Çarşamba Mayıs 22, 2024

SEÇİMLERİN SONRASINDA...[1]

“Biri gerçeği söylerse, bir diğeri er veya geç yalanının ortaya çıkacağından emin olmalıdır.”[2]

Bir yük kalktı sanki omuzlarımızdan... Bu doğru. Hele ki son olarak Diyarbakır saldırısında koltuğu kaptırmama hırsının ne boyutlara varabileceğini gördükten sonra.  

Evet, bir yük kalktı. Bundan böyle hiçbir aklıevvel, kolay kolay “Başkanlık sistemi”ni önümüze süremeyecek. İtiraz eden çiftçilere analarını da alıp gitmelerini söylerken, yakınlarını “kaza süsü” verilmiş bir katliamda yitirmiş madencileri tekmelerken, en küçükprotesto gösterisini gaza, tazyikli suya boğarken, “üstünde poşi var; demek ki örgüt üyesi” diye öğrencilerin hayatlarını karartırken, kadınlara nerede ve nasıl güleceklerini, kaç çocuk doğuracaklarını dikte ederken... o kadar değneksiz dolaşamayacak bundan böyle. Ülkeyi savaşa sokma yetkisi, kaldır parmak indir parmak, gönlünde yatan aslanın halifelik mi, padişahlık mı olduğu meşkuk bir tek adamın uhdesinde olmaktan çıktı... Sanırız bundan sonra cihatçı katillere MİT elemanları eşliğinde TIR’larla silah sevkıyatı yapmak da o denli kolay olmayacak… 

Bunların hepsi, doğru... Daha fazlası da var. Ama bundan sonrasının kolay, ya da güllük gülistanlık olacağını düşünmek safdillik olacaktır. 

Öncelikle, Tayyip Erdoğan ve hempalarının yerleştikleri mevzilerden sökülmesi, hiç de kolay olacağa benzemiyor. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı konumunun kendisine tanıdığı (hatta tanımadığı: mevcut Anayasa, cumhurbaşkanını “tarafsızlığını” öngörmüyor muydu?) tüm yetkileri, sonuna dek zorlayacağı, kriz politikasıyla Haziran seçiminde kendisinden uzaklaşan seçmenleri geri kazanmaya çalışacağını öngörmek, zor değil.  

Nitekim, seçimin ertesi günü “TL değer kaybetti, döviz fırladı, borsa çakıldı” haberleri saçıldı ortalığa anaakım medyada. Asgari ücretle, belediye yardımlarıyla, yeşil kartla yaşamını sürdürmeye çabalayan “istikrarsever” AKP seçmeninin gözünü korkutup, “istikrar kalesi” AKP’nin surlarının içine sığınmalarını sağlamaya yönelik bir harekât hattı, partiye kaybettiği oyların bir kısmını yeniden kazandırabilir...  

İkinci olarak, yeni meclisin çetrefilli aritmetiği, kurulabilse dahi, uzun ömürlü bir hükümeti pek olanaklı kılmıyor. TV kanallarından, gazetelerden, sosyal medyadan başınız şişmiştir; “koalisyon, olmadı dışarıdan destekli azınlık hükümeti, olmadı büyük koalisyon” olasılıklarına hiç girmeyelim. Denklem ortada; çocukluğumuzda oynadığımız üç kurt ile üç koyunu ırmağın öbür tarafına sayılarındaki eşitliği bozmadan geçirin oyununu andırıyor.  

Üçüncü olarak, bu toplum, başta Kürt coğrafyası olmak üzere seçim propagandalarında iktidar partisinin ve onun cumhurbaşkanının başvurduğu zehirli dilin üzerine tüy dikeceği biçimde, fazlasıyla gerildi... Hüda-Par/HDP gerginliği olarak sunulan, ve bir çatışma çıkarma potansiyeline sahip saldırılar, bombalamalar, suikastler... Bölgedeki IŞİD ilerlemesine eklendiğinde, ortalığı bir anda ateşe verme olasılığını gündemde tutuyor.  

Yeni oluşan parlamentonun, ülkenin bu ve diğer patlayıcı biriktiren sorunlarının üstesinden gelebilme olasılığı fena hâlde düşük gözüküyor. Tayyip Erdoğan ve hempalarının bu “krizli” durumu, AKP’den uzaklaşan seçmeni yeniden iktidar partisi çevresinde konsolide etmek için manipüle etmeye çabalayacağını kestirmek için ise kahin olmak gerekmiyor.  

Teslim etmek gerek; seçim çalışmaları sokağı yordu. Ve de, sanırız sosyalistlerin büyük bölümünü parlamenter hesaplara fazlasıyla kilitledi. Tekrar ediyoruz; HDP’nin seksenin üzerinde milletvekiliyle meclise girmiş olması, totalitaryen ilerleyişe bir nebze olsa da sekte vurabildi. Çok da iyi oldu... Ancak 80 küsur milletvekilli de olsa, hatta şu ya da bu şekilde bir koalisyona dahil de olsa HDP’nin sözünü ettiğimiz sorunları parlamento aracılığıyla çözümleyebilme olasılığı, yok. Hele ki, her vesilede “HDP bu seçimlerde muhafazakâr Kürtlerin desteğini kazandı, ona göre davranması, sosyalist vitrinden vazgeçmesi gerekir” telkininde bulunan Altan Tan gibilerle, hiç yok! 

Birbirine eklemlenen sorunların altında artan ivmeyle rejim krizine sürüklenen bir ülkede, sosyalistlerin etkin olabilmesi için “sokağın” hazırlıklı olması gerekiyor oysa.  

“Seçim çalışmaları” gerekçesiyle sosyalistlerin büyük bölümünün ıskaladığı metal işçileri direnişi, rejim krizine karşı bu ülkede sömürülenler ve ezilenler cephesinin örülmesinin hem olasılığına hem de ivedi gerekliliğine işaret etmekte.  

Sosyalistlerin yüzlerini bir an önce parlamentodan yeniden sokağa, Kürt hareketiyle emek hareketi arasında birlik ve dayanışmayı sağlama çabalarına döndürmelerinde sonsuz yarar var. 

 

9 Haziran 2015 15:05:31, Çeşme Köyü. 

 

N O T L A R 

[1] Kaldıraç, No:168, Haziran 2015… 

[2] Oscar Wilde.

69511

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Sibel Özbudun

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Sayfalar