Cuma Mayıs 31, 2024

Sınıf mücadelesinde önderlik sorunu

Mevcut tarihsel süreçte dünya çapında sömürenler/sömürülenler, ezenler/ezilenler, yönetenler/yönetilenler arasındaki çelişkiler çözülmediği gibi giderek daha üst boyutlara tırmanıyor. Bu durum sadece geri kalmış ülkelerde değil, aynı zamanda uluslararası finans kapitalin ve onları temsil eden iktidarların egemen olduğu ülkelerde de kendisini hissettiriyor. Emperyalist ülkelerde de sistemin ürettiği sorunlara -düzen içi- müdahale edemiyorlar. Bunun sonucu oluşan ekonomik ve sosyal kriz varlığını devam ettiriyor. Giderek siyasal krizi de beraberinde getiriyor. Emperyalist ülkeler de artık eskisi gibi yönetilemiyor. Bunun sonucu oluşan sorunların külfeti emekçi sınıflara mal ediliyor. Sömürülen ve ezilen sınıflar daha yoksullaşıyorlar. Elde edilen sosyal haklar giderek lağvediliyor. Uluslararası bu durum en gelişmiş emperyalist-kapitalist ülkelerde bile sınıf çelişkilerini doruğa çıkarmış durumda. Böylece devrimin objektif koşulları daha olgunlaşmıştır.

Ama bu objektif koşullara müdahale edecek olan subjektif koşullar aynı olgunlukta değildir. Subjektif koşullar -veya subjektif durum- ezilen sınıfların sömürüye, baskıya, zulme karşı örgütlendirilmesi, egemen düzene karşı iktidar perspektifiyle sevk ve idare edilmesi, alt ve üst yapısıyla düzene karşı devrim perspektifiyle harekete geçirilmesidir. Kısacası emekçi sınıfların proleter ve devrimci yapılar tarafından hissedilir boyutlarda örgütlendirilmesidir. Ve önderlik edilmesidir.

Emperyalist-kapitalist ülkelerde objektif durum giderek gelişirken, subjektif durum geridir. Bundan dolayı sürece bilinçli bir örgütsel müdahale edilemiyor. Elbetteki bu durum görelidir. Sistemin çelişkilerinin derinleşmesi ve ezilen sınıfların, kitlelerin artan sömürü ve baskı karşısında geçirdikleri deney ve tecrübe subjektif koşulları daha olgunlaştıracaktır. Örgütlenme zemini daha güçlenecektir. Ama proletaryanın güzergahında hareket eden yapılar kendi iç konumlarını sağlamlaştırarak pratikte, kendilerine yüklenen sürece devrim perspektifiyle müdahale etme misyonunu oynamalıdırlar. Subjektif koşullar böyle olgunlaşacaktır.

Bu durum emperyalizme bağımlı ülkeler açısında da geçerlidir...

Önderlik Sorunu...

Emperyalizmin güdümünde olan yarı-sömürge -az sayıdaki sömürge- ülkelerde devrimin objektif koşulları daha elverişlidir. Nitekim 20. yüzyılda subjektif şartların yerine getirilmesiyle sınıf bilinçli proletarya önderliğinde -ve küçük-burjuva, ulusal burjuva önderliğinde- olan devrimler Rusya ve bu gibi ülkelerde gerçekleştirilmiştir. Her ne kadar daha sonra geriye dönüşler olup iktidarlar kaybedilmişse de, bulunduğumuz tarihsel aşamada devrimin objektif koşulları daha olgunlaşmıştır. Görüldüğü gibi devrimin objektif ve subjektif koşullarındaki uyumsuzluk -bazı ülkeler dışında- bağımlı ülkelerde de oluşmuştur.

Bu durum bizim ülkemiz somutunda da geçerlidir. Ülkemizin sınıf bilinçli proletarya partisi inşa olduğu MLM hattında ısrar etmiş, saldırılara karşı direnmiş, egemen sınıflara karşı verdiği mücadeleyle darbeler vurmuş ve sınıf mücadelesine önderlik misyonunu savunmuştur. Öznel güç olarak nesnel koşulların dayattığı önderlik rolünde ısrar etmiştir. Bazı süreçlerde daha ileri adımlar atmış, bazı dönemler geride kalmıştır.

Proletarya partisi her şeyde olduğu gibi, kendi geçekliğine de objektif olmalıdır ki, oluşan sorunlarını görebilsin ve üstesinden gelebilsin. Ancak böylesi bir parti kendisine engel teşkil eden sorunları halledebilir, önünü açabilir ve yeraldığı güzegahta yoluna devam edebilir. Dolayısıyla kendi gerçekliğine karşı objektif olan Proletarya partisi daha güçlenerek çıkar. Aksi takdirde önü tıkanır. Bunun sonucu günümüz koşullarında böylesi bir durumla karşı karşıya kalan öncü müfreze, bu sorunların üstesinden gelecektir.

Son dönemlerdeki gelişmeler sonucu yaşanılan önderlik sorunu ve yapı içinde oluşan boşluk küçük burjuva kökenli tasfiyeci ve hizipçi eğilimin öne çıkmasına zemin yaratmıştır. Bunun sonucu benmerkezci mantaliteyle hareket bu kesim, parti çizgisinden ve parti geleneğinden kopuk hareket etme girişiminde bulunmuştur. Öyle ki demokratik-merkeziyetçilik ilkesi ihlal edilmiştir. Bu yoldaşlar ideolojik olarak gerilemişlerdir. Yer aldıkları partinin ilkeleri doğrultusunda hareket etmemişlerdir. Yılların birikimiyle ideolojik yapılarında oluşan küçük burjuva zaaflara karşı direnç gösterememişlerdir. Bunun sonucu hizipçi ve tasfiyeci hatta kayarak böylesi bir ruh haliyle hareket etmişlerdir. Öyleki önceden alınan kararlar ve üstlenilen görevler yerine getirilmeyip, kararlaştırılan ve yeralınan alanlardan geri çekilmek, üstlenilen görevleri terketmek, oluşan ittifaklardan çıkmak, kazanılan mevzileri terketmek gibi bir ruh haletiyle böylesi girişimlerde bulunmuşlardır. Açıktır ki, bu kabul edilemez. Nitekim parti ilkeleri doğrultusunda sorun parti içinde gündeme getirilmiştir. Ancak sorun onlar tarafından yapı dışına yansıtılmıştır.

Bu duruma parti içinde, parti hukukuna ve işleyişine göre müdahale edilmelidir. Sorunu yapı dışına taşımak ve ayrı hareket etmek iki çizgi mücadelesinden kopuk tasfiyeci zeminde hareket etmektir. Bu durum görülmeli ve sorunlara yapının kendi içinde el atılmalıdır. Böylece yapının iradesinin gündeminde ele alınan sorunların üstesinden gelinecektir. Yanlışlar mahkum edilerek partinin önü açılacaktır. Böylece parti iradesince yeniden dizayn edilen hareket önderlik sorunu ve diğer sorunlarının üstesinden gelecektir.

Parti Çizgisi Tasfiyeciliğin Panzehiridir...

İktidar mücadelesini önüne koyan bir parti kararla ve inatla bu doğrultuda mücadelesini yürütmelidir. Bu da parti programını pratiğe yansıtmasıyla mümkündür. Bu doğrultuda belirlenen stratejik hatta ısrar edilmeli ve taktik politikalar üretilmelidir. Nasıl ki, taktik politikalardan kopuk salt stratejiyle hedefe ulaşılamazsa; stratejiden kopuk taktiklerle de devrim hedefine ulaşılamaz. Bunun için bu minvalde parti çizgisinde ısrar edilmelidir. İdeolojik olarak yapı durmadan motive edilmelidir. Parti, mücadelesine kumanda eden çizgiyle ne kadar kendisini donatırsa, olası yanlışlara karşı daha dirayetli olur. Tasfiyeciliğin, hizipçiliğin, benmerkezciliğin, liberalizmin ve tüm yanlışların panzehiri parti çizgisidir.

Elbetteki bu lafla olmamalı. Tasfiyeci girişimde bulunanlar partinin lafzını yapmışlar, pratikte ise parti çizgisinden kopuk hareket etmişlerdir. Nitekim içinde bulunduğumuz stratejik-savunma, taktik-saldırı aşamasında partinin görevi gerilla savaşını girdiği alanda yoğunlaştırmak ve oraya tutunarak yeni alanlara taşımaktır. Böylece mücadele alanlarını daha genişletmektir. Böylece vur-kaç taktiğiyle oynak-esnek bir savaş olan gerilla savaşını geliştirmek ve sistemleştirmektir. Partinin merkezi görevi budur. Diğer mücadele biçimleri bu merkezi göreve tabidir. Elbetteki diğer alanlara da açılınmalı ve oraların özgül şartlarına göre de hareket edilmelidir. Lakin tüm bunlar merkezi göreve bağlı kılınmalıdır. Bu güzergahta ısrar edilmelidir.

Ancak tasfiyeci eğilim bu doğrultuda atılan adımların önünde engel teşkil etmiştir. Son dönemlerde oluşan boşluğa müdahale edilmediği gibi, pratikte gerilla savaşını güçlendirmekten kaçınılmış, Rojava'da oluşturulan mevzi içinde yer alınmasına itiraz edilmiş, gerilla mücadelesi yeni alanlara taşınmamıştır. Dolayısıyla merkezi görevin gerekleri yerine getirilememiştir... Ve bu doğrultuda alınan kararlar ihlal edilmiştir. Tüm bunlar yapılırken “parti”, “MLM”, “Demokratik devrim”, “Halk savaşı” vb. sloganlarla lafız ve çığırtkanlık yapılmıştır. Böylece yapının programıyla, çizgisiyle çelişen tasfiyeci sosyal pratik kamufle edilmek istenmiştir. Aslında bu yöntem tasfiyeciliğin mayasında vardır. Yanlışlar doğrunun lafzıyla gizlenmek istenir. Ama öncelerinde olduğu gibi bu girişim de hedefine ulaşamıyacaktır.

Tasfiyeciliğin ve sapmaların, yanlışların üzerine gidilerek, ideolojik-teorik-politik eğitimle yapı daha donatılarak, örgütsel sorunlar giderilerek, programın emrettiği pratikle devrim güzergahının önü açılacaktır.

Böylece girişte bahsedilen objektif durumla, subjektif durum arasındaki bağ kopukluğu sorununa bizim somutumuzda müdahale edilecektir... Ve mücadeleye önderlik edilebilecektir. Belirleyici olan objektif koşullar her geçen gün önderliğin gerekliğini dayatmaktadır. Yeter ki bunda kararlı olunsun!..

PARTİZAN TARAFTARI

46843

Hasan Can

Hasan Can sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Son Haberler

Sayfalar

Hasan Can

2017 Fransa parlamento seçimleri sistemin tıkanması mı?

Fransa Cumhurbaşkanlığı ile 11 ve 18 Haziran 2017 tarihlerinde 2 tur şeklinde olmak üzere gerçekleştirilen parlamento seçimleri, sonuçları ve etkileri ile ortaya ilginç bir panorama çıkartmıştır. İlk dikkat çeken olay katılım oranının giderek düşmesi ile ortaya çıkmıştır. Öyle ki, 11 Haziran’da gerçekleştirilen ilk turda 5. Cumhuriyet seçimlerini tarihinin en düşük katılımı % 49 olarak ortaya çıkarken, bir hafta sonra gerçekleştirilen 2. Tur da bu oran % 42’lere kadar gerilemiştir.

Oğlum(uz) ölümsüzdür (*)

“ve hiç istemedim seni unutmak.”[1]

“ve biz pimi çekilmiş yürekle/ dalmıştık karanlığın ortasına/ dilimizde kurtuluş türküleri mataramızda ab-ı hayat/ ve düşerken/ özgürlük renginde bir gülüş vardı yanağımızda,”[2] haykırışını anımsatıyor bize hep…

Dal gibi, civan mert bir delikanlıydı; bakmaya kıyamadığım(ız), gözümüzden esirgediğim(iz) oğlum(uz)du

Ve birgün, bize “Öldü” dediler.

Elimizin ayağımızın canı çekildi; donduk kaldık, kaskatı.

Tek bir kıvılcım tüm bozkırı tutuşturabilir!

Türkiye'nin içinde bulunduğu mevcut durum düzenin yarattığı sorunları çözemediği gibi daha zorlu bir sürece giriliyor. Devletin yönetici kademelerindeki iktidar kavgası ve ezilen sınıflar üzerindeki baskı ve sömürü mekanizması egemen güçleri daha saldırgan kılıyor. Bunun sonucu devlet erki emekçi kitlelere, Kürt ulusuna ve tüm ezilen kesimlere yönelik baskı ve tahakkümünü giderek daha üst boyutlara tırmandırıyor. Devlet bu saldırılarıyla toplumu sindirmeyi hedefliyor. Onlar üzerindeki egemenliğini pekiştirmeyi amaçlıyor.

CHP'de mi Adalet arıyor? Davut Kurun

CHP istanbul milletvekili Enis Berberoğlu tutuklanınca,CHP bütün illerde adalet yürüşüsu başlattı. Adalet arıyor. Kılıçdaroğlu, “adalet herkese lazımdır. Adalet için bir bedel ödenmesi gerekirse, bu bedeli ödemeye hazırım” diyor. Kılıçdaroğlu hala anlamamış, Adalet için bugüne kadar bedel ödiyen, Kürteler, Ermeniler, Rumlar, komünistler ,1970 sonrası da demokrasi güçleri, kürdistan halkıdır, dün CHP bugünde AKP diktatörlügüne karşı adaleti savunup bedel ödediler. Adaletin sahipleri bedel ödeliyen bu güçlerdir. AKP ve CHP ancak adaletsizliğin temsilcisi olabilirler.

“İktidar savaşında, proletaryanın, örgütten başka bir seçeneği yoktur!”*

"1980’li yıllara göre “sol muhalifler” olarak isimlendirilebilecek kesimler içerisinde örgüt ve örgütlenme meselelerine yaklaşımda çok ciddi değişimler yaşanmıştır. Aslında bu değişimler birden bire ortaya çıkmadı. Avrupa’da gelişen Batı Marksizm’inin yanısıra Latin Amerika’nın bilinen anarşist ve Troçkist etkilerinin ideolojik/politik alandan sonra doğal bir sonuç olarak örgütsel alana da yansımasıydı yaşanan. Türkiye özgülünde elbette ki hesaba katılması gereken etmenlerin sayısı az değildir.

15-16 Haziran'dan Gezi'ye

Her toplumsal olayları hazırlayan ekonomik ve siyasal koşular vardır. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin hazırlayan da koşullar vardı. Her şeyden önce kapitalist sanayide önemli bir gelişme olmuştu. Ve bu alanda çalışan işçi sınıfı sayısı nicelik ve nitelik olarak bir gelişme göstermişti.

Devrimci'ler ölür ama devrimler sürer ;

İttihat ve Terakki Partisi'nin,'' Yeni Türkiye '' versiyonu olan AKP Erdoğan iktidarı,15 yıllık icraatları ile hem Türkiye,hem de ortadoğu coğrafyasında tehlikeli ve savaş kışkırtıcısı olarak tehlikeli olmaya devam ediyor.Osmanlı'nın son döneminde Talat,Enver,Cemal üçlüsünün çılgın politikaları ülkeyi savaşa sokmuş,Ermeni soykırımı'nı planlayarak yeni bir yüz yılın başlangıcında insanlığa karşı suçlar işlemişlerdir.İ ve T Partisi'nin yüz yıl önceki politikalarının bir ve aynısını bugün hayata geçirmeye çalışan Erdoğan kliğinin bölge ülkeleri ile barışık olmayıp savaş içinde olması kaygıland

Madımak’tan Mercan’a, Koray’dan Dursun’a‏

Biri henüz 11 yaşında, Pir Sultan Abdal’ın elinde dünyanın en güçlü direnç, bilinç ve isyan silahına dönüşmüş Bağlamaya, Semaha ve Türkülere sevdalı, 2 Temmuz 1993’te Madımaktaki 33lerin en küçüğü Koray Kaya… Diğeri yüzyıllardır özgürlük meşalelerinin yandığı, sefer edilip zafer elde edilemeyen Jaru Diyara, Kaypakkaya’nın destanlaştığı Munzurlara, Zel dağına, özgürlüğün diyarına giden, 17 Haziran 2005 Mercan Dağlarında kimyasal silahlarla katledilen 17lerin en küçüğü Dursun Turgut..

Kapitalizmin Kabulenebildiği Devrim Mümkün mü ?

Komprador burjuvazinin korkusu rojavada olmanız değil kapitalizmin emperyalizme yaptırabildiklerinden.

Her halde edebi değildir.

Bundan sonra ne olacak ?

Hizip, statükocu falan filan derken bundan sonra ne olacak ?

Herkesin aklında bu soru.

Aslında olacak olan belli.

Proletaryanın mahpus tarihi değişmeyecek.

Astlarında darbe yiyenler işi daha sıkı tutacak.

Tutsak Dilek Keser’in kaleminden: “Kurtlar sofrasında doğa!”

Güneş doğmak üzereydi. Xece her zamanki gibi erkenden kalkıp, ocakta ateşi yakıp, kara çaydanlığı üstüne koymuştu. Burnuma yanan odunların kokusu geliyordu. Bu koku bana her zaman bir şeylere geç kaldığım hissini veriyordu. Ben uyurken Xece ne yapmıştı acaba?

Işık hüzmesi büyüyor kadınlar, fark ettiniz mi? Baykuşlar kaçışıyor! -Aslı Ceren Aslan

“Erkten arınmış kadın alanları” üzerine bugüne kadar çokça tartışma yürüttük. Konu üzerine yapılan tartışmalar üzerine pek çok yazı yazıldı, pratiğe geçirildi ve geçirilmeye devam ediyor. Kadının özgürleşme mücadelesindeki yerini; kadının güç kazanması, erkek egemen sisteme karşı donanımını yükseltmesi hedefiyle önümüze koyduğumuz bu alanlar, kadın bilincinin açığa çıkacağı yerler olarak birincil derecede önemli bir yere sahip.

Sayfalar