Cumartesi Haziran 1, 2024

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

Ortadoğu’da, Filistin ve Kürt ulusal sorunu dün olduğu gibi bugün de gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. Tarihsel olarak Siyonist İsrail devleti bölge halkları nezdinde esas olarak kabul görmedi. Siyonistler kadar olmasa da Osmanlı yıkıntıları üzerinde kurulan TC devletine karşıda bölge halkları her zaman mesafeli durmuşlardır. Dolayısıyla İsrail devletiyle, Türk devletinin müttefik oluşu asla bir rastlantı değildir. ABD emperyalizmine uşaklık, bölge halklarına düşmanlık çizgisi, bu haydutları çoğu zaman aynı noktada buluşturmuştur. Bu ortaklık, bugün Güney Kafkasya’ya da taşınmıştır. Karabağ’da Ermeni halkına dönük saldırılarda TC ve Azerbaycan’daki faşist iktidar ve İsrail siyonizmi kol koladır. Azerbaycan’a milyarlarca dolarlık silah satan, militarist güçlerini eğiten İsrail devletidir.

Aynı İsrail devleti bugün Filistin halkına ölüm bombaları yağdırmakta. TC, aynı karşı devrimci icraatları Rojava’da, dahası bir bütün olarak Kürt coğrafyasında uygulamakta. Kısacası yüz yılı aşan bir süredir, Ermeni ve Kürt halkı, yetmiş beş yıldır da Filistin halkı, TC ve İsrail siyonizminin zulmüne maruz kalmakta. Katliam, göç, sürgün bu halkların ortak “kaderi” haline gelmiştir. Hiç kuşkusuz bu faşist ve gerici devletler halklara karşı bu suçları işlerken her zaman emperyalist efendilerinden destek görmüşlerdir. Efendileri değişmiştir ama işbirlikçilerinin halklara karşı uygulamış oldukları insanlık dışı politikalara sunulan destek devam etmiştir. Bugün ABD emperyalizminin savaş gemileriyle siyonistlerin yardımına koşması ve batılı emperyalist güçlerin İsrail siyonizmine destek açıklamaları yapması bu gerçekliğin somut ifadesidir. Keza aynı güçler, Karabağ’da, Rojava’da işlenen cinayetlere karşı ya cılız sesler çıkarıyorlar ya da ölü taklidi yapıyorlar. Dolayısıyla emperyalistlere ve işbirlikçilerine karşı bölge halklarının birleşik mücadelesi, dayanışması dün olduğu gibi bugün de yürünmesi gereken doğru bir yoldur. Hem düşmanlarımız hem de acılarımız ortaktır. Bu acılar ve tarihsel haklılığımız üzerinde devrimci bir perspektifle, birleşik bir tarzda örgütlenecek bir yürüyüşle ancak zafer elde edilir. Devrimci ve ilerici güçler bu karmaşık ortamda çıkış yolu ararken, dikkatlerini ve enerjilerini esas olarak yoğunlaştırması gereken ana nokta bu olmalıdır. Elbette ki düşmanlarımız arasındaki çelişkilerden yararlanma siyasetini önemsemeliyiz. Ama asıl olan çelişki ve çatışmaların yoğun olarak yaşandığı alanlarda, ezilenlerin birleşik direniş mevzisini-dayanışmasını yaratmak için çaba sarf etmektir. Çünkü bu yönlü başarıların olduğu her yerde, egemenlerin ulusal, dinsel, mezhepsel çelişkileri derinleştirme ve bu yönlü çatışmalar yaratma karşı devrimci girişimleri de karşılıksız kalır; bütün ezilenlerin devrimci bir temelde birleşik mücadele anlayışı da giderek yaygınlık kazanır. Gerçek manada anti-emperyalist anti-faşist mücadelede bu iklim içinde hayat hakkı bulur.

Elbette ki her koşulda olaylara, olgulara objektif bir temelde yaklaşmalıyız. An itibariyle emperyalist saldırganlığın arttığı, bölgedeki işbirlikçilerinin Kürt, Filistin ve Ermeni halkına dönük katliamlar yaptıkları bir süreçten geçiyoruz. Ama ne yazık ki, tüm bu saldırılara karşı çıkan güçlerin birleşik mücadele, dayanışma pratikleri zayıftır. Tabi ki, bunun asıl nedeni ezilenler cephesinde zayıflayan anti-emperyalist anti-faşist bilinçtir. Bu bilincin zayıfladığı bir yerde ortaya güçlü devrimci bir inisiyatifin çıkması da düşünülemez.

Filistin direnişi haklı ve meşrudur

İsrail egemenleriyle, Filistinlilerin çatışmasının temelinde siyonist devletin işgalci, katliamcı politikaları yatıyor. Bu halkı onlarca yıldır yerinden-yurdundan edip göç yollarına düşüren İsrail egemenleridir. Dolayısıyla bu saldırgan politikalara karşı Filistin halkının direnişi haklı ve meşrudur.

Yine dünyanın hangi coğrafyasında olursa olsun, yaşanan ilhak ve işgal politikaları emperyalist-kapitalist sistemin genel politikalarından bağımsız olarak ele alınamaz. Ve siyonist devlet de emperyalistlerin Filistin coğrafyasına saplanan kanlı hançerdir. Bu hançere suç ortaklığı yapan bölgenin gerici-faşist devletleri de emperyalizmin işbirlikçi güçleridir.

Proleter hareket, Filistin halkının haklı direnişini savunurken, Hamas vb. örgütlerin kadınlara, çocuklara ve genel olarak sivil halka dönük eylemlerini her koşulda reddeder. Bu dinci yapıların bölge halklarının haklı mücadelelerini bölen, haklılığına gölge düşüren pratiklerini de her fırsatta dile getirerek teşhir eder. Yine bu güçlerin bu denli büyümesine yol açan da emperyalistlerin bölgeye yapmış olduğu müdahalelerdir. Ve tabi ki, dünyada ve bölgede zayıflayan devrimci ve komünist inisiyatiflerdir.

Proleter hareket, bu tarihi tecrübeler ışığında, emperyalizme ve bölge gericiliğine karşı mücadelede siyasal İslamcı ve genel manada dinci ve gerici hareketlerin oynamış olduğu olumsuz rolün farkında. Dolayısıyla her durumda bu hareketlerin olumsuz pratiklerine karşı net bir tutum alır. Bu yapılara karşı ilerici-devrimci, laik güçlerin ortak mücadelesini destekleyerek, dayanışmada bulunur.

2012

Din Kardeşligi masali ve türban sovu

AKP meclisteki türbanlı milletvekili şovuyla halkı uyutma yolunda kendisine yakışır bir adım daha atmış oldu. Oysa din, türban ya da özgürlük diye bir dertleri yok. Onlar ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmanın ve hizmet ettikleri bu düzenin ezen- ezilen, sömüren- sömürülen çelişkisini halkın gözünden kaçırmanın derdinde. Türbanı bu korkunç düzeni saklamak için bir şal olarak kullanmaktadırlar. Tuhaf olan şu ki, türban takan kadınların çoğu da bu düzenin mağdurlarıdırlar. Ne var ki onlar bunun farkında değil. Biraz düşünseler iyice esaret altına girdiklerini göreceklerdir.

Ortadoğu yeniden biçimlen(diril)irken …[*]

“Karanlık saatler geldiğinde,

o zamanın insanı da gelir.”[1]

 

Ortadoğu yeniden biçimlen(diril)irken söylenmesi gerekeni, gecikip, lafı dolandırmadan hemen belirteyim: Büyük bir alt üst oluşun içindeyiz…

Bu kadar da değil; her şey daha da ağırlaşarak vahimleşecek; veya tarih müthiş hızlanacak; ya da sık sık Montesquieu’nun, “Ne mutlu tarihi sıkıcı olan halka” sözü anımsanacak…

Ercan Binay’dan mektup var Abdullah KALAY’a özgürlük!

“Zulümle abad olunmaz.”[2]

 

Cumhuriyet Bayramı' Ve Bagımsız Türkiye Hangi Sınıfın Ideolojisidir?

'Cumhuriyet Bayrami' Ve Bagimsiz Turkiye Hangi Sinifin Ideolojisidir?

 

'Bir Marksist toplumsal uzlasmaya degil, sinif mucadelesine dayanir' der Lenin.

Sinif mucadelesi ise tekduze bir rota izlemez.Tarihin her toplumsal akisinda farkli bicimler olarak karsimiza cikar. Komunistler iradeci-idealist degil dialektik olguculuga dayanir. Canlidir Marksistin dunyasi, basma kalip, tekduze, soyut ilkeler ve kaliplar bakisi burjuvazinin dunya gorusudur.

 

Solu Liberalleştirmek

 

Sol’u liberalleştirme; onu devrimci özünden kopararak, burjuva düzen içi bir hareket haline getirme ve burjuva sistemine karşı toplumsal devrimci alternatif olmaktan çıkarma çabaları, solun tarihi kadar eskidir. Toplumun burjuva-proleter kampa bölünmesinden bu yana da, burjuvazi, sol’u sol olmaktan çıkarmanın her türlü yolunu denemeye, şiddetin yanında, ideolojik ve siyasal olarak onu yozlaştırmaya özel bir önem verdi. 

Kürdistan ve "Demokratikleşme"

Kürdistan tarihi açısından 90'lı yılların en önemli olgusu Kürdistan ulusal kurtuluşçuluğunun kadrosu,hemen hepsi bağımsızlıkçı çizgide binlerce Kürd aydınının imha edilmiş olmasıdır.Öylesine bir soykırım ki hesabını gören de soran da yok,ortalık da "barış"çılardan ve "unutmaya ve affetmeye hazırız"cılardan geçilmiyor.Kürdistani stratejik aklın ve ulusal kurtuluşçuluğun taşıyıcısı bu kategorinin imha edilmesi,kalan yerli/yerel aydınların Türki metropollara ya da yurtdışına kaçması/kaçırtılması ve eşzamanlı olarak Kürdistan köylülüğünün sömürgecilerce Kürdistan dışına göçertilmesinin ulusal

Iki Birlesir Bir Olur Ya Da HDP

Iki Birlesir Bir Olur Ya Da HDP


Ertugrul Kurkcu ''Halkin uzerine bilgelik tesis etmek degil, halkin bilgeligini temel alan bir partiyiz'' diyor...Kongreye Apo ve Recep kutlama mesajlari yolluyor!

 Tum milliyetlerden Isci-Koyluler Revizyonizmi gormuyor ve alkisliyorsunuz!

 Sunu diyor sizlere Kurkcu; Isciler-Koyluler ,Marksizm-Leninizm gibi sizi kurtarmaya calisan akimlara kapilmayin...!

Bölünmek için Birlesin


Bölünmek için Birlesin!

Bir Maoist hayati iki ucundan kavrar her zaman; Burjuvazi ve Proleterya ucundan. Birin iki oldugunu kavramamis bir kafa Marksist bir kafa degildir.
Komunist partiler icin Demokratik-Merkeziyetcilikin tek bir anlami vardir; Demokrasi KP lerde Burjuvaziyi temsil eder; Merkeziyetcilik Proleteryayi temsil eder....

Yaranın Merhemini cellattan mı isteyecegiz!

           Yeğişe Çarents   15 Mart 1921  Yer Berlin Charlottenburg semti,

   İttihat ve Terakki Cemiyeti başkanı,İç işleri bakanı,1915 Ermeni Soykırımı'ndan birinci de rece sorumlu,1,5 milyon Ermeni'nin ölümüne sebep olan Tehcir kararnamesi'nde imzası bulunan Talat Paşa Erzincanlı Soğomon Tehleryan tarafından öldürüldü.  Ermeni soykırımı'nda ölenlerin İntikamını almak için Talat Paşa Berlin'in en işlek caddesinde gündüz vakti ensesinden vurularak Ermeni halkı adına cezalandırıldı.Kaçarken polisler tarafından yakalandı.Direniş göstermedi.

Şiirin Şairleri, Şairlerin Şiiri -

“Biz bu kitapları ne zaman okuduk ve niçin her satırını çizip notlar düştük kıyılarına”[1]

“Herkes gider, şiir kalır,” der İbrahim Tenekeci.Doğrudur; öyledir…

Şiirin tarihi şaire doğru akarken; “Şiir kelime kaynar. Bir kazandır, dumanlar tüter içinden,” der Ahmet İnam…

İnsan ruhunun ve yaşamın derinliklerine nüfuz eden şiir ölmez, öldürülemez; çünkü ölümsüzdür…

Hayır; ‘Buz’[2] başlıklı yapıtı ile ‘2011 Turgut Uyar Şiir Ödülü’ne değer görülen Osman Özçakar’ın, “Şiir biraz da sözcüklerle manipülasyon yapma işidir,” tespitine katılmak mümkün değil.

Yeni Süreçte Bize Düşen Görevler/ Hasan Aksu

 

Sayfalar