Cuma Eylül 20, 2024

Cumhuriyet yakarak geldi

kaypakkaya-partizan
Apoyevmatini Genel Yayın Yönetmeni Mihail Vasiliadis, Özgür Gündem Gazetesine verdiği demeçte Rumlara baskıların 6-7 Eylül 1955’ten önce cumhuriyetin kuruluş yıllarına dayandığını belirtiyor. Rumların yaşadığı zulmü Mustafa Kemal’in cumhurbaşkanı, İsmet İnönü’nün başbakan olduğu dönemde Rumların evleri yakılıyor” sözleriyle anlatıyor…

 

Ancak Vasiliadis röportaj sırasında Karadeniz’de yaşayan herkesi ‘Laz’ olarak ifade ediyor… Devrimci Karadeniz olarak röportajı “Yunanistan’daki Pontuslularla Karadeniz’deki Lazlar bir araya geldiklerinde birbirlerini anlayabiliyorlar” cümlesine şerh koyarak yayınlıyoruz. Çünkü birbirini anlayanlar Yunanistan’daki Pontoslularla Karadeniz’deki Lazlar değil, Karadeniz’deki Rumlar’dır… Karadeniz’de yaşayan farklı uluslar vardır… Rumlar ve Lazlar bunlardan ikisidir… Pontus Rumları’nın konuştuğu dil Romeika, Lazların konuştuğu dil de Lazca olarak ifade edilir ve farklı dil ailelerine mensupturlar.

Azınlıklara karşı yakma, yıkma olayları İzmir’deki gibi sadece savaş sırasında olmadı. Menderes’in başında bulunduğu DP yönetiminin sebep olduğu yakma, yıkma, yağma ve cinayetlerle sonuçlanan 6-7 Eylül trajedisi öncesi de Rum evleri ateşe verildi. Mustafa Kemal’in cumhurbaşkanı, İsmet İnönü’nün başbakan olduğu dönemde Rumların evleri yakılıyor. Apoyevmatini Genel Yayın Yönetmeni Mihail Vasiliadis’le söyleşimizi sürdürüyoruz. Hükümetin eski isimlerin iade edileceği sözleri verdiği bugünlerde Vasiliadis, Tatavla’nın nasıl Kurtuluş’a dönüştüğünü, sokaklara nasıl Ergenekon veya Bozkurt adları verildiğini anlattı. Tatavla’yı yakan zihniyet “Rumlardan kurtulduk” diye Kurtuluş adını semte veriyor.

Lozan döneminde Rum toplumu daha çok hangi şehirlerde yaşıyordu?

Lozan döneminde İstanbul; Sur içi yerler, Beyoğlu, Boğaz’ın iki yakası ve Yeşilköy’e kadar olan Marmara yakasıdır. Bütün bu kesimde Rumlar vardı. Yavaş yavaş Kurtuluş’ta ve Beyoğlu’nda toplanmak zorunda kaldılar. İstanbul dışında Ege Bölgesi, İzmir tabi. Marmara Bölgesi, Doğu Trakya. Esasında Doğu Trakya’nın nüfusunun ekseriyeti Rum Ortodoks’tu. Batı Trakya’nın nüfusunun ekseriyeti ise Müslüman. Rumların ve Ortodoksların çoğunlukta oldukları yerler; Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kaldı. Batı Trakya’daki Müslüman çoğunluğun olduğu yerler de Yunanistan sınırı içinde kaldı. Bu da bazılarına göre mütakabiliyete imkan veriyor diye kabul edildi. Ama öyle değil tabi. Çünkü Lozan Anlaşması’nda mütakabiliyet diye birşey yok. Karşılıklı olarak verilecek haklar var. Bir taraf o hakları vermiyorsa öbür taraf bu hakları burdakilerden gaspetmek hakkına haiz değil.

Kuramsal olarak cumhuriyet dendiği zaman monarşik yönetim yerine halkın temsili iradesi, özgür seçimler, meclis, hükümetin denetimi mekanizmaları akla gelir. Ancak söz konusu Ortadoğu’daki Cumhuriyetler olunca, ya ordu ya polis vesayetine yaslanmış otokrasiler görülür. Alabildiğine tekçilik, alabildiğine asimilasyon enjekte edilir topluma. Cumhuriyet 90 yıl sonra bugün nasıl bir formatta?

Bizde tuhaf bir şey var: Önce cumhuriyet kuruldu ondan sonra demokrasi geldi. 1923’te dedik ki cumhuriyeti kurduk. Ama o dönemde demokrasi yoktu. Daha sonra ‘şimdi bir de demokrasimiz oldu’ dendi. Bu neye benzer? Önce Mehmet Ali geldi ondan sonra Çelebi’yi bekliyoruz gelsin. Cumhuriyet ve demokrasi iki ayrı şey değil ki. Biri Yunanca biri Arapça. Cumhuriyet demek cumhurun hakim olduğu rejim demektir. Cumhur nedir? Halktır. Cumhurun Yunanca’sı Demos. Demosun hakim olduğu rejime de demokrasi deniyor. Biri ‘demos’ biri ‘kratos’, iki kelimeden oluşuyor. Demos halk, ‘kratos’ devlet demek. Halkın devletinin adı demokrasidir. Cumhuriyet ne ise demokrasi de odur. Yunanca’ya tercüme edersek Turkiki Dimokratia demek zorundayım. Dolayısıyla arka arkaya Demokrasi Paketi getirmekle demokrasi olmaz. Eğer olursa demek ki bugünkü rejimimiz cumhuriyet değil. Eğer bugünkü rejimimiz cumhuriyetse o zaman demokrasinin gerektirdiği bütün paketlerin bir arada gelmesi lazım. Bunların gıdım gıdım verilmesi bir şey ifade etmiyor. Demokrasiden bahsedecek olursak barajlı bir demokrasiden bahsedemeyiz. Hükümet kurulamaz durumlara düşmemek için cüzzi bir baraj, yüzde 3’lere kadar bir baraj olabilir. Yüzde 10’luk bir barajla demokrasiden bahsetmek mümkün değil.

Sizin ailenizin durumu nasıldı?

Bütün ailelerin durumu neyse benimki de oydu. Yani ne olsun benim ailemin durumu? Ben şimdi oturup ailemin durumunu anlatırsam ne diyeyim. Varlık Vergisi konusunda geldiler. Babam yatalaktı, beyin kanaması geçirmişti. Yatağından şilte ile indirdiler yatağı alıp haczettiler mi diyeyim? Ne olacak yani söylersem? Bütün herkesin başına ne geldiyse bizim de ailemizin başına o geldi.

Benim babam, İstanbullu, onun da babası İstanbullu. Ama soyadımdan yola çıkacak olursan demek ki babamın ailesi Karadeniz’den geliyor. Rum toplumu Anadolu’nun neresinde yaşıyordu dediniz. Saydığım yerler dışında Kapadokya. Kapadokya’nın büyük bir kısmı Ortadoks’tu. Ama Ortadoksların büyük bir kısmı, hemen hemen yarısı Rum Ortadoks olmalarına rağmen Türkçe konuşuyordu. Buna rağmen onlar da kovuldu. Tabi bir de Karadeniz sahilleri. Mesela Başbakanımızın (Erdoğan) doğduğu yer bir Rum köyü: Potamya. Oradaki ve Karadeniz’deki birçok kişinin gidip de nüfus kütüklerine bakacak olursanız, babalarının, dedelerinin, ya da büyük dedelerinin yanında mühtedi diye yazar. Yani ihtida etmiş. Yani Müslüman değilken Müslüman olmuş. Tabi gerçekten Müslüman olmuş mu yoksa Müslüman oldum diyerek oradaki baskılardan kurtulmak mı istemiş bunu bilemezsiniz. Ama Karadeniz sahilleri ve hatta Lazca konuşan bir Türk benle Lazca konuşursa ben onu anlayamam. Onun Türkçe’siyle benim Türkçe’m epey farklı. Oysa Yunanistan’daki Pontuslularla Karadeniz’deki Lazlar bir araya geldiklerinde birbirlerini anlayabiliyorlar.

Siz Demokrasi Paketi açıklandıktan sonra Ankara’ya gittiniz. Bir dosya da götürdünüz. Kimlerle görüştünüz. Ana hatlarıyla ne yanıtlar aldınız?

Evet. Bizim götürdüğümüz paket Tarih Vakfı’nın hazırlamış olduğu rapor. Selçuk Akşin hocanın hazırladığı Osmanlı döneminde Gayri-Müslim okulların statüsü ile Nurcan Kaya’nın bu okulların cumhuriyet döneminde nasıl azınlık okullarına dönüştüğünün raporu. Biz Ankara’ya gittik, temaslarımızda takdim ettik. Önce Milli Eğitim Bakanlığı’na gittik. Yarım saatlik randevu verdiler. Bir saat bizi dinlediler. “Tamam, tamam, evet” dediler. Ama neticesi ne olacak bilemiyoruz. Ondan sonra Meclis’e gittik. Meclis’te hem AKP Eğitim Komisyonu’yla hem CHP, BDP, MHP’nin Eğitim Komisyonları ile görüştük. CHP komisyonunun içinde Şafak Pavey bizi can kulağı ile dinleyen az kişiden biri oldu. Bir azınlık mensubu olarak CHP’den epey zarar görmüş kişiler olarak o partiye inanmak bizim için biraz zor ama gerçekten Şafak Pavey galiba değişik bir şahsiyet. Tabii ki BDP’deki arkadaşlar da bizi gayet iyi karşıladı. Bizi can kulağıyla dinledi. Yalnız bununla da kalmadı. Meclis’e girip çıkmak için gerekli formaliteler konusunda da işlerini güçlerini bırakıp yardımcı oldular. Sağolsunlar, bunu zaten bekliyorduk. Türk okullarına nasıl davranılıyorsa bize de aynı şekilde davranılmasını istedik. Ve Lozan Anlaşması’nın bize verdiği hakları serbestçe kullanmamızın sağlanmasını istedik. Bütün Türkçe tedrisat yapan okullar Milli Eğitim Bakanlığı’ndan öğrenci sayısına göre yardım alırken, azınlık okulları hiçbir şey almıyor.

İlkokuldan liseye kadar Rumca’ya hakim eğitimci sorunu nasıl çözülüyor?

Uğradığı baskılardan sonra, -bu baskıların ne olduğu o raporda yazılı- artık ana lisanda eğitim yapma imkanı kalmadı zaten. Bugün bir Rum okuluna, bir Ermeni okuluna giderseniz çocukların büyük bir ekseriyetinin Türkçe konuştuğunu göreceksiniz. Bugün Rum toplumunun en önemli sorunlarından biri demografik sorun. Onun yanında da pek çok sorun var. Bütün bu sorunların çözülmesi için gereken şey mücadele etmek. Ama bu mücadele güçlü birinin yanına yanaşıp da ondan beklemekle olmaz. Eğer mücadele edeceksen sırtını behemehal anayasaya, uluslararası anlaşmalara ve insan hakları beyannamesine dayayarak mücadele edeceksin. Eğer falancaya yanaşırım, onun gücüyle, onun yardımıyla gemisini kurtaran kaptan misali gidersek, yakın zamanda yok oluruz. Sıfırlanırız.

Oğlunuzla Minas’la birlikte çıkardığınız Apoyevmatini gazetesi şu anda ne durumda?

Apoyevmatini en yüksek tiraja sahip gazete idi. 20’li ve 30’lu yılların başlarında 35 bin tirajı vardı Apoyevmatini’nin. Harf devrimine kadar Türkiye’nin bir numaralı gazetesi idi. Ve onu yalnız Rumlar okumuyordu. Onu aynı zamanda mübadele ile Yunanistan’dan buraya gelen, ama eski yazıyı bilmeyen, Yunanca alfabeye vakıf olan ve Yunanca’yı okuyabilen mübadiller, Türk kökenli Müslüman kişiler de okuyordu. Harf devriminden sonra Cumhuriyet gazetesi bizi tirajda geçti. Apoyevmatini hemen hemen Cumhuriyet ile yaşıt bir gazete. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanından sonra kurulup, bugüne kadar gelebilen iki gazete bunlar. Şu anda elimdeki imkanlar sene sonuna kadar bu gazetenin çıkabileceğini gösteriyor. Bundan sonra ne olacak bilemem. Çünkü herhangi bir devlet yardımı yok. Yani ben düşünüyorum da şu resmi ilan konusunda, Apoyevmatini 90 yıllık bir gazete olması nedeniyle hiç olmazsa ayda 7-8 bin liralık bir ilan alması gerekiyor. Bizim topu topu aldığımız senede 20 küsur bin lira. İlan vermeden bir yardım istemiyorum ki. Ben hakkımı istiyorum. Basın İlan Kurumu, Mehmet Atalay Bey’in de yardımıyla yönetmeliği değiştirdi, azınlık gazetelerine ilan verilmesini yasaklayan maddeyi kaldırdı. Ama mecburi kılmadıktan sonra faydası olmadı. Her sene işte yardım kabilinen bir şeyler veriyor. Mesela Agos almıyor. Keşke benim de almayacak kadar imkanım olsa. Mecburen almak zorunda kalıyorum. Çünkü gazeteyi kapatacağım başka türlü.

İLK İCRAATLAR

Eve gelirgen Ergenekon, Bozkurt gibi sokak ve caddelerden geçtik… Eski isimlerin tekrar iade edileceği söyleniyor

O zamanlar burası hep Rum mahallesiydi. Hatta buraya girmek kolay değildi. Tatavla’nın dayıları vardı, Tulumbacıları falan. Tatavla’da bakkal dükkanı açmak zor birşeydi. İlla ki buranın yerlisi olacak. Bir laf vardı, başına bela almak istemeyen şöyle der: Ya ben bu işle uğraşmam. Neme lazım Tatavla’da bakkal dükkanı.’ Ve eninde sonunda Tatavla yakıldı. Kundaklandı.  ‘27 miydi ‘28 miydi? Ondan sonra Kurtuluş adı verildi. Yani ‘biz onlardan kurtulduk’ anlamında. Şimdi buranın bugünkü sakinleri var. Dağdan gelen bağdakini kovmuş ama o dağdan gelen de artık bağlı olmuş. Burada çocuk yetiştirmiş, burada yaşamış, burada el ele sevgilisiyle dolaşmış. İsmi değişmesi gerekirse değişmeli, ama bugünkü sakinlerin istediği isim olmalı. Ve zannediyorum ki bu yolun Bozkurt olarak kalmasını isteyenler pek olmaz. Bozkurt’un ismi bize zararlı değil, Bozkurt’u kendine simge edip de saldıranlar zarar verir.

KİMDEN ALDIYSAN ONA İADE ET

Mülklerin iadesi…

İadesi düşünülen mülkler vakıflara ait mülkler. Kişilere ait mülkler değil. Bu adam mülkünü bırakmak zorunda kaldı. Çünkü kendisi Birinci Şube’ye çağrıldı. 24 saat içerisinde Türkiye’yi terk etmesi gerektiği tebliğ edildi. Bu arada gayrimenkulleri ihtiyati hacizle gaspedildi. Menkul kıymetleri de bloke edildi. Bu adam hiçbir şey almadan gitti. Yıllar sonra bloke edilen menkul malları, yani bankadaki mevduatı o giderken bir daire alabilecek kıymette para iken bir kutu kibrit bile alamaz duruma düştü. Biz kaldırdığımız altı sıfırdan bahsediyoruz sık sık. Ama bu sıfırlar eklenirken bu kişilerin kaybını hiç gözönüne almıyoruz. Onlar bitti. Gayrimenkule gelince. Gitti burada simsarlar, açık gözler ‘Ya kadeşim sen nasılsa alamıyorsun. Ver bana bir vekaletname, ben sana bin euro vereyim 40-50 bin euroluk malın için. Ya kaybederim bu parayı ya da bakarım’ diyor. Alıyor o vekaletnameyi, geliyor buraya onun adına satıyor. Ve sen alıyorsun. Sen satılan bir mal görüyorsun, geliyorsun ben vekil olarak Yorgo’nun, Niko’nun malını satıyorum. Kaça satarsam benim. Üstüme geçirmiyorum hiç. Ne diyecek Yorgo? Gelecek Mehmet’i bulacak. Mehmet diyecek ‘kardeşim vekelatname vermişsin ben de bunu şu kadara aldım.’ Bugünkü sahibi bilerek de almış olsa ispat edemezsin. Ama ben ihtiyaç anında sattım, ona kimse bakmaz. Dolayısıyla kişilere ait, gaspedilmiş, yok edilmiş, eritilmiş malların iadesi diye bir şey söz konusu değil. İade edilenler vakıflara ait mallar. Onu da şöyle diyeyim: Benim bir merkebim vardı. Üç dört yaşındaydı, 200 kilo taşırdı. Sen geldin o merkebi benden aldın, aradan 30 sene geçti. Şimdi zor yürüyor, değil 200 kilo taşımak bir de bastonu var, beş ayakla yürüyor. Sen diyorsun ki ‘Al ben sana iade ediyorum.’ Mesela Büyükada’daki yetimhane iade edildi. Gir içeri merdivenden koşa koşa çık ve in. Başına yıkılır o bina. O binanın yapılan expertize göre eski haline gelmesi için gerekli miktar 60 milyon Euro. Ne diyor Vakıflar Genel Müdürlüğü: ‘Canım ne almışsak bize müracaat edin, yapın dilekçenizi ve bizden isteyin.’ Madem ki sen biliyorsun de ki, ‘ben senden bunu bunu aldım, şunu şunu ondan aldım.’ Kimden aldıysan iade et. Ben niye dilekçe vereyim.

Kaynak: http://www.ozgur-gundem.com/?haberID=90538&haberBaslik=Cumhuriyet%20yakarak%20geldi&action=haber_detay&module=nuce

1651