Pazar Mayıs 19, 2024

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Umudunu Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’na bağlayan başta geniş kitleler olmak bir kısım devrimci, ilerici güce, büyük bir umutsuzluk ve karamsarlık miras kaldı.

Mayıs seçimleri elbette burjuva siyaset arenası açısından kartları yeniden dağıttı ve yeni bir meclis aritmetiğini, yeni bir “düzen”i ortaya çıkardı. Faşist-gerici blokun, Mart 2024 yerel seçimlerinde Mayıs başarısını ve buradaki ölçüyü dikkate alacağına, buradaki pozisyonu bir sıçrama tahtası olarak kullanmak isteyeceğine şüphe yok. İktidar, 2023 Mayıs seçimlerinde rakipleri karşısında kazandığı zaferin rüzgarını, 2019 yerel seçimlerinde Millet İttifakı’na kaybettiği kentleri geri almak ve el yükseltmek için işlevselleştirecektir.

Ekonomik, sosyal anlamda merkezi iktidarın belli bir program dahilinde olduğu açıkça belli olan “vaat politikası” ve hamleleri de buna işaret ediyor. Faşist blok, bir kez daha burjuva siyaset arenasında hasımlarına karşı elde edeceği başarı üzerinden tüm toplumu konsolide edecek, ayar verecek bir çıkışın peşinde. Bu hususta eli dünden daha güçlü.

Çünkü 2023 Mayıs seçimlerinde kendi aralarında sorun olsa da karşısında bir başka blok vardı. Hem de Yeşil Sol Parti ve önemli bir kısım devrimci, ilerici ve muhalif kesimin desteğini de almayı başaran bir blok. Geçen süre içinde “Cumhur” kendi iç birliğini korumuşken rakibi kısa sürede dağıldı.

İyi Parti, Cumhurbaşkanlığı için aday gösterdiği hatta bu uğurda neredeyse masayı dağıttığı adayları (E.İmamoğlu, M.Yavaş) şimdi “asla ve kata” diyerek topun ağzına koymuş durumda. İttifakın diğer bileşenleri açısından sahada karşılık bulabilecek bir ortaklık, blok tutum pek de olası gözükmüyor.

Yerel seçimlerin dinamikleri, kimi özgünlükler taşısa da nihayetinde yerelde yaşama geçirilmek istenen her politikanın üzerinde merkezi iktidarın gölgesinin düştüğü de herkesin malumu. Bu bakımdan faşist blokun 2024 Mart yerel seçimlerinde kaybettiği büyükşehir belediyelerini burjuva rakiplerinden almak için elinden geleni ardına koymayacağı açık.

Büyükşehir belediye başkanlıkları dışında mücadelenin özellikle de T.Kürdistanı’nda kayyum atanan belediyeler etrafından keskinleşeceği herkesin bildiği bir sır. Zira CHP’sinden AKP’sine İyi Parti’den MHP’ye bir bütün düzen partileri “devletin bekası” çizgisinde, HDP/DEM Parti’ye karşı pozisyon almış durumda. Burada mücadele açıkça faşizm ile Kürt halkı onun demokratik talepleri/direnişi arasında sürmekte.

İktidar, kayyum rejimini T.Kürdistanı’ndan coğrafyamızın dört bir yanına taşıdı. Bu bağlamda kayyuma karşı mücadele, Kürt halkının kazanılmış belediyelerini sahiplenmenin ötesinde her türlü demokratik hak ve talebe, ilerici güce yönelen baskı ve şiddet politikasına karşı çıkmak anlamına geliyor. Kayyum/vesayet rejimine karşı çıkılmadan, demokrasi ve özgürlük mücadelesini geliştirmek, büyütmek mümkün değildir.

Meseleye bu açıdan bakıldığında diğer şeyler bir yana, Kürt halkının oylarıyla gasp edilen belediyelere kayyum atanmasının, faşizmin Kürt ulusuna yaklaşımından, ezen ulus imtiyazlarının korunmasından bağımsız olmadığı açıktır.

Diğer bir ifadeyle yerel seçim gündeminde özellikle T.Kürdistanı’nın da kayyuma karşı tutum, Kürt ulusal sorununa yaklaşımla doğrudan ilgilidir.

Kürt sorununa dokunmadan sosyalist olunamaz!

Bugün Türk devleti en kapsamlı saldırıları, en geniş operasyon silsilesini başta gerilla olmak üzere devrimci ve demokratik Kürt siyasetine, Kürt halkına karşı yürütüyor. Devrimci-demokratik mücadelenin bu en hacimli ve diri mevziisini pasifize etmeye veyahut teslim almaya çalışıyor.

Kürt hareketini ve onunla ittifak içindeki devrimci güçleri hedef alıyor, diz çöktürmeye çalışıyor.

Kürt ulusuna karşı yürüttüğü haksız savaşı, ezilenlerin mücadelesine yönelik tutumu açısından bir referans olarak görüyor. Bu emeline ulaşmak için Kürt hareketini ilk olarak devrimci dostlarından, ittifaklarından koparmaya çalışıyor. Kürt hareketi ve ittifaklarına yoğun baskı, gözaltı ve tutuklamalar gerçekleştirerek “Kürde dokunan yanar” mesajıyla net bir tutum ortaya koyuyor.

Peki bu siyaset işe yarıyor mu? Bu soruya açıkça “evet” yanıtını vermek zorundayız. Coğrafyamız sol cenahında kökleri TC’nin kuruluş yıllarına değin uzanan Kemalizm’in etkisi bu çevrelere uygun bir zemin sunuyor. Kürt ulusunun, ulusal baskıya, zulme ve katliamlara karşı haklı ve meşru mücadelesi, kendine “sol”, “sosyalist” diyen pek çok kesim tarafından “bölücülük” olarak damgalanıyor. Kürt ulusunun, statü talebi “emperyalizmin oyunu” olarak yaftalanıyor.

“Sol”, “sosyalist” cenahta Kemalizm etkisi artıkça, sosyal şovenizm giderek güç kazanıyor. Bu durum faşizmin ağır baskı, saldırı ve gözaltılarıyla birleşince geniş bir kesimin “sosyalist duruş” adına Kürt hareketinden uzaklaşmasını beraberinde getiriyor.

Bunun neticesinde, Kemalizm’in etkisine bağlı olarak sosyal şovenizmden, Kürt düşmanlığına uzanan geniş bir yelpaze karşımıza çıkıyor. Şeyh Said üzerinden TKP’nin AKP’yi bile geride bırakan gerici çıkışı, “sol”, “sosyalist” alternatif adı altında TİP’in yerel seçimlerde olabildiğince DEM Parti’den uzak durma çabasını da buradan okumak gerekiyor.

Kürt ulusal sorununu DEM Parti’ye havale eden, kendi sorumluluğunu unutan, devletin faşist karakteriyle karşı karşıya gelmekten imtina eden bir “solculuk”, “sosyalistlik” anlatılıyor.

Kuşkusuz yerel seçim bahsinde her bölgenin kendi özgünlüğü ve gerçekliği farklı olabilir/olacaktır. İttifaklar ve güç birlikleri tek taraflı bir girişim ve çabayla da gerçekleşemez. Bu bağlamda, DEM Parti’nin sol, sosyalist, devrimci güçlerle kurduğu sorunlu ilişkinin de üzerinden atlanamaz.

Ne ki biz “sosyalizm ve komünizm propagandası yapmak” adına “alternatif bir sosyalist çizgi izlemek” adına köşe bucak Kürt hareketinden ve Kürt sorunundan kaçan anlayışlara dikkat çekmek istiyoruz.

Devrimci, ilerici ve yurtsever güçler ile faşizm arasındaki güç dengeleri açısından baktığımızda, Kürt hareketinin ve onunla ittifak halindeki güçlerin yanında “resim vermenin” bugün açısından ciddi bir bedeli göze almak anlamına geldiği çok açık. TİP, TKP ve bir dizi sol-sosyalist etiketli parti, “sosyalizm bayrağını göndere çekerek” daha çok da onun arkasına saklanarak, bir yandan ulusal soruna dair sorumluluklarından azade kalmış oluyor diğer yandan da daha serin, ılıman sulara yelken açmış oluyor.

Bu sahada solculuk, sosyalistlik elbette konforludur. Zira toplumdaki sosyal şoven politikaların bunun etkisindeki kitlelerin değiştirilmesi için mücadele etmek gibi zorlu uğraşlara girişilmesine gerek yoktur. Boğaziçi Üniversitesi’nde Rektöre ve TTB’ye kayyum atanmasına karşı çıkmak yeterli olacaktır!

Oysa T.Kürdistanı’na kayyum atanabildiği için bugün buralara kayyum atanırken devletin eli daha rahattır. Bu politikaya karşı Kürt hareketiyle yan yana durmak bu açıdan bırakalım devrimciliği, demokrat ve ilerici olmanın gereğidir.

Kuşkusuz bir parti yerel seçimlerde tümüyle politikasını Kürt sorunundan, bu alandaki gelişmelerden doğru belirlemek zorunda değildir. Yerel seçim özgünlüğü dolayısıyla her bölgede farklı dinamikler öne çıkabilir. Ne var ki burada söz konusu, olan merkezi düzeyde yerel seçim vesilesiyle Kürt ulusal sorunundan, Kürt hareketinden giderek uzaklaşmaktır.

Söz gelimi sol-sosyalistlik adına TİP’in DEM Parti ile ittifak yapmaya değil de CHP ile birlikte yürümeye çalışması veyahut kimi ilerici-devrimci güçlerin DEM Parti yerine TİP’le veya benzeri reformist, sosyal-şoven güçlerle birlikte iş yapmayı öncelemesi bu tutumun örnekleridir.

Elbette bu sol partilerde bir ve aynı değildir. Örneğin şimdiki durumda TİP sosyal reformist, TKP ise sosyal şovenist çizgisiyle ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla bu partilerle de yerel seçimler bağlamında işbirliği ya da ittifak geliştirirken, var olan çizgileri mutlaka dikkate alınmalıdır.

Kürt ulusal sorununda Türk hakim sınıf partilerinden bile kraldan daha çok kralcı olan sosyal şoven anlayış ve çizgilerden uzak durmak, araya mesafe koymak gerekir. Devrimciliğin bu coğrafyadaki turnusollerinden açık ki Kürt ulusal sorununda ortaya konulacak tavırda gizlidir!

1216

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

6/7 Eylül 1955 kan-gözyaşı ve ölüm

               Ermeni soykırımı tarihinin ilk evresi, Osmanlı imparatorluğu hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere karşı Abdülhamit döneminde uygulanan katliam ve baskılar ile başlamaktadır.1896 yılına kadar birçok vilayette yapılan katliamlarda yüzbinlerce insan öldürülmüştür.Bir ulusun yok edilmesinin ikinci evresi 1915 yılında İttihat-Terakki hükümetinin 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olan yeni bir yüzyılın başlangıcında ilk SOYKIRIM olayıdır.Üçüncü ve son devresi ise Ulus devleti inşasında kurulan TC,yani Kemalist Türkiye'sinde azınlıklara karşı uygulanan politikalar sonunda  b

Sayfalar