Cuma Eylül 20, 2024

‘Sessizliği’ bu kez Ankaralı Ermeniler bozdu

kaypakkaya-partizan
Hrant Dink Vakfı’nın 2011’den bu yana yürüttüğü sözlü tarih projesinin üçüncü kitabı olan ‘Sessizliğin Sesi III – Ankaralı Ermeniler Konuşuyor’ okuyucuyla buluştu. Ferda Balancar’ın derlediği kitap kapsamında 2013 yılı içinde, 40 Ankaralı Ermeni ile mülakat gerçekleştirildi.

 

Hrant Dink Vakfı’nın 2011’den bu yana yürüttüğü sözlü tarih projesinin üçüncü kitabı olan ‘Sessizliğin Sesi III – Ankaralı Ermeniler Konuşuyor’ okuyucuyla buluştu. Ferda Balancar’ın derlediği kitap kapsamında 2013 yılı içinde, 40 Ankaralı Ermeni ile mülakat gerçekleştirildi. İstanbul ve Ankara’nın yanı sıra Fransa ve Avusturya’da yaşayan Ankaralılarla yapılan mülakatlar sonucunda da Sessizliğin Sesi serisinin üçüncü kitabı ortaya çıktı.

Kitapta, altısı kadın dördü erkek 10 Ankaralı Ermeni ile yapılan mülakatlardan derlenen anlatılar yer alıyor. Ferda Balancar, kitabın önsözünde, “Kitapta yer alan veya almayan mülakatlar genel olarak, Ankara’da Ermeni olarak yaşamanın kolay olmadığını gösteriyor. Ortaya çıkan zorlukların nedeninin, kendisiyle mülakat yaptığımız bir kaynak kişinin belirttiği ‘Burası başkent, devletin, bürokrasinin kalbi, Ermeni’ysen burada kontrollü olacaksın’ sözlerinde ifadesini bulduğunu söyleyebiliriz” diyor.

Kévorkian’ın önsözü

Geçen yıl Aras Yayıncılık’tan çıkan ‘1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler’ kitabının yazarlarından olan Raymond H. Kévorkian, kitaba yazdığı giriş yazısında Ankara’daki Ermeni varlığına dair önemli bilgiler aktarıyor: “Birinci Dünya Savaşı’nın arifesinde Ankara sancağındaki 28 bin 858 kişilik Ermeni nüfusun yarısı vilayetin yönetim merkezi olan Ankara’da ikamet etmekteydi. Ankara’daki cemaatin ayırt edici özelliği Katolik mezhebine mensup olanların oranıydı: 1914’teki sayıma göre şehirdeki 11.246 kişilik Ermeni nüfusun yüzde 70’ine tekabül ediyordu. Bir diğer özellikleri, yazı dilinde Ermenice harfli Türkçeyi kullanmakla beraber, konuşma dilinde Türkçeyi benimsemiş olmalarıydı.”

Temmuz 1915 ortalarında, Ankara Ermenilerinin Katolik olmayan ileri gelenlerini tutuklandığını anımsatan Kévorkian, birkaç gün içinde gözaltına alınanların listesinin bin 200 kişiyi kapsayacak şekilde genişlediğini belirterek, bu grubun, İttihat ve Terakki gönüllüleri tarafından, civardaki köylüler ve tutukluları infaz etmek üzere ‘özel olarak tutulmuş’ Ankaralı kasap ve dericilerin yardımıyla beş, altı günde katledildiğine dikkat çekiyor. Ankaralı Katolik Ermenilerin ise, Avrupalıların gözüne girmek isteyen Talat Paşa tarafından geçici olarak korunduğunun altını çizen Kévorkian, bunun hemen oracıkta öldürülmek yerine Suriye çöllerine doğru tehcir edilmek anlamına geldiğini söylüyor.

Kitabın sonsözünde, araştırmacı Özgür Bal, kendisinin 2000’lerde gerçekleştirdiği Ankaralı Ermeniler hakkındaki araştırmasıyla karşılaştırarak Ankaralı Ermenilerin kimlik ve mekân algısını değerlendirdi: “Homojenleştirici imaları ve sembolik göndermeleri nedeniyle olumsuz algılanmasına yönelik baştaki varsayımımdan farklı olarak pek çok anlatıcı, Ankara’nın ‘modern’, ‘Batılı’, ‘kentleşmiş’, ‘medeni’, ‘entelektüel’, ‘çeşitlilik arz eden’ yapısına vurgu yapmış; bunlar kolektif kimliğin farklı bireysel ifade biçimlerine izin veren, anonimlik ve dolayısıyla görünmezlik sağlayarak yaşantıyı kolaylaştıran faktörler olarak yorumlamışlardır. Ankara, bu anlatılarda genellikle, geçmişle bağların çok yoğun olarak ifade edildiği ‘ev’, ‘vatan’ olarak tanımlanmıştır.”

İlk Ermeni devlet memuruyum

Ben belediyeye işçi olarak girdim. O yıllarda işçiler mesai ücretiyle filan çok daha iyi ücret alıyorlardı. Zaten 1963’e kadar Ermeniler devlet memuru olamıyordu. 1963’te çıkan yasayla teknik hizmette, yani mühendis filan olarak Ermeniler memur olarak alınmaya başlandı. 12 Eylül’den sonra dendi ki, işçiler işinin başına, masada oturanlar ise memur olacak. Ve ben greyderin nasıl bir şey olduğunu bilemeyeceğime göre memur olmayı tercih ettim ama orada bir sıkıntı başladı: maaşım yarı yarıya düştü. Beni tercüman olarak devlet memuru yaptılar ve genel idare hizmetleri sınıfından, bu konuda da bir ilkim.

Mehmet Altınsoy’dan sonra Murat Karayalçın döneminde de, özel kalemde çalışmaya devam ettim. Karayalçın’ın özel kalem müdürü olarak getirdiği Birsen Hanım’la da uyumlu çalıştık. Beş yıl da Karayalçın döneminde çalışmış oldum. 1994 yılında Melih Gökçek başkan olana dek, Özel Kalem Müdürlüğü’ndeki tercümanlık görevim devam etti. Melih Bey, beni Altınsoy döneminden tanıyordu ama benimle aktif olarak çalışmayı tercih etmedi, bana bizzat görev vermedi. Beni belediyede yok saydı. Bu koşullarda 1999 yılında emekliye ayrıldım.

Ankara’nın İstanbul’dan farkı

Ankara, İstanbul gibi değil. İstanbul, her zaman çok kozmopolit bir yer olduğu için, orada Ermeni olarak kendi kimliğinizi koruyabilmeniz kolay oldu. Ankara öyle değil. Burada, Ermeniler bir avuç insan. Maddi ve sosyal güçleri de yok. Bu yüzden kendini belli etmeden, hafif bir gizlenme durumuyla yaşamayı seçmişler. Mesela İstanbullular, çok fazla Türk ismi koymazlar ama burada Türk ismi koyan çoktur.

Ankaralı Ermeniler arasında Gregoryen-Katolik gerilimi, eskiden belirgin olarak vardı. Ermeniler, Ankara’da küçük bir grup olduğu için birbirine kenetlenmeleri, yardımlaşmaları beklenir ama ben, çocukluğumdan beri öyle bir hava hiç almadım. Gördüğüm kadarıyla Ankara’da Gregoryenler, Istanoz’dan göç eden köylülerden oluşuyor. Katolikler ise daha çok şehirde yaşayan ve ekonomik durumu da daha iyi olan bir kesim. Katoliklerin daha gösterişli bir yaşamları vardır. Katoliklerin, biz Gregoryenleri küçümsediğini düşünürüm.

Kızım Türk kimliğini iade etti

Eşim ve ben, Avusturyalı olduk ama Türkiye’nin verdiği nüfus cüzdanını da koruduk. Kızım ise Türk kimliğini konsolosluğa geri verdi, çünkü 10-11 yaşındayken, Türkiye’ye geliş gidişlerimizde havaalanında, gümrükte, polislerle yaşadığımız zorluklar, onu çok rencide etti. 1980’lerin başında, o daha 11 yaşındaydı. Çırılçıplak soyup aradılar. Bir de üstüne ismiyle dalga geçtiler. Bunları hiç unutmadı. Avusturyalı ile evlenir evlenmez, konsolosluğa gidip Türk pasaportunu ve kimliğini iade etti. Uzun yıllar Türkiye’ye gelmedi ama evlendikten sonra Avusturyalı kocasıyla birlikte geliyorlar. Bir yabancı gibi… Türk kimliğini iade etti ama evde aile içinde hâlâ Türkçe konuşuruz. Çocuklarının Türkçe öğrenmesine de karşı değil.

Hrant Dink ortaya çıkana kadar neredeydi bu insanlar?

Ayrıca sosyalist geçmişime ve Türkiye sosyalist hareketinin geçmişine de eleştirel bakıyorum bu mesele yüzünden. Hrant Dink, Agos ortaya çıkana kadar neredeydi bu insanlar? Türkiye solu benim kuşağımda, ya da daha öncesinde bu meseleyi hep görmezden geldi. Bu ülkenin yakın tarihinde yer alan bir soykırım karşısında Türkiye solu 10 yıl öncesine kadar sessiz kaldı. Yazıklar olsun bizim sol tarihimize.

Kızımın ruh hali benden farklı. Onun kimliği bana göre daha melez. Babasından gelen Kürt kimliği, Alevi kimliği de var. Onun için bu kimliklerin hepsi de çok değerli. Hiçbiri diğerinin önünde değil. Geçenlerde Ermenistan’da kısa film çekmek istediğini söyledi. Mayıs’ta gidecekmiş. Ben de Ermenistan’ı görmeyi çok istiyorum. Soykırım anıtını ziyaret etmek, Ağrı dağına bir de oradan bakmak istiyorum.

Ankaralıyım deyince…

Ankara’daki vaftiz, düğün ve cenazelerde Gregoryen Ermeniler tek başlarınaydı. Çocukluğumda düğün, vaftiz ve cenaze için İstanbul’dan papaz gelirdi. Şimdi nasıl bilmiyorum. Kilise de yok Ankara’da. Bir tek Fransız kilisesi var. O kadar varlıktan hiç bir şey kalmamış. Hepsi yok olmuş. Ankaralıyım, deyince “Katolik misin?” diye sorarlar. Ankara’nın yerlileri Katolik Ermenilermiş, anladığım kadarıyla. Gregoryenler de diğer şehirlerden göç etmiş olabilirler.

Kardeşim Ermeni olduğu için memur olamadı

Ankara’da Ermeni olarak yaşamak çok zor. Mesela dayım, kız kardeşimi Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne (VGM) soktu, oraya ilk önce sözleşmeli olarak girdi ki, o zaman dayımın durumu baya iyi. Milletvekilleri, bakanlar hep arkadaşları. VGM’de kardeşim personele geçecek, dayım bu kadar kuvvetli olmasına rağmen geçemedi. Ermeni olduğu için geçemedi. Benim kız kardeşim nüfus cüzdanında Hıristiyan yazdığı için memur olamadı. Yanlış hatırlamıyorsam 2000’li yıllardı. ANAP dönemiydi.

emreertani@agos.com.tr

1788