Perşembe Mayıs 9, 2024

Rosa özgürlüğün ta kendisiydi

“Hareket etmeyenler, zincirlerin

ne kadar ağır olduğunu bilmezler.”[1]
 
“… Bu zehirli kaltak, bir maymun kadar zeki olmakla birlikte sorumluluk duygusundan tümüyle yoksun olduğu ve tek motifi kendini haklı çıkarma yolunda neredeyse sapkınca bir istek olduğu için daha çok zarar verecek,” diye yazıyordu Victor Adler August Bebel’e 5 Ağustos 1910 tarihli mektubunda.
Bebel ise 16 Ağustos 1910 tarihinde şöyle yanıtlıyordu Adler’i: “Bütün o rezil kadınca zehir püskürtmelerine karşın, partiyi onsuz bırakamam.”[2]
Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin bu iki ağır topunun sözünü ettiği “zehirli kaltak”, Rosa Luxemburg’dan başkası değildi. Alman Sosyal Demokrat İşçi hareketine dahil olduğu andan itibaren, Bernstein’dan başlayarak partinin bütün köklü, yerleşik, müessesleşmiş, gerontokratik, reformist, parlamenterist, “âkil” yönetimine savaş açmaktan kaçınmayan o dikbaşlı, uzlaşmaz, uslanmaz, ateşli devrimci kadın.
Rozalia Luxenburg 5 Mart 1871’de, tüccar bir baba ve önde gelen bir haham ailesine mensup bir annenin beş çocuğunun en küçüğü olarak, o dönemde Rus İmparatorluğu’nun bir parçası olan Polonya’nın küçük bir kenti, Zamosc’da doğdu. Aile Yahudi Aydınlanması haskala’dan güçlü bir biçimde etkilenmişti, çocuklarını yurtsever Polonyalılar olarak yetiştirmeyi önemsiyorlardı.
Ailesi Rozalia iki yaşındayken Varşova’ya taşındı. Kendisini yaşamı boyunca aksak bırakacak bir kalça zedelenmesine karşın, sıcak, sevgi dolu bir ailenin içinde mutlu bir çocukluk geçirecekti.
Ama bu mutluluk onun Çar III. Alexander’ın Polonya üzerindeki demir yumruğunu hissetmekten ve tanık olduğu haksızlıklara başkaldırmaktan alakoymuyordu. Polonya 1863’de Rusya’ya karşı ayaklanmış ve yenilmişti. Çarlık o gün bugündür Polonyalılar üzerinde amansız bir Ruslaştırma siyaseti uygulamaktaydı. Yoğun antisemit tonlar içeren bir siyasa… 1881’de Varşova’daki pogroma çocuk gözleriyle tanık oldu. Polonyalı, Yahudi, kadın… Üçlü bir boyunduruk…
Boyun eğenlerden olmadı. Henüz lise yıllarında çarlık karşıtı çevrelere dahil olacaktı. Ama daha o yaşlarda eğilimi milliyetçilikten çok sınıflar savaşınaydı. Zenginlere ve muktedirlere öfke dolu şiirler dökülüyordu yeni yetme kaleminden… Okulu bitirir bitirmez devrimci sosyalist bir gruba katılacak ve kısa sürede çarlık gizli polisiyle tanışacaktı.
O yıllarda Polonya’da üniversite kapıları kadınlara kapalıydı. Pek çok Avrupa ülkesinde de öyle. İsviçre bir istisnaydı; Rozalia ağabeyi Jozef’in yanına yerleşerek Zürih Üniversitesi’ne kayıt oldu. Burada felsefe, tarih, politika, ekonomi, botanik, zooloji ve matematik öğrenimi gördü, 1897’de Polonya’da sanayinin gelişimi üzerine teziyle doktorasını tamamladı.
Ama İsviçre onun için üniversite öğreniminden ibaret değildi. Kent, Avrupa’nın dört bir yanından gelme politik göçmen ve ilticacılarla kaynıyordu. İçlerinden biri, yaşam boyu yoldaşı ve yaşamının bir kesitinde sevgilisi oldu: Litvanyalı Yahudi devrimci Leo Jogiches’le tanışması Zürih’teki ilk yıllarında olmalı. Adını Rosa Luxemburg’a çevirmesi de bu yıllara rastlar. Jogiches ile birlikte Polonya Krallığı Sosyal Demokrasi Partisi’ni (SDKP) kurması da öyle (1893 - Bu parti gelecekte Polonya Komünist Partisi’ne dönüşecekti). 18. yüzyıl sonlarında ülkelerini paylaşan Avusturya, Almanya ve Rusya karşısına Polonya’nın bağımsızlığı talebiyle dikilmeyen “aykırı” bir parti. Bağımsızlık burjuva talebiydi. Bunun yerine, SDKP’ye göre Polonya çokuluslu Avrupa sosyalist devletinin bir parçası olmalıydı.
Ulusların Kaderini Tayin Hakkı’na karşı duruşu onu dönemin sosyal-demokrat intelligentsia’sıyla karşı karşıya getiren itirazlarının ilkiydi. Bu tutumunu yaşamının sonuna dek sürdürecek, bu konuda Lenin ve Bolşeviklerle ters düşmekten geri durmayacaktı.[3]
Rosa Sosyalist Enternasyonal toplantılarında partisini temsil ediyor, İsviçre ve Paris’te partinin gazetesini yayınlıyordu. 1898’de anlaşmalı bir evlilikle Almanya’ya göçüp Berlin’e yerleşti… Ve yerleşir yerleşmez de (o dönemler dünyanın en güçlü sınıf hareketi olan) Alman işçi hareketinin saflarına katıldı. Teorisyendi, eylemciydi, sözünü sakınmaz bir eleştirmendi; sosyalist devrim hedefinden sapan, düzenle uzlaşıyı seçen hiçbir politik figür, adı ne denli büyük olursa olsun, onun “zehir püskürten” dilinden kaçınamıyordu. “İnsanları bir gök gürültüsü gibi etkilemek istiyorum,” diyordu Leo Jogiches’e mektubunda. “süslü sözcüklerle değil, görümün genişliği, kanaatlerimin gücü ve ifademin kudreti ile…”[4]
Almanya’daki ilk hedefi, “kapitalizmin temelde bir dönüşümü gerçekleştirdiğini, büyük kriz ve savaşların bu nedenle artık söz konusu olmayacağını, sosyalizme geçişin artık devrimi gerektirmediğini, bunun reformlarla mümkün olacağını”[5] öne sürerek Marx’ı “revize eden” Bernstein çizgisiydi. “Reform ya da Devrim”i, Bernstein’ın revizyonist görüşlerine karşı sert bir polemik niteliği taşıyordu.
SPD’nin ağır topları, yaklaşan tehlikeyi sezinlemiş olmalılar ki[6] onu “kadın sorunu”nda tecrit etmek istediler, başlangıçta.[7] Sığmadı, sığmak istemedi, sığamazdı.
Rosa feminist çevrelerce kadın sorununa, revizyonizme ve reformizme karşı omuz omuza mücadele ettiği arkadaşı, yoldaşı Clara Zetkin gibi kafa yormamakla eleştirilmiştir.[8] Gerçekten de kadın sorunu üzerine, pek de özgün sayılmayacak, dönemin seçme-seçilme hakkının işçi sınıfı kadınlarını kapsayacak şekilde genişletilmesini savunan bir yazısı[9] dışında kadınların kurtuluşu üzerine fazla yazıp çizdiği söylenemez. O, “kadınların kurtuluşu”nu, bu özet yaşamöyküsünde izlemeye çalıştığımız üzere, hem bireysel yaşamında hem de toplumsal mücadelesinde yaşamıştır.
Rosa izleyen yıllarda Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) önde gelen siyasal figürlerinden biri oldu ve Karl Kautsky, August Bebel, Clara Zetkin gibi liderlerle yakın ilişkiler geliştirdi. Aynı zamanda yüzyıl başında Litvanya’daki dengiyle birleşerek SDKPiL adını alan Polonya partisinin önde gelen kuramcısıydı.
1905’te Rusya’da patlak veren ve Çarlık rejimini kökünden sarsan devrim, Polonya’yı da derinden etkilemişti. 1905 kalkışması Rosa için salt bir burjuva devrimi değil, aynı zamanda proleter devrimlerin öncüsüydü. Ve “geri” Rusya proletaryası işçi sınıfının artık grevlerle ve sendikal mücadeleyle yetinmeyip sokağa inmesi, kitlesel gösterilere yönelmesi gerektiğini gösteriyordu, “ileri” ülkelerin proleterlerine. Kitlesel Grev, Parti ve Sendikalar’da (1906) kitlelerin kendiliğinden eylemlerinin düşüncelerinde kazanmaya başladığı öncelik, belirgindir. Parlamentarizme ve bürokratizme belenmiş sendikacılık anlayışına karşı kitlelerin kendiliğinden eylemini ve radikal çıkışlarını sahiplenişi, onun Paylaşım savaşına destek vererek “dönek” yaftasını yemesinden çok önce, Karl Kautsky ile karşı karşıya getirecekti.
Jogiches, kaynayan Polonya’dadır o sıralar. Hem o, hem de SPD yöneticileri, Polonya’nın “bir kadın için” güvenli bir yer olmadığına ikna etmeye çalışırlar. Ama Rosa pek kulak asmaz. 30 Aralık 1905 günü, Polonya’dadır ve Dunayevskaya’nın deyişiyle, “manifestolar, makaleler, bildiriler ve broşürler kaleme alıp elinde tabanca, matbaacıyı bunları basmaya ikna etmeye, grev ve gösterilere katılmaktan fabrika kapılarında sonsuz konuşmalar yapmaya”[10] yapmadığı şey kalmaz. Ve tutuklanır - Leo Jogiches ile birlikte. Ancak Almanya’daki yoldaşlarının nüfuzu sayesinde birkaç ay içinde serbest kalacaktır. Jogiches ise Sibirya’ya sürgüne gönderilir.
Luxemburg 1906-1914 yıllarını Parti okulunda eğitim verip, çok sayıda kuramsal yapıt ürettiği Berlin’de geçirdi. Bu yapıtlar arasında en önemlisi, 1913’te yayınlanan ve Marx’ın Kapital’i ile bir tartışma yürüttüğü Sermaye Birikimi: Emperyalizmin İktisadi Açıklamasına Katkı idi. Kapitalist sermaye birikiminin kapitalist-olmayan dünyadan değer aktarmaksızın mümkün olamayacağı savıyla bu çalışma, yalnızca 1960’larda yazan Andre Gunther Frank, Immanuel Wallerstein gibi “dünya sistemi” kuramcılarının değil, emperyalizm konusundaki tüm sosyalist yazının öncüsüdür. (Lenin Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması’nı 1916’da kaleme alacaktı.)
Bu yıllarda Rosa’nın emperyalizm üzerinde odaklanan ilgisi, onu Avrupa’nın tepesinde sallanan paylaşım savaşı tehdidine karşı duyarlı kılıyordu. Avrupalı Sosyalist liderlerin kararlılıkla savaşa karşı çıkıp kapitalizmin ve otokrasinin çöküşü için savaşmayı taahhüt ettikleri Enternasyonal Sosyalist Kongre’nin 1907 tarihli “Stuttgart Kararı”na yaşamı boyunca sadık kalacaktı. 1913’de Alman işçilerine savaş durumunda Fransız ya da Britanyalı sınıf kardeşlerine silah doğrultmayı reddetmeleri çağrısı yaptığı konuşmanın ardından tutuklandı. İddianamesinde kaçma riski olduğunu söyleyen savcıya yanıtı, tarihe geçen cümleleri arasındaydı: “Savcı bey, sanırım kaçacak olan sizsiniz, bir sosyal demokrat asla kaçmaz. İşinin başında kalır ve sizin hükmünüze gülüp geçer. Şimdi verin hükmünüzü!”
Rosa birkaç yoldaşıyla birlikte (Karl Liebnecht, Franz Mehring, Clara Zetkin, Leo Jogiches…) Stuttgart Kararı’na sadık kaldı, ama Avrupalı sosyal demokrat liderlerden çoğu, çark edecekti. Savaş başlar başlar başlamaz, birbiri ardısıra hükümetlerinin savaş politikalarına desteklerini açıkladılar.
İhanete uğramış, yalnız kalmışlardı. Rosa’nın ilk düşüncesi, partisinin kararını protesto için intihar etmek oldu; ama hızla vazgeçti. Bunun yerine, sonradan Spartakist Liga’ya dönüşecek olan Enternasyonal Grubu örgütledi. Savaş karşıtı eylemlerinin sonucu kovuşturmalar ve hapis cezaları olacaktı; Rosa neredeyse tüm savaşı cezaevinde geçirdi. Ama ne yapıp edip düşüncelerini ve mücadelesini dışarıya aktarmayı başarıyordu: “Savaş metodik, örgütlü, devasa bir cinayettir,” diyordu dışarıya sızdırmayı başardığı Junius broşüründe (1915).
1917 Şubat devrimini cezaevinde coşkuyla, Ekim devrimini ise eleştirel tonu biraz daha yüksek bir coşkuyla cezaevinde karşıladı… 1918’de yayınladığı Rus Devrimi’nde Brest Litovsk Barış Anlaşmasını, Bolşeviklerin toprak ve milliyet politikalarını ve Lenin ile Troçki’nin muhaliflerine karşı antidemokratik uygulamalarını eleştiriyordu: “Yalnızca hükümet destekçileri için özgürlük, -sayıları ne kadar çok olursa olsun- yalnızca bir partinin üyeleri için özgürlük, özgürlük değildir. Özgürlük her zaman ve münhasıran farklı düşünenin özgürlüğüdür.”
Kasım 1918’de, savaşın yıkıcı ve Sovyet devriminin esinleyici etkileriyle Alman proletaryası ayaklanır; Kaiser II. Wilhelm’i devirerek cumhuriyetin ilanını sağlar. Devrim tüm siyasal tutsakları serbest bırakacaktır, Rosa dahil. Özgürlüğünün ikinci günü, Rosa, 1917’de SPD’den ayrılan Alman Bağımsız Sosyal Demokrat Partisi (USPD)’nin radikal kanadı Spartakist Liga’nın başında, görevdedir.
1918 Kalkışması, Luxemburg’un parti okulundan öğrencisi Friedrich Ebert başkanlığındaki SPD’yi iktidara getirmiştir, ama iyiden iyiye evcilleşmiş, düzen-içileşmiş bir SPD’yi. SPD iktidarının soldan tek muhalifi, bir süre sonra USPD’den koparak Almanya Komünist Partisi (KPD) adını alacak olan Spartakist Liga’ydı.
Alman işçi hareketi yeni kurulan Komünist Parti’ye kulak verdi… Ocak ayı başında asker ve denizci konseyleri Reich’ın başkanlık binasını kuşatarak hükümeti rehin aldı. 5 Ocak 1919 günü Berlin’de 200 bin işçi Genelkurmay’la ittifak hâlinde isyanı bastırmaya çalışan SPD iktidarına karşı yürüdü. SPD yayın organı Vorwärts’ın işgaliyle başlayan “Spartakist hafta” aşağıdan gelen, kendiliğinden bir kitle patlamasıydı; hazırlıksız ve zamansız olduğunu düşünen Rosa’nın kalkışmaya tümüyle destek vermekten başka bir seçeneği yoktu… Öngördüğü ve savunduğu gibi, kitleler inisyatifi ele almıştı…
Karşı devrim ise, dişinden tırnağa silahlı ve hazırlıklıydı. Ebert’in savunma bakanı Noske üç bin kişilik freikorps birliğiyle Berlin’e yürüdü. Yüzün üzerinde isyancıyı öldürüp binlercesini yaralayarak. “Spartakist ayaklanma”, bastırılmış, Berlin’de “düzen sağlanmıştı”…
“ ‘Berlin’de düzen hüküm sürüyor!’ Siz budala uşaklar. ‘Düzen’iniz kum üzerine kurulu. Yarın devrim bir kez daha başını kaldıracak ve sizi dehşete salarak haykıracak: Vardım, varım, var olacağım!”
Bunlar kayda geçen son sözleri. 15 Ocak’ta Rosa ve KarlLiebknecht tutuklandılar. Ve vahşice katledildiler. Rosa’nın bedeni, aylar sonra atıldığı kanalda bulunacaktı…
* * *
Yukarıda bir yerde değindim, bir kez daha vurgulayayım. Rosa Luxemburg -Clara Zetkin’le yakın dostluğu ve pek çok konuda aynı görüşü paylaşması dışında- bir “kadın sorunu kuramcısı” değildi, olmadı. Ama emekçi kadınlar tarafından bayraklaştırılmasını gerektiren başka bir şeyi gerçekleştirdi. O safını emekçilerden, ezilenlerden yana seçtiği lise yıllarından itibaren, bizatihi “kadınların kurtuluşu”nu hayata geçirdi. Yaşamını, sevgilisi ve yoldaşı Jogiches dahil, kimsenin iradesine teslim etmeden, özgürce yaşadı… Düşüncelerini hiçbir çekinceye tabi kılmadan, her türlü bedeli göze alarak açıklamaktan çekinmedi. Uzun süre militanı olduğu SPD’nin hiçbir “put”u önünde eğilmedi, Bernstein’lara, Kautsky’lere kafa tutmaktan çekinmedi. Yeri geldi Marx’ın “sermaye birikimi”, yeri geldi Lenin’in “ulusal sorun” konusunda yanıldığını öne sürdü; Bolşeviklerle “muhaliflerini bastırdıkları” için sert polemiklere girişti. Ve hep devrimin saflarında oldu; Freikorps’un sopalarıyla hurdahaş edilen bedeni kanala atılana dek. Ve sonrasında da…
O, özgürleşmeyi başarmış bir kadın, Lenin’in Üçüncü Enternasyonal’in açılış konuşmasında belirttiği üzere, “Bütün hatalarına rağmen bir kartaldı ve bir kartal olarak kalacaktır…”
Gölgesi özgürlüğün peşindeki kadınların üzerinden eksik olmasın…
 
24 Aralık 2022 14:44:07, İstanbul.
 
N O T L A R
[*] Alevîlerin Sesi, No:276, Nisan 2023…
[1] Rosa Luxemburg.
[2] Akt. Raya Dunayevskaya, Rosa Luxemburg, Women’s Liberation and Marx’s Philosophy of Revolution. Sussex: Harvester Press Ltd. 1982: 27.
[3] 1918 yılında kaleme aldığı “Rus Devrimi” başlıklı kitabın üçüncü bölümü, Bolşeviklerin “ulusal sorun” ve “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” üzerine görüş ve uygulamalarının sert bir eleştirisini içerir. Bkz.: https://www.marxists.org/archive/luxemburg/1918/russian-revolution/ch03.htm
[4] Rory Castle, “Rosa Luxemburg: A Revolutionary Life”, Rosa Remix, Stefanie Ehmsen ve Albert Scharenberg (der.), Rosa Luxemburg Stiftung, New York, 2016: 15. Rosa’nın biyografisinde Raya Dunayevskaya’nın birinci dipnotta zikredilen kitabının yanı sıra, bu makaleyi esas aldım.
[5] Hilal Onur İnce, “Rosa Luxemburg 150 Yaşında ve Hâlâ Genç”, Bianet, 5 Mart 2021, https://m.bianet.org/bianet/toplum/240326-rosa-luxemburg-150-yasinda-ve-hala-genc
[6] Karl Kautsky 1913’de Bebel’i, Rosa Luxemburg ve Clara Zetkin’i kast ederek, “bu iki kadın ve izleyicileri tüm merkez pozisyonlara saldırmayı planlıyorlar,” diye uyaracaktı. (Dunayevskaya, a.y. s.27)
[7] Dunayevskaya, a.y. s.2.
[8] Bkz. Nancy Holmstrom, “Rosa Luxemburg: A Legacy for Feminists?”, Socialist Studies/ Études socialistes 12 (1) Bahar 2017 ss.187-190.
[9] Bkz. “Women’s Suffrage and Class Struggle”(1908), https://www.marxists.org/archive/luxemburg/ 1912/05/12.htm
[10] Dunayevskaya, a.y. s.5.
 

 

1615

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Sibel Özbudun

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Sayfalar