Cumartesi Nisan 27, 2024

Rol çalanların postunu delmek ancak ileri atılım yaparak mümkün!

Yeni bir zaman dilimine eski çelişkilerle girildiğinin en somut kanıtı Reina’da meydana gelen saldırı ve sonrasında yapılan açıklamalar oldu. Saldırının üzerinden saatler geçmeden bilindik sorumlular(!) açıklandı: PKK, DAEŞ, PYD-YPG... Kokteyl örgüt kavramı artık her durumda, acil kurtuluş olarak devrede. Görünen o ki, bir ay öncesinden “Noel kutlamaları, yılbaşı geceleri hedef gösterilmesine” rağmen İstanbul’un en bilinen eğlence merkezlerinden birine sadece bir polis bırakılarak “etkin” güvenlik önlemi alınmış(!) saldırı sonrasında Başbakan “başka saldırılar da beklenmesi” gerektiğini buyurmuş!

Halk Türkiye’nin -yükselen bir güç olması dolayısıyla- dört bir yandan saldırıya uğradığı savıyla ikna edilmeye çalışılırken, diğer yandan korku ve şovenizm, halkı devlet politikalarına bağlamanın harcı olarak kullanılıyor. Bunda şimdilik başarılı olduklarını söyleyebiliriz. Bu başarı daha önce itiraz eden ama bu itirazlarını bile kısık sesle dile getiren CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu üzerinde de etkisini gösteriyor! Nitekim El Bab operasyonunu değerlendirdiği şu cümleler tam da bu etkiye işaret ediyor: “Eğer Türkiye kendi geleceğini güvence altına almak açısından böyle bir operasyon başlatmışsa belki acılara katlanmak gerekiyor.”

İşte CHP’nin ve elbette ki “liderinin” bütün afra tafralarının, itirazlarının geldiği nokta! AKP’nin dümen suyuna gitmek! Hatta “Yenikapı ruhu”nu tek başına yaşatmak! Gerçi “bu noktadan hiç ayrıldı mı?” sorusu da süreci derinlemesine okuyanlar açısından oldukça haklı ve meşru bir sorudur. Egemen sınıf kliklerinin kendi çıkarları doğrultusunda çelişkiye düştükleri oranda o noktadan uzaklaşır gibi görünse de esas yerleri orası, yani birbirlerinin halk düşmanlığı ettiği yerde omuz başlarındaki yerleridir. 15 Temmuz’dan sonra Erdoğan ve şurekasının iktidarlarını sağlamlaştırmak amacıyla attıkları adımlara karşı CHP “Gezi kitlesini birleştireceğiz” diyerek çıkış yaptı. CHP 15 Temmuz’dan sonra yaptığı Taksim mitingine katılan “sol” çevrelere güveniyordu anlaşılan. “Gezi kitlesi arkamda” diyerek “yeni sistem” kurulurken daha fazla yer isteyecekti. Hatta hızını alamayarak önce parti sözcüleri sonra da Anayasa Komisyonu’nda “Kahrolsun Faşist Diktatörlük” sloganını dahi attılar.

Rol çalmaya çalışan CHP

HDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasında birincil rol oynayan CHP, demokrasi maskesiyle HDP’nin yerini tutmaya hazırlanıyordu. Ama elbette ki bu iddiaları her yerden dökülüyor görüldüğü üzere. Başka bir ülkenin işgalinde yaşanan ölümlere, hiç acı çekmeden, bedel ödeyen olmadan “acılara katlanmak” olarak bakarken bulunduğu noktanın çürümüş AKP’nin hemen yanı olduğu açık değil mi? Yeni anayasaya itiraz ederken kullandığı argüman ise, şu an varlığını sürdürdüğünü söylediği faşist diktatörlüğün kurucu partisi olma unvanına kendine yakışır düzeyde; “Eyalet sistemini getirmek istiyorlar, bunu Apo istiyor!” olmuştur.

HDP’nin yerini tutmak istiyor istemesine de varoluşsal-genetik yapısı buna izin vermiyor. Bu yüzden bir söylediği diğerini tutmuyor. Fakat buna rağmen “sol”da ve sanki egemen sınıflarla hiçbir ilgisi yokmuş gibi görünmeye çabalıyor, yüzüne oturmayan bu maske, üzerine olmayan bu giysiyle ortada geziniyor ve bundan zerre utanç duymuyor!

Egemen sınıfların arasındaki çelişkiden faydalanmak elbette ki reddedilemez. Ama bu, eğer o sınıfların kendi aralarındaki kavgada ezilen halk yığınlarını ve temsilcilerini bir kaldıraç olarak kullanmaya dönüşmüşse ve ilerici kesimler de buradaki kaldıraç görevine bilinçli olarak meyil veriyor ve bu konuda görev üsleniyorsa bunda bir terslik var demektir. Ve bu terslik devrimci ve ilerici kesimleri altüst edecek şiddettedir, keza CHP’yle ilişkilenmeyi böyle okumak gereklidir!

Anayasa tartışmalarıyla birlikte gündemde olan bir konu MHP’nin iyiden iyiye AKP’lileşmesiyle (veya tersi AKP’nin MHP’lileşmesi) iki partili bir sisteme gidildiği tespitidir. Bu durumda egemen sınıflar arasında kimi çelişkileri göz ardı etmeden kabaca şöyle bir belirleme yapmak durumundayız: Sağ kesime AKP-MHP kardeşliğinin, sol kesime ise CHP’nin temsilciliğe soyunduğu bir düzen kurulmaya ve bu düzen emekçi sınıflara dayatılmaya çalışılıyor! Böyle bir durumda özellikle HDP-DBP ve etrafında birleşen devrimci, ilerici güçlerin muhalif kesimler üzerindeki gücünü ve etkisini kırma, etkisizleştirme üzerinden politika üretirken, CHP’nin tabanını kazanmanın yolunun sürekli olarak onu ve politikalarını teşhir etmek olduğu açıktır.

Elbette ki “politik alanda, politik ajitasyon konusu olarak hizmet edemeyecek sorun yoktur.” (Lenin, Seçme Eserler, c.1, s. 485) Dolayısıyla egemen sınıfların kapışmasında kendi kendi gazetelerine dahi olan tahammülsüzlükleri de bizim politik ajitasyon konumuz olmalıdır. Düne kadar “dilleri Ali kalpleri Muaviye” diyen ama sonra yol arkadaşlarını satıp AKP’ye iltica eden Numan Kurtulmuş’un “Medyadaki bazı arkadaşlar da lütfen ayaklarını denk alsınlar” uyarısının tüm söz, ifade ve haber alma hakkını yok ettiği ve bunun sonucunda sermayenin en büyük medya grubundan medyanın da TC’nin ideolojik harcının oluşmasında büyük payı olan Cumhuriyet gazetesinin de niçin “lütfen, ayaklarını denk almak zorunda” oldukları tüm açıklığıyla anlatılmalı, teşhir edilmelidir.

Açıkça ortadadır ki, CHP’nin tabanıyla ilişki kurmak, CHP’ye, yayın organlarına vs. güzellemeler yapmakla değil başta Kürt sorunu olmak üzere egemen sınıf temsilcileri olarak durdukları yerleri teşhir etmekle olur.

Çakma truva atı...

Yazımıza yeni yıla eski çelişkilerle girdiğimizi belirterek başladık. Başta Ortadoğu olmak üzere ezilenler mevcut durumlarını kabullenmemekte ve isyanlarını kendi dilleriyle ifadelendirmektedir. Kürt ulusu 40 yıldan fazladır kesintisiz sürdürdüğü direnişi Rojava ile yeni bir aşamaya taşımışken egemen sınıflar AKP’si, CHP’si, MHP’siyle bu kazanımlara saldırmaktadır. Aralarındaki tek fark CHP’nin şekilsel olarak mevcut konsensüs dışındaymış gibi durarak ezilenler içinde Truva atı rolü oynamak istemesidir.

Politikanın şiddet araçlarıyla uygulanmasının en somut örneğini etrafımızda bu kadar yakın bir şekilde görürken, somut etkilerini hissederken bizlere düşen her türlü burjuva-reformist akıma karşı güçlü bir ideolojik-politik mücadele vermek ve Mao’nun “Gökkubbenin altında karmaşa var! Vaziyet şahane” şiarını yaşama geçirmektir. Bunun dışında seçenek yoktur.

Bugün yaşananlar, egemen sınıf partileri eliyle hayata geçirilenler karamsar bir tablo yaratıyor olabilir. En aşağılık savaş kuralı olan “Savaşta önce gerçekler ölür” söyleminin her alanda hayata geçirildiği ve emeği, yaşamı, onuru, mücadeleyi kıskıvrak yakalamaya çalıştığı düşünülebilir. Ancak tüm karanlıkları aşma ve parçalama; son iki yıldır katliamlara mahkum edilen ve bunun yarattığı karmaşaya sürüklenen başta devrimci, ilerici güçler olmak üzere halkın karşısına çıkarılan “üst akıl büyümemizi, yükselmemizi istemiyor. Dış güçler önümüzü kesmek istiyor” demagojilerinin altüst edilmesi, emperyalist-kapitalist sistemin ve onların koltuk değnekçisi faşist güçlerin, diktatörlüklerin aslında “birer kağıttan kaplan” olduğunu kanıtlamakla mümkündür. Devrimci bir çıkış iradesinin ortaya serilmesi, CHP gibi koyun postu giyen çakalların postunun delinmesi ile mümkündür.

Devrimci çıkış iradesinin nereden doğru sergilenebileceği, 45 senelik mücadelemizin kökenlerinde mevcuttur. Devrimci çıkış iradesinin nasıl ortaya çıkarılacağı ise gözünü topraklarına diken, ülkedeki kaos içerisinde misyonunun farkına varabilen ve kendisiyle yüzleşmeyi göze almış bir komünist hareketin kolektif aklının inşa edilmesi ve devrim sorunları ile bütünleştirilmesiyle birebir ilişkilidir. Keza bunun nüveleri TC ordusunun tüm teknik teçhizatlarla günlerce saldırdığı beş gerilla alanından biri olan Aliboğazı’nda ortaya serilen destansı direnişte, 7 Ocak günü DAİŞ’in hedef aldığı Enternasyonalist Özgürlük Taburu’nun bir BÖG savaşçısını şehit vermesi bedeline ortaya serdiği iradede ve tüm gözaltı, tutuklama, kaçırma saldırılarına karşın demokratik mücadele mevzilerini, sokakları bırakmayanların inadında mevcuttur. Yeter ki, rol kapmaya çalışan egemen sınıfların postunu delme ve burjuva-feodal sistemin kirinden arınma cesaretiyle ileri atılabilelim!

46089

Tutsak YDK’lı yazdı “Riha zindanlarından yükselen sloganlarımız birçok yerde haykırıldı! Umutluyuz!”

Dışarıda yeni bir gün doğuyor. Bugün diğerlerinden çok farklı bizler için… Günlerdir hazırlığını sürdürdüğümüz, büyük bir heyecanla karşılamaya hazırlandığımız bir gün… Yeni günün ilk saatlerinde güneşin doğuşunu doyasıya seyredemiyoruz belki ama heyecanımız, coşkumuz ve inancımızla koğuşun içerisinde kendi güneşimizi doğuruyoruz. Bütün arkadaşlarımızla (toplamda 22 kişi olduk bile) uyandığımız andan itibaren saçlarımızı şekil şekil örgülerle bezeyerek, kollarımıza burada yaptığımız mor ağırlıklı bilekliklerimizi takarak, en güzel giysilerimizi giyerek güne hazırlanıyoruz.

Gerçeğe ışık, devrime pusula: Mehmet Demirdağ -2-

Mehmet Demirdağ ve “örgütlü olmak” üzerine

Mehmet Demirdağ yoldaşa ve onun tarihselleşen pratiğine dair yürütülecek inceleme açısından en belirleyici tartışma başlıklarından birisini de örgüt olgusu ve Demirdağ yoldaşın “örgüt olmak” çağrısı oluşturmaktadır.

Altın eller ile kanlı eller -2-

Der Zor: “Mama ben ölürsem sen de benim etimden onlara verme!”

Amed Zindanı eski tutsaklarından M. USTA: “Esas olarak sorunu yaratanlar derinleştirmeye devam ediyorlar!”

Amed 5 Nolu Zindanı’nda insanlık dışı işkencelere maruz kalan ama buna karşın devrimci direnişinden ve daha sonra da komünist hareket içerisinde örgütlü mücadelesinden taviz vermeyen M. USTA, Özgür Gelecek bürolarının gasp ve çalışanlarının darp edilmesine karşı yazdı: Bu yıkıcı pratiklerin hiçbir haklı gerekçesi olamaz. (...) Bu pratiğin kendisi, değerleri kirletmenin ta kendisi. (...) Sizin baskın düzenlediğiniz ve tartaklayarak dışarı attığınız devrimci basın çalışanları bu mücadelenin o alandaki ana değerleridir.”

 

Şengal'de Hamo Şerro'nun direniş ruhu yaşıyor, bir de Kürt sorunu hala Kaypakkaya geleneğinin kırmızı çizgisidir!

3 Ağustos 2014, Ezidi halkının tarihinde kara bir gün olarak anılıyor. Bugüne kadar 73 kez zalimlerin fermanı ile karşı karşıya kalan halk en son Şengal'de IŞİD çeteleri tarafından katliamlara maruz kaldı. Üstelik ''uygar'' dünyanın gözleri önünde, haberleşmenin, teknolojinin en yüksek aşamasında, engellenemeyen soykırım insanlığın yeni utanç sayfalarından biri olarak tarihe geçti.

Ayrılık Teorik Değil

Acemiler Abisi Acemiler.

Sendikalarda ....

Örgütleyenin proletarya köylü, örgütleneninde halk olmasını beklerken ...

Neye niyet neye kısmet.

Ayrılın şöyle bir bakalım, ayrılın.

Ayıp değil mi ? Neden bu şekilde davranıyorsunuz ? Yakıştıramadım sizlere.. Şöyle bir ayrılın bakayım. Sen şu taşı eline al bakayım. Sende şu değneği.  Ha ... şöyle. Şimdi başlayın.

Acemiler abisi acemiler.

Göreceksiniz abileri ayrılıkları konusunda ileride öyle teorik açıklamalarda bulunacaklarki hepimizin dudağı uçuklayacak.

TKP/ML TİKKO Rojava Komutanlığı

TKP/ML TİKKO Rojava Komutanlığı Ortadoğu halklarının Newroz’unu selamladı. Rojava Komutanlığı “İçinde bulunduğumuz tarihsel süreç bizden büyük sorumluluklar beklemektedir. Bu anlamda Kawa’nın Ortadoğu’ya yaydığı özgürlük ateşini harlandırmak en temel görevimiz olmalıdır” dedi.

“Kawa’nın tutuşturduğu özgürlük ateşini direnişle harlayalım!”

Hizip safsatası ile üzeri örtülen gerçekler

Kolektifimizin uzun bir süredir gündeminde olan bir dizi tartışma kamuoyuna yansımıştır. Bu tartışmaların taraftar ve kamuoyuna sızdırılmasına başından beri karşı çıktık. Tartışmaların zamanında ve yerinde yürütülmesini esas aldık. Elbette burada temel kaygımız kolektifimiz içinde ortaya çıkan ideolojik-politik-örgütsel tartışmaların bizi güçlendirecek bir içerik ve misyonla ele alınmasıdır. Kolektifimiz içinde ideolojik mücadelenin sağlıklı bir biçimde yürütülmesinin koşullarını yaratmaya çalıştık.

Hollanda ve Türkiye arasında yaşanan “krizi” nasıl okumalıyız?! H.Gürer

AKP’nin siyaset yapma Algoritması!

TKP/ML-GYDK;NEWROZ ATEŞİNİ SANDIKLARA TAŞIYARAK AKP'Yİ HAYIR OYLARIMIZLA YAKALIM!

NEWROZ PİROZ BE

Newroz başkaldırı ve özgürlük bayramıdır. Demirci Kawa'nın Asur Hükümdarı zalim Dehag'a karşı başlattığı isyan 2600 yıldır ezilen mazlum halklara yol göstermeye devam ediyor. Bir Kürt olan Demirci Kawa'nın 21 Mart günü tüm insanlığa armağan ettiği bu direniş geleneği, tarihin serüveni içinde sadece Kürtlerin sahiplendiği bir direniş olmaktan çıkarak, tüm Ortadoğu halklarının sahiplendiği bir güne dönüşmüştür.

“Kaypakkaya’yı pratiğiyle çizilmiş yolu izleyerek sarsılmaz bir kararlılıkla anıyoruz”

Katledilişinin 44. yıldönümünde, önder yoldaş İbrahim Kaypakkaya’yı onun teorisinin bakış açısında durarak ve pratiğiyle çizilmiş yolu izleyerek sarsılmaz bir kararlılıkla anıyoruz!

18 Mayıs 1973!

Sayfalar