Pazartesi Mart 31, 2025

50. Yılın Deneyimi Newroz Ateşinin Görkemiyle1 MAYIS ALANLARINA!

Başta Kürt halkı olmak üzere Mezopotamya halklarının isyan ve direniş günü olan bir Newroz’u daha geride bıraktık. 8 Mart’ta kadınların dalgalandırdığı isyan bayrağı, 21 Mart Newrozlarında başta Kürt halkı olmak üzere Türkiyeli işçi ve emekçilerin kitlesel ve coşkulu eylem ve mitinglerine sahne oldu. 2020 Newroz’u salgın bahane edilerek yasaklanmış, 2021 Newroz’u salgının etkisi altında kalmıştı.

2022 Newroz’u ise gerek Kürt ulusunun artan özgürlük talebi ve gerekse de yaşanan ekonomik krizin derinleşen etkisiyle görkemli bir katılıma neden oldu.

Sadece Türkiye Kürdistanı değil, Türkiye’nin diğer bölgeleri de dahil olmak üzere bütün dünya da başta Kürt halkının kitlesel katılımı olmak üzere işçi ve emekçilerin isyan ve tepkisinin gösterildiği Newroz kutlamaları, 2022 yılının başından itibaren giderek yükselme eğilimi içinde olan kitlelerin hareketliliğinin somut yansıması oldu.

Önce başlayan işçi sınıfı eylemleri, ardından kadınların kitlesel ve militan eylemleri ve nihayetinde Kürt halkının isyan ve özgürlük bayramı, direniş günü olan Newroz’un kitleselliği, 1 Mayıs 2022 öngününde bizlere kitle hareketinin daha da yükseleceği mesajını net olarak vermektedir.

Newroz alanlarında kitleselliğin dışında en ön plana çıkan yönlerden biri de gençlerin ve kadınların katılımının yoğun olmasıdır. Bu durum sınıf mücadelesi içinde kitle hareketinin en dinamik bileşenlerine işaret ettiği kadar, bu alanlardaki çalışmanın önemi ve ısrarını da teyit ediyor.

Newroz’un vermiş olduğu mesaj sadece bölge halkları açısından değil zalim Dehaklar tarafından da görülmüş durumdadır. Demirci Kawa’nın binlerce yıl önce yaktığı ve Kürt ulusunun ulusal baskıya karşı mücadelesinin yadsınamaz katkısıyla günümüz koşullarında politik olarak güncellenen başkaldırı ve isyan ruhu milyonlarca kişinin ellerinde yeniden kuvveden fiile geçti.

Tam da bu nedenle TC, Newroz’a karşı zalim Dehak tavrını takınmakta gecikmemiştir. TC faşizmi bu süre içinde boş durmamış, gerek Newroz öncesinde ve gerekse de Newroz’da en iyi bildiği şeyi yaparak gözaltı ve tutuklama saldırılarına girişmiştir. TC’nin bu saldırganlığından Newroz’da verilen mesajı net olarak anladığını görebiliriz.

Newroz’u, Kürt ulusunun ulusal baskıya karşı isyanıyla birlikte, emperyalist işgal ve savaşların yaşandığı, gerici ilhak ve işgal saldırılarının gün aşırı gerçekleştirildiği ve yine örneğin Türkiye işçi ve emekçi halkına ağır ekonomik kriz koşullarında, işsizlik, pahalılık, açlık ve yoksulluk dayatıldığı koşullarda, tüm bu koşullara isyan ve tepki olarak da kavranmalıdır.

Nitekim tam da bu nedenledir ki Newroz sadece T. Kürdistanı’nda değil, Türkiye’nin büyük şehirlerinde de kitlesel katılımla kutlanmış durumdadır. Bunda işçi sınıfına ve emekçi halka yaşatılan koşulların etkisi vardır. Türk hakim sınıfları ve onların temsilcileri ne kadar pembe tablo çizmeye çalışırlarsa çalışsınlar, TC yüzüncü yılına girerken tarihinin en ağrı krizlerinden birini yaşıyor. Bu gerçek, kimi burjuva iktisatçılar tarafından da dile getiriliyor.

Örneğin enflasyon ve işsizlik oranının toplamından oluşan sefalet endeksinde TC faşizmi benzer rejimler arasında birinci sırada bulunuyor. (6 Mart) Zaten işsiz olan insanların bir de çok daha yüksek enflasyona (alım gücü düşüşüne) maruz kalması sefaletin arttığı anlamına geliyor.

Artan ekonomik kriz yeni saldırıların habercisidir

Ay’a yüksek hızla iniş yapan “yerli ve milli” AKP-MHP iktidarı, Türkiye halkını açlık ve sefaletle yüzyüze bırakmış durumdadır. İktidara yönelik alttan alta biriken öfke ve tepki dalgası, yılbaşından itibaren başlayan işçi sınıfı eylemleri, kadın mücadelesi ve nihayet Kürt halkı başta olmak üzere Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkının meydanlara, sokaklara dökülen öfke ve tepkisi de buradan besleniyor.

Kitlelerin iktidara yönelik öfke ve tepkisinin daha da artacağı öngörülebilir. Burjuva muhalefet partilerinin seçim eksenli dalaşları ve günübirlik yapılan kamuoyu yoklamaları sonuçları da bunu göstermektedir. İktidar partilerinin eriyen kitle desteğine karşı, muhalefette olan burjuva partilerinin oy oranlarının yüksek olmaması, dahası kararsız olarak tanımlanan kitlenin yüzdesinin çokluğu, kitlerde sisteme ve düzen partilerine yönelik güvensizliğe işaret ettiği kadar kitlerin düzenden kopuşunun zeminine de işaret etmektedir.

Tam da bu nedenle gerek iktidar ve gerekse de muhalif burjuva partileri kitleleri olabildiğince sokaktan uzak tutmak istemektedir. İktidar partileri açıktan kitleleri sokağa çıkma konusunda tehdit ederken muhalefetteki burjuva partileri ise seçimi ve sandığı işaret etmektedir. İktidarı ve muhalefetiyle bütün hakim sınıfların ve onların temsilcilerinin korku ve kaygıları nedensiz değildir. Ülkede işsizlik salgın koşulları nedeniyle daha da artmış durumdadır.

Nitekim DİSK Araştırma Merkezi’nin İşsizlik ve İstihdamın Görünümü-2021 raporuna göre gerçek işsiz sayısı salgın öncesine göre 1.4 milyon arttı. Raporda, çalışma çağındaki 63.7 milyon yurttaşın sadece 19.7 milyonunun kayıtlı ve tam zamanlı istihdamda göründüğü belirtilmektedir. Geniş tanımlı işsizliğin 8.8 olduğu kaydedilirken, bu rakamın gençlerde yüzde 43 olarak belirlendiği ifade edilmektedir.

Her 100 kadından sadece 16.7’si kayıtlı ve tam zamanlı istihdamda olduğu ifade edilen raporda, genç kadınlarda geniş tanımlı işsizlik oranı ise yüzde 54 olduğu belirtilmektedir. (24 Mart)

İktidarı ve muhalefetiyle TC’nin yeni “Gezi”lerden ve Serhildanlardan çekinmesinin daha somut karşılığını İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İstanbul Planlama Ajansı tarafından yapılan “Ekonomik Krizin Kıskacında İstanbul’da Geçim ve Dayanışma” araştırması sonuçlarında da rahatlıkla görebiliriz.

Araştırma kapsamında görüşülen ev işçisi emekçi kadınların yüzde 62’si temel gıda ürünleri dışında gıda alışverişi yapmayı bıraktıkları ve yüzde 37’sini her gün neredeyse aynı malzemelerle yemek yaptığı aktarılmaktadır. Araştırmada kadınların yüzde 42’si taneyle ve gramla alışveriş yapmaya başladığını söylemektedirler. Kadınlar akşam pazarlarına çıkıyor, bebek bezlerini taneyle alabilecekleri mahalle bakkallarını kullandıklarını ifade etmektedirler.

Aynı araştırmada ekonomik krizin yoksul hanelerde aynı zamanda bir sağlık krizine de dönüştüğü çünkü yeni doğum yapan annelerin yeterli beslenemediği için anne sütünin yetersiz kaldığı belirtilmektedir. Bebek mamalarına gelen zamlar nedeniyle de yeni doğan bebeklere kendilerine uygun olmayan besinler verilmek zorunda kalındığı ifade edilmektedir.

Araştırmanın çarpıcı sonuçlarından biri de krizin yükünü kadınların sırtladığını göstermiş olmasıdır. Bu durum kadın kitleleri içinde çalışmanın önemi ve gerekliliğine işaret etmektedir. Görüşülen ev emekçisi kadınların yüzde 84’ünün son altı ay içerisinde sadece kendileri için hiç harcama yapmadıklarını söylemektedirler. Her beş kadınından biri son altı ayda geçinebilmek için eve iş aldığını belirtmektedir.

Kadınların yüzde 34’ü sadece kendileri evde olduğu zaman doğalgazı komple kapattıklarını, yüzde 41’i gerekmedikçe dışarı çıkmadıklarını ifade etmektedirler. Araştırmada dikkati çeken sonuçlardan biri de esnaf ve zincir market çalışanları ile yapılan görüşmelerde son bir yıl içerisinde özellikle temel gıda ürünlerine yönelik “hırsızlık vakaları”nın arttığının ifade etmeleridir. (25 Mart)

Halk kitlelerinin bırakalım daha iyi koşullarda yaşamasını beslenebilmek için temel gıda maddelerini çalmak zorunda bırakıldığı koşullarda, AKP-MHP iktidarı halka “sabır” tavsiye etmektedir. R.T.Erdoğan, hayat pahalılığı sorununu yakından takip ettiklerini ve gerekli müdahaleyi yaptıklarını iddia ederek; “Milletimden soğukkanlı davranmalarını, sabırlı olmalarını, biz güvenmeye devam etmelerini istiyorum” demekte ve ekonomik dalgalanmaların yarattığını sorunların geçici olduğunu ve enflasyonun yalnızca Türkiye’nin problemi olmadığını savunmaktadır. (9 Mart)

Türk hakim sınıfları ve temsilcileri Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini kendileri için bir fırsat olarak kullanma amacındadırlar. Bunun için yoğun bir diplomatik çaba içindedirler. R.T.Erdoğan Brüksel’de gerçekleştirilen NATO toplantısına katılımı ve verilen mesajlar bu pragmatizme işaret etmektedir. NATO zirvesi dönüşü gazetecilere konuşan R.T.Erdoğan: “Dünyanın birçok markası, grubu Rusya’dan ayrılıyor. Bunlardan ülkemize gelenlere tabii ki kapımız açıktır, buyursunlar gelsinler deriz. Bunun dışında yine belli sermaye gruplarından ülkemize gelip bizde imkânlarını park etmek isteyenler olursa onlar için de tabii ki kapımızı kapalı tutmayız. Buna da kapımız açıktır” demektedir. (25 Mart)

Batı emperyalistlerinin Türkiye’yi “yeniden keşfetmeleri” tamamen kendi çıkarları içindir. Diğer bir ifadeyle TC faşizmi, “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulguru da kaybedebilir”.

Bu güçlü ihtimal beraberinde TC’nin yaşadığı sıkışmayı bir kez daha “Kürdistan’a sefer” ile aşma çabasını getirecektir. Geçmişte bunun örnekleri vardır. TC’nin, Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi ve özellikle KDP ve Barzani ailesiyle geliştirdiği ilişkiler, kapalı kapılar ardında yapıldığı iddia edilen kimi anlaşmalar bu tehlikenin güncel olduğuna işaret etmektedir. Nitekim R.T.Erdoğan; “Şu anda özellikle Irak’ta ve Irak’ın kuzeyinde Barzanilerin duruşu çok çok farklı. Ve bu duruşu Türkiye ile çok daha ortak, çok daha dayanışma içerisinde yürütüyorlar. PKK terör örgütüne karşı da farklı bir duruşları var ve bu farklı duruşlarını da her geçen gün ispat ediyorlar. Bu gelişte yaptığımız görüşmelerde de ben kendisinde bunu özellikle gördüm ve anlaşılan o ki cumhurbaşkanlığı seçimiyle birlikte Irak’ta yeni bir süreç başlayacaktır. Bölge halkları terörden bıkmış durumda. Kim ne derse desin biz ülkemizin ve bölgenin güvenliğini, huzurunu, istikrarını tehdit eden terör örgütlerinin kökünü kazımakta kararlıyız” demektedir. (4 Şubat)

 

50. yılın deneyimi ve birikimiyle 1 Mayıs alanlarına

Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkı bu koşullar altında 1 Mayıs’ı karşılamaya hazırlanmaktadır. İçinde bulunduğumuz yıl aynı zamanda bu topraklarda proletarya partisinin yeniden ayağa kalkışının ellinci yıldönümüdür. Diğer bir ifadeyle yarım asırlık deneyimin ve bilincin ilhamıyla 1 Mayıs’ı karşılıyoruz.

Bu anlamıyla sadece Türkiye’de değil nerede olursak olalım yarım asra ulaşan mücadelenin haklı gururu ile 1 Mayıs alanlarına akmak anın devrimci görevlerindendir.

Bu 1 Mayıs’ta da başta İstanbul Taksim 1 Mayıs alanı olmak üzere “alan” tartışmaları yeniden gündeme gelecektir. Anın devrimci tutumunun alan tartışmasından ziyade esas olarak devrimci hareketin kitlelerle ilişkilenmesinin öncelenmesi, kitlelerle ilişkinin güçlendirilmesi olarak tanımlamak gerekir.

Birleşik Devrimci Mücadele’nin asıl olarak yönelmesi ve tartışması gereken gündem, devrimcilerin mümkün olduğunca kitleye ulaşması, kitlelerin yakıcı sorunlarının 1 Mayıs alanlarında gündemleştirilmesi olduğu unutulmamalıdır. 1 Mayıs öncesinde ne kadar çok kitleye gidilebilir, kitlelerin içinde bulunduğu duruma devrimci temelde yanıtlar üretilebilirse o oranda önümüzdeki şanlı günlere hazırlanmamız söz konusu olabilir.

1 Mayıs çalışmalarımız hem birleşik mücadelenin güçlenmesi hem de sınıf bilinçli proletaryanın kendini daha üst boyutta yeniden örgütlenmesi temelinde ele alınmalıdır. Özellikle bizler açısından gençlik ve kadın alanlarındaki faaliyetimizin 50. yılın deneyim ve birikimiyle daha da güçleneceği, bu pratik faaliyetlerimizin işçi sınıfının yakıcı gündemleriyle hemhal olacağı bir tarzda ele almak gerekir.

50. yılın deneyimi ve birikimiyle; her türden emperyalist saldırganlığa, başta TC olmak üzere bölge gericiliğinin işgal ve ilhak saldırılarına karşı 1 Mayıs alanlarına!

50. yılın deneyimi ve birikimiyle; Kürt ulusu başta olmak üzere ulus ve milliyetlere karşı gerçekleştirilen ulusal baskıya ve imha politikalarına; Alevi inancı başta olmak üzere ezilen inançlara yönelik baskılara, kadın ve LGBTİ+’lar yönelik “erkek” devlet saldırganlığına, doğanın ve çevrenin kapitalist rant uğruna talan edilmesine karşı 1 Mayıs alanlarına!

50. yılın deneyimi ve birikimiyle, işçi sınıfına ve emekçi halka dayatılan sefalet koşullarına, açlığa, yoksulluğa, işsizliğe, gençliğe vaat edilen geleceksizliğe karşı 1 Mayıs alanlarına!

Ocak ayından itibaren giderek artan işçi direnişi ve eylemleriyle, 8 Mart’ta alanları, meydanları dolduran ve geceleri zapt eden kadınların militanlığıyla, 21 Mart’ta meydanları dolduran Kürt halkının kitleselliği ve coşkusuyla 1 Mayıs alanlarını dolduralım.

50. yılın deneyimi ve birikimiyle 1 Mayıs’ı kazanalım!

4666

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

materyalist bilgi teorisi ve komünist partileri

 

“İnsan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar.” Marks

 

İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, insanın bilgisi  üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.

HER GÜN DÖRT İŞÇİ, BEŞ KADIN

“Son kötü günleri yaşıyoruz belki

İlk güzel günleri de yaşarız belki

Kekre bir şey var bu havada

Geçmişle gelecek arasında

Acıyla sevinç arasında

Öfkeyle bağış arasında//

Biz kırıldık daha da kırılırız/

Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”[1]

 

ÇİN: KARMAŞIK BİR SORU(N)…[1]

“ben hiç başlamamış bir dündeyim.

yağmur yağacak...

hiç başlamamış bir yarın çok var.

hiç bitmeyen bir dün de çok var...”[1]

 

Arif Dirlik’in, “Sadece bir ulus değildir; bir uygarlıktır,” notunu düştüğü Çin’in geneli veya özelde ise “bugünü” hakkında yazmak kolay değil.

Binlerce tarihsel bağıntı ve güncel referanslarıyla Çin, çoklu bir örnektir.

SINIF KONUŞMAZSA MEYDAN ÇAPULCULARA KALIR

Sayfalar