Salı Mart 4, 2025

Acı Esintiler

İzmir 1 Nolu Sıkıyönetim Komutanlığı'nda süren davamız nihayet bir karara bağlandı. Hakkımda istenilen 5 yıllık ceza da onaylanmış oldu. Ama avukatlarımız temyize başvurdular. “Sonuçlanması birkaç yıl sürer…” dediler.

O süre içinde yurtdışına kaçma planları yapmaya başladık. İlk grubun içinde ben de vardım. Ama ekildim. İbo ekti beni. Dede, “İbo istemedi seni” dedi. Yıllar sonra İbo’yla buluştuğumda sordum: “Dede istemedi seni” dedi. İkisine de inanmadım.

Babam: “Askere git oğlum o zaman, kendini unutturursun. “ dedi, “sap gibi ortalıkta gözükmezsin hem.” Arkadaşlara kızgınlığımdan hemen gidip askerlik şubesine başvurdum. Başvurum bir haftada neticelendi. Bahriyeli olmuştum. İskenderun’a çıkmıştı acemiliğim. Annem ve babamla İzmir Otogarında vedalaştık. “Adana’da amcan ve halanda bir iki gün kalır, oradan askeri birliğine teslim olursun” dedi babam. Annem de başıyla onayladı onu.

Otobüs hareket etti, el salladık birbirimize. Annem ağlamaya başladı, acısını içine akıttı babam. Gözlerini kaçırdı benden, başını yere eğdi. Otobüs sessizce terminalden çıktı, hızlandı birden. Derin düşüncelere batıp batıp çıkıyordum. Otobüs uzaklaşırken, gençliğim, anılarım, sevinçlerim, hayallerim ardımda, İzmir’de kalıyordu. Yapraklarını dökmüş bir ağaç gibiydim, yapayalnız.

Konya Karaman’da verilen molanın ardından tekrar hareket etti otobüs. Başımı çaresizce cama dayamış, uzakları gözlüyordum. Otobüs yavaş yavaş yol alıyordu dağ yolunda, aşağıda Göksu nazlı nazlı akıyordu. Silifke’de mola verdi... Silifke’nin türkülere konu olan o meşhur yoğurdunu beğenmedim nedense. Çok yavan geldi, belki de ağzımın tadı yoktu. Muavinin bağırtısıyla otobüsteki yerimi aldım. Nihayet on bir saatin ardından Adana Otogarında son buldu yolculuğum. Yavuzlara giden belediye otobüsüne bindim. Şoför beni demir bir köprünün başında indirdi. “Köprüden karşıya geç, soldaki ilk sokak.” dedi.

Köprüyü geçtim, hemen bitiminde, yerde boş zeytin kasaları üst üste dizilmiş, sarı boyalı bir evin önünde tahta kanepeye ve yere kadınlı erkekli bir grup oturmuş çay içiyorlardı. Bir kadın görünce beni ayağa fırladı birden. Kapısı ardına kadar açık olan evin koridoruna doğru bağırdı:

“Hüseyin, Hüseyin, bu gelen Hasan Abimin oğlu” dedi, “ ama hangisidir bilemiyorum!”

Ben o güne kadar yengemi görmüş değildim, ama o beni babama benzetmiş ve hemen tanımıştı. Amcam uykulu gözlerle, üzerinde çizgili pijama takımıyla sokağa fırladı. Bana doğru seğirtti. Sarıldı, bir güreşçi gibi belimden tutup havaya kaldırdı. Neredeyse düşecektim. Yanaklarımdan defalarca öptü. Yengem koştu, arkasından kuzenlerim. Sarıldık, bir sevgi yumağı oluşturduk oracıkta.

Tahta kanepede yer açtılar hemen. Bir tepsinin üzerinde yeni pişirilmiş, arasına yeşil taze soğan ve peynir konulmuş dürüm ekmek ve çay elime tutuşturuldu. Amcakızları (Songül-Hülya-Ülkü) koşarak geldiler yanıma, sağlı sollu boynuma sarıldılar. Sevgiyle ışıldıyordu gözleri. Bir sokak ötede oturan halama haber salınmış. Halam ağlayarak geldi. Sarıldı, öptü de öptü beni. “Ben sana kurban olurum” diyordu. Arkasından halamın çocukları damladı. Bir anda kapı önü panayır yerine döndü sanki. Yoluna giden arabalar yavaşlıyor, ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.

“Askerlik için geldim” dedim, “İskenderun’a gideceğim.”

Amcaoğlu Kemal: “Ha ben orayı biliyorum” dedi, “birlikte gideriz.” Sonra yüzüme bakarak “Ne zaman teslim olacaksın?” dedi.

“İki gün sonra”

“İyi iyi o zaman, Adana’yı bir güzel gezdiririm seni”

Sohbetimiz gece yarısını geçmişti. Sabaha karşı uyuyabildik ancak. Erkenden kalktık, sabah kahvaltısının ardından çıktık evden. Kanal boyu yürümeye başladık. Ardından taksi dolmuşa binip şehir merkezinde bir yerde indik. Amcaoğlu, “Burası Küçük saat, şurası Büyük Saat, orası… “ diyordu.

Seyyar bir satıcının önünde durduk. Amcaoğlu Kemal bana ayna, jilet, cımbız, tırnak keseceği… satın alarak hediye etti. Kabul etmedim önce. “Sen de bana alırsın” dedi, neşeyle, gevrek gevrek güldü. "Hayır" diyemedim.

Küçük bir köfteci dükkânına girip Adana kebabı yedik, bol bol şalgam suyu içtik. Nehrin kıyısından yürüyerek, baraja gittik. Asma bir köprüden karşıya geçtik. Orada Bici Bici yedik. Güzeldi Adana ama havası çok basıktı, ter içinde kalmıştım. Ayakkabı ve çoraplarımızı çıkarıp suya soktuk ayaklarımızı. Başımızı da suya daldırmadık değil. Serinlemiştik. Birbirimizden ayrı geçen yirmi bir yılın acısını birkaç saatte çıkarmaya çalışıyorduk. Akşama eve vardığımızda “Anos halan davet etti seni” dedi yengem.

Gittik gece yarısı döndük. Sabaha kadar konuştuk neredeyse. Ancak bir iki saat kestirebildim. Sabah kahvaltısının ardından ev halkıyla vedalaşıp tuttuk İskenderun’un yolunu. Bir iki saat sonra İskenderun’a vardık. İzmir’e benziyordu; manzarası, havası, suyu, sahili…

Bir berbere götürdü amcaoğlu beni. Berber anlamıştı. Önce saçımı arkadan kesmeye başladı. İşini bitirdikten sonra, ayna tuttu yüzüme. Kendimi görünce tanıyamadım. Başka biri olup çıkmıştım sanki. Yüzümdeki keder aynaya vurmuştu.

Bir faytona binip 1. Deniz Er Eğitim Komutanlığına gittik. Kapıda teslim edildim. Tek sıra halinde dizildik, bir depoya alındık, elimize ayakkabı, iç çamaşırı, elbise ve kep tutuşturdular. Kimimizin bedenine küçük, kimimizin bedenine büyük geliyordu elbiseler. Kendi aramızda değişiyorduk. Yalnızca ayakkabı numaralarımız bir numara büyük verilmişti. Nedeni ise; eğitim sonrası ayakların şişerek büyümesiydi.

Koğuşlara verildik sonra. Yattığım yeri beğenmiştim. Soluksuz yatmıştım. Ayrı bir dünyada yaşıyor gibiydim sanki. Aynı mahalleden iki arkadaşımı, aynı koğuş içinde olmamıza rağmen ancak beş gün sonra görebilmiştim. On beş günlük bir eğitimin ve yemin töreninin ardından, çarşı iznine çıktık. Ben bir otobüse atladığım gibi kendimi Adana’da, amcamlarda buldum. On beş gündür yıkanmamıştım. Üzerimdeki beyaz fanilanın rengi grileşmişti. Çoraplarımı ayağımdan çıkarıp attım kapı önündeki çöp tenekesine. Yengem termosu yaktı hemen. Banyoyu hazırladı. Utanmama karşın beni bir güzel lifleyerek yıkadı. Fanilamı kaynattığı suda yıkadı. İpe asarken “Kusura bakma yeğen” dedi, “herhalde çamaşır suyunu fazla kattım, fanilaların rengi açıldı”

“Önemli değil yenge” dedim, “kim görecek içimdeki fanilanın rengini”

İçim acıdı birden. Mahzunlaştım. Sevdiklerim geldi aklıma. Fanilanın rengi açılmışken içimdeki renkler bir bir karardı.

Şubat 2016'da Ozan Yayıncılıktan çıkan On Çocuktuk öykü kitabımdan

 

53215

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

Son Haberler

Sayfalar

Acı Esintiler

Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-

Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.

Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.

Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)

İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.

Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…

Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor. 

Fakir (Nubar Ozanyan)

Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.

Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı

Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin  belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.

Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!

Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.

Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama

Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.

6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.

İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”

Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR. 

Türkiye „Yarı-Sömürge“ Bir Ülke Mi? Emperyalizm Üzerine Notlar-4

Sömürge-Yarı-SömürgecilikÜzerine

Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!

Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”

KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-

Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.

Sayfalar