacaktır. Ki en trajikomik ve yaygın meselelerden biri de budur. Af eyleyin ama biz Kürtler de Marksizm ve sınıf mücadelesini az çok okuyabiliyoruz. Hatta bir şey söylemek gerekirse, bu topraklarda emeği en ucuza satılan, en kötü koşullarda çalıştırılan, en ağır iş kollarında yıpranan… bir halkız. Ama en çok sömürülen emeğimizle değil, var olan dilimiz ve kimliğimizden doğru katlediliyoruz. Kemalizm ile kol kola yürüyen bu anlayışların en iyi cevabı Kaypakkaya’dır. Bu noktada çok fazla söze gerek yok, zaten tarihin her sahnesinde egemen ulus kimliğinin sol savunucuları olarak berrak suyu bulandırma gibi bir görevi kendilerine rehber edinmişlerdir. 

Esasta IŞİD ve TC barbarlarına karşı omuz omuza yürüyen ve bedel ödeyen anlayışların bu konudaki tutumu sorgulatan bir kapı açmaktadır. Faşizme karşı bu kadar ortak mücadele, birlikte hareket etme sözlerinin pratikte yaşam bulduğu bir süreçte bu anlayışların sessizliğine karşı insan ister istemez, ‘Neden Sayın Abdullah Öcalan’ın özgülüğüne karşı sessizsiniz?’ sorusuna başvurmaktadır.  Misal dünyanın başka bir yerinde tutsak olan herhangi bir devrimci, sosyalist kişi veya önder için yürütülen kampanyalara can havli ile destek veren dayanışma çağrıları yapılabilmektedir. Ama günler öncesinden alt yapısı örülmüş, her yerde canla-başla çalışmaları yapılmış yanı başındaki halkın talebine, öfkesine, heyecanına sessiz kalınıyor. Af eyleyin niyet sorgulamıyorum. Sadece Marksizm suyuna bulanmış bir Kürt olarak ‘Neden’ sorusuna karşılık gelecek cevabı merak ediyorum.

2647

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! (1ci bölüm)

Açıklama: Bu yazı, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin Genel Başkanlığına getirildiği dönemde, 2010 tarihli Partizan’ın 72. Sayısında yayımlanmıştır. Yazı eski olsa da, yazılanlar eski sayılmaz. Zira Mayıs 2023 seçimlerinde “halkın umudu” olarak önümüze konan Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’sinin burjuva-feodal sistemde oynadığı rol, özellikle de seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ve ortaya çıkan bu gerçeklikler, Partizan makalesinde dikkat çekilen ve tespitleri yapılan gerçekliklerle uyumludur.

Beylere ve devlete karşı olmak (Nubar Ozanyan)

Artsahk (Karabağ) sekiz aydır kuşatma ve abluka altında. Elektrik, gaz, akaryakıttan yoksun; açlığa ve dermansızlığa mahkum edilmiş bir şekilde teslim olması bekleniyor. Soykırımın günümüzde almış olduğu en utanç verici ve acımasız hali yaşatılmaktadır halka.

Ne uluslararası Adalet Divanı’nın kararı ne sekiz aydır çalınan diplomatik kapılar, Karabağ’da yaşayan Ermeni halkının yaşamsal sorunlarına çare, derdine derman oldu. Yapılan sayısız görüşme, müracaat ve iletişimden hiçbir sonuç çıkmadı.

“Bir Tek Mücadele Kaybedilir; O Da Terk Edilen Mücadeledir.” (Kadınların birliği)

Cumartesi Annelerinin eylemi, bu ülkenin en uzun soluklu mücadelesidir… Birçok kez engellendi, saldırıya uğradı, sürekli hale gelen polis saldırısı nedeniyle 1999’dan 2009’a kadar ara verildi, pandemi döneminde online olarak yapıldı ama ne olursa olsun Cumartesiler, 1995 yılından bu yana yani 28 yıldır “kaybolan” çocuklarını, eşlerini, babalarını, annelerini, arkadaşlarını, yakınlarını arayan insanların ama en çok da annelerin eylem günü oldu.

Yeni Emperyalistler Eski Emperyalistlere Karşı

Kapitalizmin; gelişmesi, genişleyerek yoğunlaşması ve üretimin her geçen gün artmasıyla ortaya çıkan tekelleşme ve uluslararası yönünün esas hale gelmesi, onu daha saldırgan bir aşama olan emperyalist bir aşamaya ulaştırdı. Bu gelişme, sınıfların netleştiği ve sınıflar arası mücadelenin keskinleştiği kapitalist ekonomik sisteminin diyalektik gelişiminin bir karakteristiğidir. Kapitalizm derinlemesine ve enlemesine geliştikçe yeni emperyalist ülkeler ortaya çıkacak ve bu da  emperyalistler arası çelişmeyi artan ölçüde derinleşecektir.

BRICS'in Johannesburg'da zirve toplantısı

Çin yeni emperyalist konumunu genişletiyor

Bugün Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde Vladimir Putin'in yalnızca sanal olarak katıldığı yeni emperyalist BRICS ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) zirve toplantısı sona eriyor.

Altı ülke eklendi

Tartışmaların merkezinde 14 yıl önce kurulan BRICS grubunun "BRICS Plus" olarak genişletilmesi yer alıyordu.

“ECDAT” HİKÂYELERİ[*]

 

“Geçmiş içinde yaşanacak bir şey değildir.

Eyleme geçerken içinden bir şeyler çekip

çıkarttığımız bir sonuçlar kuyusudur.”[1]

 

KADINLARIN BİRLİĞİ | Halk Okulu Devrimcilik Adı Altında LGBTİ+ Düşmanlığı Yapmaya Devam Ediyor!

Bir süredir Halk Okulu’nda LGBTİ+lar ve LGBTİ+ mücadelesi üzerinden genelde ilerici, devrimci harekete özelde proletarya partisine yönelik “değerlendirme”lerde bulunulmaktadır.

Bu “değerlendirmelerin” temel anlayışına ve üslubuna, devrimci kamuoyu da bizler de aşinayız.

Martager (Nubar Ozanyan)

Yaşamı Fakir, savaşımı Martager olan komutan, sert yaşadı. Bir derviş gibi Kafkaslar’ı, Ortadoğu’yu dolaştı. Mazlumların yaşamından gürültü yapmadan kopup giderken geride derin izler ve unutulmaz anılar bıraktı. Yaşadığı her toprak parçasında eski ve köhnemiş olan her şeye meydan okudu. Yaşarken Ararat’a, düşerken Cudi’ye bakarak “Elveda” dedi.

Devrimci Bir Çıkış İçin Örgütlen-Örgütle

“…Komünist Enternasyonale bağlı tüm partiler, ‘Kitlenin daha derinlerine!’, ‘Kitlelerle daha sıkı temas!’ şiarlarını ne pahasına olursa olsun pratiğe geçirmelidirler; kitleler sözünden anlaşılması gereken emekçilerin ve sermaye tarafından sömürülenlerin, özellikle de en örgütsüz ve en bilinçsiz, en fazla ezilen ve örgütsel olarak kapsanması en zor olanların tümüdür.”(1)

Proletaryasız Burjuva Çağı Hayali(!)

 

Telaşlı diplomasi ve açık savaş hazırlığı Nijer: Afrika'da akut savaş tehlikesi!(Rote Fahne (Kizil Bayrak)

26-27 Temmuz gecesi, yaklaşık 26 milyon nüfusa sahip Batı Afrika ülkesi Nijer'de ordu bir darbe düzenledi. Bir önceki başkan Bazoum'u devirdi ve anayasayı askıya aldı.

Frankfurter Rundschau'ya göre Bazoum döneminde Nijer, "İslamcı teröristlerin Sahel'deki ilerleyişine karşı mücadelede Batı'nın son stratejik ortaklarından biriydi".

Sayfalar