Perşembe Mayıs 23, 2024

SEÇİMLERİN SONRASINDA...[1]

“Biri gerçeği söylerse, bir diğeri er veya geç yalanının ortaya çıkacağından emin olmalıdır.”[2]

Bir yük kalktı sanki omuzlarımızdan... Bu doğru. Hele ki son olarak Diyarbakır saldırısında koltuğu kaptırmama hırsının ne boyutlara varabileceğini gördükten sonra.  

Evet, bir yük kalktı. Bundan böyle hiçbir aklıevvel, kolay kolay “Başkanlık sistemi”ni önümüze süremeyecek. İtiraz eden çiftçilere analarını da alıp gitmelerini söylerken, yakınlarını “kaza süsü” verilmiş bir katliamda yitirmiş madencileri tekmelerken, en küçükprotesto gösterisini gaza, tazyikli suya boğarken, “üstünde poşi var; demek ki örgüt üyesi” diye öğrencilerin hayatlarını karartırken, kadınlara nerede ve nasıl güleceklerini, kaç çocuk doğuracaklarını dikte ederken... o kadar değneksiz dolaşamayacak bundan böyle. Ülkeyi savaşa sokma yetkisi, kaldır parmak indir parmak, gönlünde yatan aslanın halifelik mi, padişahlık mı olduğu meşkuk bir tek adamın uhdesinde olmaktan çıktı... Sanırız bundan sonra cihatçı katillere MİT elemanları eşliğinde TIR’larla silah sevkıyatı yapmak da o denli kolay olmayacak… 

Bunların hepsi, doğru... Daha fazlası da var. Ama bundan sonrasının kolay, ya da güllük gülistanlık olacağını düşünmek safdillik olacaktır. 

Öncelikle, Tayyip Erdoğan ve hempalarının yerleştikleri mevzilerden sökülmesi, hiç de kolay olacağa benzemiyor. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı konumunun kendisine tanıdığı (hatta tanımadığı: mevcut Anayasa, cumhurbaşkanını “tarafsızlığını” öngörmüyor muydu?) tüm yetkileri, sonuna dek zorlayacağı, kriz politikasıyla Haziran seçiminde kendisinden uzaklaşan seçmenleri geri kazanmaya çalışacağını öngörmek, zor değil.  

Nitekim, seçimin ertesi günü “TL değer kaybetti, döviz fırladı, borsa çakıldı” haberleri saçıldı ortalığa anaakım medyada. Asgari ücretle, belediye yardımlarıyla, yeşil kartla yaşamını sürdürmeye çabalayan “istikrarsever” AKP seçmeninin gözünü korkutup, “istikrar kalesi” AKP’nin surlarının içine sığınmalarını sağlamaya yönelik bir harekât hattı, partiye kaybettiği oyların bir kısmını yeniden kazandırabilir...  

İkinci olarak, yeni meclisin çetrefilli aritmetiği, kurulabilse dahi, uzun ömürlü bir hükümeti pek olanaklı kılmıyor. TV kanallarından, gazetelerden, sosyal medyadan başınız şişmiştir; “koalisyon, olmadı dışarıdan destekli azınlık hükümeti, olmadı büyük koalisyon” olasılıklarına hiç girmeyelim. Denklem ortada; çocukluğumuzda oynadığımız üç kurt ile üç koyunu ırmağın öbür tarafına sayılarındaki eşitliği bozmadan geçirin oyununu andırıyor.  

Üçüncü olarak, bu toplum, başta Kürt coğrafyası olmak üzere seçim propagandalarında iktidar partisinin ve onun cumhurbaşkanının başvurduğu zehirli dilin üzerine tüy dikeceği biçimde, fazlasıyla gerildi... Hüda-Par/HDP gerginliği olarak sunulan, ve bir çatışma çıkarma potansiyeline sahip saldırılar, bombalamalar, suikastler... Bölgedeki IŞİD ilerlemesine eklendiğinde, ortalığı bir anda ateşe verme olasılığını gündemde tutuyor.  

Yeni oluşan parlamentonun, ülkenin bu ve diğer patlayıcı biriktiren sorunlarının üstesinden gelebilme olasılığı fena hâlde düşük gözüküyor. Tayyip Erdoğan ve hempalarının bu “krizli” durumu, AKP’den uzaklaşan seçmeni yeniden iktidar partisi çevresinde konsolide etmek için manipüle etmeye çabalayacağını kestirmek için ise kahin olmak gerekmiyor.  

Teslim etmek gerek; seçim çalışmaları sokağı yordu. Ve de, sanırız sosyalistlerin büyük bölümünü parlamenter hesaplara fazlasıyla kilitledi. Tekrar ediyoruz; HDP’nin seksenin üzerinde milletvekiliyle meclise girmiş olması, totalitaryen ilerleyişe bir nebze olsa da sekte vurabildi. Çok da iyi oldu... Ancak 80 küsur milletvekilli de olsa, hatta şu ya da bu şekilde bir koalisyona dahil de olsa HDP’nin sözünü ettiğimiz sorunları parlamento aracılığıyla çözümleyebilme olasılığı, yok. Hele ki, her vesilede “HDP bu seçimlerde muhafazakâr Kürtlerin desteğini kazandı, ona göre davranması, sosyalist vitrinden vazgeçmesi gerekir” telkininde bulunan Altan Tan gibilerle, hiç yok! 

Birbirine eklemlenen sorunların altında artan ivmeyle rejim krizine sürüklenen bir ülkede, sosyalistlerin etkin olabilmesi için “sokağın” hazırlıklı olması gerekiyor oysa.  

“Seçim çalışmaları” gerekçesiyle sosyalistlerin büyük bölümünün ıskaladığı metal işçileri direnişi, rejim krizine karşı bu ülkede sömürülenler ve ezilenler cephesinin örülmesinin hem olasılığına hem de ivedi gerekliliğine işaret etmekte.  

Sosyalistlerin yüzlerini bir an önce parlamentodan yeniden sokağa, Kürt hareketiyle emek hareketi arasında birlik ve dayanışmayı sağlama çabalarına döndürmelerinde sonsuz yarar var. 

 

9 Haziran 2015 15:05:31, Çeşme Köyü. 

 

N O T L A R 

[1] Kaldıraç, No:168, Haziran 2015… 

[2] Oscar Wilde.

69517

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Sibel Özbudun

Kürt krallığı için mi Halepçelerde öldüler ?

 

            Gazeteler geçenlerde Mesut Barzani ile Celal Talabani'nin İstanbul'daki mülklerini sıralayınca, Halepçe'de soykırıma uğratılan Kürtler geldi gözümün önüne.

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

Sayfalar