Pazar Mayıs 12, 2024

PARİS KATLİAMI, “BARIŞ SÜRECİ” VE HESAPLAŞMA[1]

“Ağır bir zırh taşıyarak ilerliyor zaman.”[2]

DİHA: Kadınlar Sakine Cansız’ın devrimci kişiliğini kendilerine öncü bir kadro olarak kabul ettiklerini ifade ediyorlar. Cansız elde ettiği başarı ve mücadele ile tüm dünya kadınlarının özgürlüğü için çalışmalarda hiç yorulmaksızın devam etmiştir. Cansız’ın mücadelesi azmi ve direnişi Türkiye ve Kürdistan’da yaşayan kadınlara nasıl bir katkı sağlamıştır? Ve sizce kadınlar, kadın örgütleri Cansız’ın mücadelesini nasıl görmekteler?

Sibel Özbudun: Sakine Cansız, gerçekten de son onyıllarda Kürt hareketi içinde yer alan kadınlar arasında en dikkate değerlerden biri, belki de en dikkate değer olanı. Hani Ursula Le Guin’in bir sözü vardır: “Devrim yapılmaz, devrim olunur” diye; Sakine Cansız kadınlara karşı hiç de cömert davranmayan bu coğrafyada “devrim olmayı” başarabilmiş az sayıda kadından biri. Paris’de Ömer Güney’in alçak kurşunlarıyla sona eren yaşamının neredeyse her anı buna tanık. Kadınlar ya da kadın örgütlerinin Cansız’ın mücadelesini nasıl gördüklerini bilemem; ama bu mücadelenin, kadınların hem siyasal örgütlenmede hem de gerilla savaşında bir aksesuar, bir “ihtiyat güç”, “lojistik destek” vb.den öte bir rol üstlenebileceğini, kendi özgürleşmelerinin öznesi olabileceklerini gösteriyor. Bugün YPJ saflarında IŞİD çetecilerine karşı savaşan o güzelim gencecik gözüpek kadınların; Arîn’lerin, Kader’lerin... yolunu Sakine Cansız’ın açtığını söyleyebiliriz; tıpkı Melih Cevdet Anday’ın, “yol öyle güzel ki, ölüm yokmuş gibi” dizelerindeki gibi…

DİHA: Bu katliam ile hangi planlar devreye sokulmak istendi. Hedef neyi gözetiyordu sizce? Kadın akademisyenler olarak Paris katliamının aydınlatılması için ne söylemek istersiniz?

Sibel Özbudun: İstihbarat işleri konusunda spekülasyon yapmayı sağlıklı bulmam. Ancak ortada çok net bir soru var. Tetikçi Ömer Güney’in MİT’le ilişkileri... Bu konuda dönemin başbakanı olan ve o dönemde MİT üzerindeki etkisi bilinen Recep Tayyip Erdoğan’dan bir açıklama talep etmek, bu katliamın, daha önceki niceleri gibi kirli savaşın karanlık dehlizlerinde yitip gitmesini istemeyen, Kürtler için adaletli, onurlu bir barış arzulayan herkesin görevidir. 

İlave etmeli: Yalnızca mevcut siyasal iktidar ilişkilerine karşı geldikleri için değil, aynı zamanda toplumsal-kültürel “verili” cinsiyet rollerine de başkaldırıyı temsil ettikleri için kadın direnişçiler egemenler açısından her zaman daha bir nefret nesnesi olagelmiştir.  Bir de şu var: İktidar(lar) açısından bir erkek militanı öldürmek, bir kişiyi öldürmektir. Bir kadın militanı öldürmek (ya da aşağılamak, işkence etmek vb.) ise bir simgeyi öldürmektir onların indinde. Sakine Cansız ve iki yoldaşına karşı gerçekleştirilen katliamda hedeftekilerin kadın olmasının da önemli bir payı olduğunu düşünüyorum.

DİHA: Ayrıca 9 Ocakta katliamın yıl dönümünde kadınların alanlara çıkıp katliamın hesabını sorması için neler söylemek istersiniz çağrınız nedir?

Sibel Özbudun: Ben bugün “Barış süreci” adı verilen örtük, dolambaçlı ve manipülasyonlara fazlasıyla açık, muhatapları AKP iktidarı tarafından kasıtlı olarak son derece muğlak bırakılan gelgitli görüşmeler dizisinin; Kürtler için onurlu, adaletli ve onların talep ve özlemlerine yanıt veren gerçek bir “barış”la sonuçlanacağını düşünmüyorum. Bir “barış süreci”nden söz edebilmek için öncelikle birbirlerini açık bir biçimde tanıyan, ne istediklerini ve neler yapabileceklerini kamuoyu önünde açık bir şekilde ifade edebilen “taraflar”ın varlığı gerekiyor. İkinci olarak ise, ayaklanmanın nedenleri ve koşulları konusunda kamuoyunu bilgilendirecek ve bir görüş oluşmasını sağlayacak kanalların açılması… Bu, 1980’lerin Diyarbakır Cezaevinden, 1990’ların “Kirli Savaş”ından, köy boşaltmalarından/ yakmalardan, faili meçhul cinayetlerden, Kürt köylülerin topluca katledilip gömülmesinden, Roboskî’ye tüm devlet suçlarının yalnızca kamuoyu nezdinde tartışmaya açılmasını değil, aynı zamanda faillerinin de yargı önüne çıkartılmasını gerektirir. Böylesi bir “suçlar” listesiyle yüzleşmek, Türklerin de olaylara “bebek katili/ bölücü/ terörist” çerçevesi dışında bakmasını sağlayarak iki halk arasında gerçek bir empati oluşmasını sağlayabilecektir. Ancak o zaman “milliyetçi hassasiyetler” iktidarların elinde, Kürt tarafına karşı kullandıkları bir şantaj unsuru olmaktan çıkartılabilir.

Sakine Cansız ve iki kadın yoldaşının katledilmesi, bu “kirli savaş”ın (üstelik tam da “Barış süreci” içinde gerçekleşen) bir parçası. Bu son derece yakın olayın gerçek faillerinin (yoksa “cemaat yaptırdı” gibi spekülatif saptırmaların değil) açığa çıkması, böylesi bir “yüzleşme” için iyi bir başlangıç olabilir.

 

6 Ocak 2015 09:53:27, Ankara.

N O T L A R

[1] Newroz, Yıl:8, No:263, 5 Şubat 2013…

[2] Özlem Özbek, Mavi Yeşil, No:90, Kasım-Aralık 2014.

 

63780

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Sibel Özbudun

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

materyalist bilgi teorisi ve komünist partileri

 

“İnsan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar.” Marks

 

İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, insanın bilgisi  üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.

HER GÜN DÖRT İŞÇİ, BEŞ KADIN

“Son kötü günleri yaşıyoruz belki

İlk güzel günleri de yaşarız belki

Kekre bir şey var bu havada

Geçmişle gelecek arasında

Acıyla sevinç arasında

Öfkeyle bağış arasında//

Biz kırıldık daha da kırılırız/

Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”[1]

 

ÇİN: KARMAŞIK BİR SORU(N)…[1]

“ben hiç başlamamış bir dündeyim.

yağmur yağacak...

hiç başlamamış bir yarın çok var.

hiç bitmeyen bir dün de çok var...”[1]

 

Arif Dirlik’in, “Sadece bir ulus değildir; bir uygarlıktır,” notunu düştüğü Çin’in geneli veya özelde ise “bugünü” hakkında yazmak kolay değil.

Binlerce tarihsel bağıntı ve güncel referanslarıyla Çin, çoklu bir örnektir.

SINIF KONUŞMAZSA MEYDAN ÇAPULCULARA KALIR

EYLEM BIRLIKLERININ GÜNÜMÜZDEKI ÖNEMI VE DÜŞÜLMEMESI GEREKEN HATALAR ÜZERINE

 

Sayfalar